04 Ocak 2011

Diyanet, Kapını Alevilere Aç!

Diyanet İşleri Başkanlığı’na yeni atanan Prof. Dr. Mehmet Görmez önceki gece bir televizyon...

Diyanet İşleri Başkanlığı’na yeni atanan Prof. Dr. Mehmet Görmez önceki gece bir televizyon programına konuk oldu. Başkan’ın üzerinde durduğu meseleler arasında kamuoyunu yakından ilgilendirenlerden birisi, Alevilikti.
Türkiye’de Alevilerin Diyanet’ten şikayetleri aşikâr... Diyanet’in belli bir mezhebin anlayış ve kurallarını yaymaya yönelik bir işleyişi olduğunu iddia ediyorlar. Kendilerinin ihmal edildiğini, dışlandığını, hiçe sayıldığını düşünüyorlar. Cem evlerinin ibadethane sayılması yolunda adımlar atmadığı için Diyanet’i eleştiriyorlar.
Başkan Görmez bu konuda Diyanet adına bir özeleştiride bulunacağı izlenimi verircesine, “Bugüne kadar yapabilirdik, yapmadık, ama bundan sonra yapacağız” diye düşündüğü üç nokta olduğunu belirterek konuşmaya başladı.
Ne yalan söyleyeyim, Diyanet İşleri Başkanı’nın söze bu şekilde girişi hayli umutlandırdı beni... Sandım ki Başkan bize “Alevileri Diyanet bünyesine alabilirdik, almadık, ama bundan sonra alacağız” diyecek.
Yine diyecek ki “Alevi dedelerinin de Diyanet’le bağlantılı çalışma, hizmet sunma imkânının önünü açacağız”.
Nihayet, sandım ki “Cem evlerine ibadethane statüsü kazandırmak için çalışma başlatacağız” diyecek Başkan...
Bu “naif” beklentilerim tahmin edileceği üzere gerçekleşmedi. “Dağ, fare doğurdu” ve Başkan bize, ilkin, 100 bini aşkın Diyanet personeline bugüne kadar Alevilik hakkında doyurucu bilgi vermediklerini, ama bu eksikliği bundan sonra gidereceklerini söyledi. 
İkinci olarak, toplumun Sünni kesimlerinde yaygın olan Aleviliğe ilişkin yalan-yanlış ve çirkin söylentileri camilerde düzeltme yolunda bunca yıldır bir şey yapmadıklarını, ama artık yapmaya başlayacaklarını söyledi.
Ve, üç, sözlü kültür bünyesinde kalmış Alevi-Bektaşi kaynaklarını yazılı-basılı hale getirmekte geciktiklerini, ama bunu da bir süredir gerçekleştirdiklerini söyledi.

***

Bunların hiçbirisi Diyanet’in Aleviliğe yönelik süregelen eşitsizlikçi-hiyerarşik duruş ve tutumunun değiştiğine, değişeceğine dair ümit vermiyor.
Bunların hiçbirisi Diyanet’in bu coğrafyanın inanç haritası açısından “çoğunlukçu” çizgiden “çoğulcu” bir çizgiye ilerlediği yolunda izlenim vermiyor.
Yine bunların hiçbirisi, Aleviler’de Diyanet’e yönelik mevcut kaygı, endişe ve yargıları değiştirebilecek mahiyette bir işlerlik vaat etmiyor.
Başkan’a sormak lâzım: Sözü edilen 100 bini aşkın Diyanet personeli arasında kaç tane Alevi var acaba? Hiç yok mu?! Peki neden yok?..
Yalnız bunu sormak da yetmez... 100 bini aşkın personel arasında ne kadar Şafiî ve Caferî var?
Peki Nusayrî ya da (belki sormak bile “absürt”) Yezidî olan var mı hiç?.. 
Açık ki 73 milyonluk Türkiye’de, Başkan’ın da konuşmasının bir yerinde vurguladığı şekilde, ülkenin çoğunluğunu oluşturan Hanefîler Diyanet kadrolarını dolduruyor. (Programda Cumhuriyet’in kurucu iradesinin de tâ en baştan Hanefî-Maturidî yörüngeli bir Diyanet oluşturulmasını istediği hakkında delil değilse de kuvvetli ihtimaller bulunduğuna temas edildi.)
Bu, bir çoğunluk tahakkümüdür. Diyanet’in böylesine “türdeşleşmiş” yapısı içerisinde Alevilik ve diğer inanç sistemleri, bir Sünni-Hanefî “ortodoksi”nin yalnızca “lütfuna mazhar olma” noktasında kalıyorlar. 
Zaten Başkan’ın “yapmadık, ama yapacağız” diye sıraladıkları da böylesi bir “lütfa mazhar kılma” uygulaması olmaktan öte anlam taşımıyor pek...

