17 Şubat 2010

Faşizmi Kim, Kimden Öğrendi?

Türkiye’de İslâmcı muhafazakârlık ile milliyetçi muhafazakârlığın teorik ve pratik öncelikleri, strateji ve yöntemleri farklıydı kuşkusuz...

“Evet, Sayın Bahçeli, biz faşizmi sizin kadar iyi bilmeyiz!”
Başbakan Erdoğan’ın Meclis’teki kavga sonrası MHP Genel Başkanı’yla girdiği polemik sürecinde sarf ettiği bu müthiş söz üzerinde gecikmeli olarak, ama biraz farklı açıdan durma gereği duyuyorum.
Tam mânâsıyla “Açtırma kutuyu, söyletme kötüyü” mahiyetindeki bu ifade, on yıllardır bazen ihtiyatlı bir mesafe korunarak, bazen de etle tırnak gibi kenetlenmiş halde bu topraklarda sürdürülen bir ittifakın bozulması yolunda “altın vuruş” gibi geldi bana…
Tanıl Bora’nın deyişiyle “Türk Sağı’nın üç hali”nden ikisi, milliyetçilik ve İslâmcılık arasında 1960-sonrası süreçte başlayan, 1970’lerde gelgitli biçimde süren, ama esas 1980’den sonra “Türk-İslâm Sentezi”nin resmi ideoloji haline gelmesiyle doruk noktasına ulaşan bir ittifak, liberalizmin ektiği nifak tohumlarıyla bozuluyor bugün…
Öyle olunca da belli ki eskiden “müttefik”i zayıf düşürmemek için “saklı söylem”de kalan bir değerlendirme şimdi faş edilmekte.
Bilmiyorum, Tayyip Erdoğan 1970’lerde MSP Gençlik Kolları’nda gelecek vadeden genç bir politikacıyken bugün yaptığı gibi rahatlıkla “faşistlik” imasında bulunabilir miydi MHP’ye karşı?
Ama biliyorum ki bugün bu ifadenin kullanılmasını koşullayan “art alan” (background) bilgisi, 1970’lerde MHP pratiğini tanımlama yolunda sosyalist solun bas bas bağırdığı “faşizm” nitelemesine dayanıyor.
Bu noktada, Erdoğan’ın aynı konuşmasındaki müteakip ifade de kayda değer. Başbakan, kendisinin ve partisinin faşizmle alakaları olmadığını belirttikten sonra Bahçeli’yi faşizmin özelliklerini açıklamaya çağırarak şöyle tamamlıyor sözlerini: “Çünkü siz, hem teorisyenisiz, hem bu işin pratisyenisiniz”.
Burada kastedilen “pratisyenlik”, MHP ve ülkücü hareketin 1970’lerdeki malûm performansından başka ne olabilir ki? Doğrusu benim aklıma başka bir şey gelmiyor.
Demek ki Tayyip Erdoğan ve onun içinde yer aldığı siyasi hareket, o zamanlar sola karşı MHP ile müttefik, ama MHP konusunda da solla hemfikirmiş!
Dostunu düşmanının lisanıyla tanımlıyor, ama bunu saklı tutuyormuş!..
Durum galiba şu: Türkiye’de İslâmcı muhafazakârlık ile milliyetçi muhafazakârlığın teorik ve pratik öncelikleri, strateji ve yöntemleri farklıydı kuşkusuz. Hatta bu bakımdan birbirlerinde tasvip etmedikleri pek çok yan da vardı.
Fakat her iki hareket 1970’ler ve 80’lerde “anti-komünizm” ortak paydasında buluşmuş ve birbirlerinin kusurlarını “düşman”ın ekmeğine yağ sürmemek adına çok da dillendirmemeyi tercih etmişlerdi.
O dönemin ülkücü hareket ve MHP’sine karşı sol-sosyalist jargonun en esaslı tabiri olan “faşist” nitelemesini ağza almak bir “kutsal ittifak”ı bozmak olacaktı İslâmcılık açısından…
Çünkü MHP ve ülkücülük, sol-sosyalist çevrelerce kendilerine atfen kullanılan “faşist” nitelemesinden hiç hoşlanmayıp bunu reddetmekteydi. Aynen bugün Erdoğan’ın kendi çizgisi için yaptığı gibi, o günlerde onlar da faşizmle alakaları olmadığını vurgulamaktaydı sık sık...
Hatırlayalım, karşıtına atfen işlerliğe sokulan “komünist” ve “faşist” tabirlerinin kullanımına o bilindik ülkücü yanıtını: “Onların [solcular kastediliyor] pek çoğu komünist olduklarını kabul edip ben komünistim diyor. Ama biz faşist değiliz; Türk milliyetçisiyiz”.
Bu anlayış açısından faşizmin ne olduğunu da ülkücü hareketin kontrolündeki bir lisede okurken boş geçen dersi “değerlendirmek” amacıyla verilen “eğitim semineri”nde öğrenmiştim. Kürsüye geçip sınıfı “doktrine eden” bizden birkaç yaş büyük konuşmacı, “Faşizm, İtalyan milliyetçiliğidir” diye açıklığa kavuşturmuştu karmaşık durumu…
Tamam, faşizmi İtalya’ya özgülemek hem sözcüğün köken aldığı dil, hem de Mussolini deneyimi açısından anlaşılır bir şeydi; ama yine de birazcık “şecaat arz ederken merdi Kıpti sirkatin söyler” kokusu da yok değildi bu tanımda. Farzımuhal bir İtalyan faşistine de “ülkücü” atfı yapılsa, onun vereceği karşılık da “O, Türk milliyetçiliğidir” olmaz mıydı diye sormak geçmişti içimizden konuşmacıya… Yeterince zekiydik, sormadık tabii!..
Sanırım bizim sınıfta korkudan sorgulayamadığımız “faşizm” pratiğini, o zamanlar Tayyip Erdoğan ve çevresi de “dostluktan” sorgulayamamıştı. Ama şimdi o dönem geride kaldı. Anti-komünist ittifak, bugünün “post-komünist” dünyasında gereksizleşti; yeni ekonomik ve politik dinamikler müttefikleri “tefrik etti”. Öyle olunca da bir zamanlar “sahne arkası”nda söylenenler, politik repertuarın en vurucu öğeleri olarak bugün “sahne önü”ne kaygısız taşınır oldu.
Hâsılıkelâm, Başbakan, ifade ettiği üzere faşizmi Bahçeli kadar iyi “bilebilmese” de sarf ettiği cümleyi kurabilmesini sola borçludur! Bilmem yanılıyor muyum?!
Neyse, sözümüzü faşizmi “Bir Bilen”e sorarak bağlayalım. Kaygılanmayın, ne MHP Genel Başkanı’nı ne de sınıfımdaki ülkücü genci kastediyorum! “Türkiye Solu”nun temel referans kaynaklarından “Çağdaş Liderler Ansiklopedisi”nin (İletişim Y.) Abdullah Onay tarafından kaleme alınmış “Benito Mussolini” maddesinde İtalya’da ilk kez 1919’larda kullanılmaya başlanan “Faşizm” teriminin kökeni üzerine şu ilginç bilgiler kaydediliyor:
“Latince ‘fasces’ kelimesinden türeyen ‘faschi’ terimi, deste, birlik, değnek demeti anlamlarına gelmektedir. Ortasında bir balta olan değnek demeti eski Roma’da güç ve iktidarın simgesi olmuştur” (Cilt 4, s. 1480).
Gördünüz mü korkulacak bir şey kalmadı. Faşizmin milliyetçilikle de alakası yokmuş.
“Değnekçilik”ten ibaretmiş o!..

Yazarın Diğer Yazıları

Vurun kanatlarınızı karanlığa kuşlarım!

Yöresel ve evrensel düzlemlerde eşzamanlı yaşananları 'insan' gerçeğinde birbirine organikçe bağlamak… Daha iyi bir hayatı var etme umut ve inancıyla gelenekten geleceğe taşınmak… Bunlar, Hasan Hüseyin şiirini bu coğrafyanın en özgün ve özgül yapıtlarından biri kılar

Goebbels korosu söylüyor: "Her şey mükemmel efendim!"

Bir okurum, siyaseten Refah Partisi - AK Parti çizgisinde yol almış olmakla birlikte bugün gelinen noktada Ak Parti'nin yapıp ettiklerine ve olup bitenlere bağlı olarak bu ideolojik 'gönül bağı'nın nasıl koptuğunu samimi bir eleştirellikle bizimle paylaşıyor

Goebbels'leşme karşısında muhalefeti sorgulamak!

Matbu medyanın hazan mevsiminin, televizüel medyanın da sonbaharının yaşandığı bir dönemde, insanları sıkan, bıktırıp usandıran karakterlere, ağızlara, kabadayılıklara kimse katlanmak zorunda değil. CHP hiç değil

"
"