***

Osmanlı’da kanuni-hukuki işleyişi belirleyen Şeyhülislâmlık’la onu izleyen Şeriye ve Evkaf Vekâleti’nden laik Cumhuriyet’le birlikte yalnızca itikat ve ibadet meseleleriyle sınırlı etki alanına sahip bir resmî kurum olan Diyanet’e geçildi.
Kurum’un, Türkiye’de “ulus-devlet”in isterleri doğrultusunda, deyiş yerindeyse bir “Türk İslâmı” var etme görevini üstlendiği söylenebilir.
Bunun için de Türk ulus-devletinin açık ve resmi kimliği olan “Türklük” yanında, üstü örtük bir diğer çoğunluk kimliği olarak “Sünni-Hanefîlik”e dayalı bir örgütlenmeye gidildi. Böylece ulus-devletin millî olduğu kadar dinî temelde de “türdeş” toplumunu yaratma yolunda üstüne düşeni yapması beklendi Diyanet’ten...
Ama modernleşme süreci hızlanıp yaygınlaştıkça farklılıkların her boyutta kendini dışa vurduğu bir “açık toplum” haline gelen günümüz Türkiye’sinde kültürel/dinsel çeşitlilik “mızrağı”, resmî türdeşleştirme “çuvalı”na sığmıyor artık... Üstelik buna insanlığın farklılık ve çeşitliliğinin üzerine titreyen günümüz dünyası da izin vermiyor.
Böyle olunca “Alevi açılımı” gibi “lütuf” mahiyetli resmî girişimler de toplumu tatmin etmeye yetmiyor. Tersine, devletin kendisine yönelik toplumsal talepler doğrultusunda Diyanet’in kapılarını Alevilere ve diğer inanç sahiplerine açması bekleniyor.
“Çoğul toplum laikliği” yok bu ülkede hâlâ... Bunu sağlama yolunda esas bir “Diyanet açılımı” yapmak gerekiyor.

***

Not: Matbuatımızın evrim konusundaki fahiş yanlışlarına değindiğim önceki yazıda geçen “Erektus” ve “Australopithekus” isimlerini bir okurum “tashih etmiş”… Oysaki isimlerin orijinalindeki “c”leri (“Erectus”, “Australopithecus”) bilerek “k”ye dönüştürmüştüm. 30 küsur yıldır bu isimlerle haşir neşirim ben… “Antropolog” olduğunu belirten ve düzeltme öneren okurumun dışında kalan “Türkçe okur”larımın doğru telaffuzunu daha fazla önemsediğim için, tercihen böyle kullandım. 

Yazarın Diğer Yazıları

Vurun kanatlarınızı karanlığa kuşlarım!

Yöresel ve evrensel düzlemlerde eşzamanlı yaşananları 'insan' gerçeğinde birbirine organikçe bağlamak… Daha iyi bir hayatı var etme umut ve inancıyla gelenekten geleceğe taşınmak… Bunlar, Hasan Hüseyin şiirini bu coğrafyanın en özgün ve özgül yapıtlarından biri kılar

Goebbels korosu söylüyor: "Her şey mükemmel efendim!"

Bir okurum, siyaseten Refah Partisi - AK Parti çizgisinde yol almış olmakla birlikte bugün gelinen noktada Ak Parti'nin yapıp ettiklerine ve olup bitenlere bağlı olarak bu ideolojik 'gönül bağı'nın nasıl koptuğunu samimi bir eleştirellikle bizimle paylaşıyor

Goebbels'leşme karşısında muhalefeti sorgulamak!

Matbu medyanın hazan mevsiminin, televizüel medyanın da sonbaharının yaşandığı bir dönemde, insanları sıkan, bıktırıp usandıran karakterlere, ağızlara, kabadayılıklara kimse katlanmak zorunda değil. CHP hiç değil