10 Ağustos 2010

CUMHURİYET'İN KIZI

Anneciğim: Malûm, ben seni çok sevdim. Ama keşke çok daha iyi sevmesini bilebilseydim! Ebedi huzur içinde olasın!..

Annesinin, "annesi" olduğunu 7 yaşında öğrendi.

Anneannesini "anne", dedesini "baba" bilmişti o yaşa kadar.

Annesini ise "abla"!..

Niçin mi böyle olmuştu? Hayli hüzünlü bir öykü...

Annesi ona üç aylık hamileyken, uzak bir diyarda asker olan kocasının hastalanıp öldüğü haberini almıştı. Karnında üç aylık bebeğiyle dul kalan körpecik kadın, bunalıma girdi.

O yüzden anneanne ve dedesi daha çok ilgilenip büyüttü küçük kızı. O da işte yaşlı çifti anne-baba, annesini de abla bildi.

İlkokula başlarken, "ablası" evlendi, ayrı eve çıktı. Okuma-yazma öğrenmesi de kendisinden yıllarca gizlenen gerçeğin kapısını aralamasına yol açtı.

"Bu isimler niye böyle?" diye dedesine ve ninesine sordu nüfus kâğıdını göstererek: "Neden sizin isimleriniz yazmıyor burada?"

"Biz senin dedenle nineniz" diye o zaman söylediler gerçeği…

Ve "ablası"nı göstererek, "Senin annen o" dediler.

İlk tepkisi, "Ama o benim ablam!" oldu...

Cumhuriyet'ten bir yıl sonra,  1924’te doğmuştu. Savaş yorgunu bir toprakta, perişan bir halkın belini doğrultmaya ve ayakta kalmaya çalıştığı zor günlerde yani...

Bu nedenle, yaşadıklarından dolayı kimseyi suçlamak mümkün değil.

Gencecik bir kadın olarak karnındaki bebeğiyle dul kalmış annesini de;

Bir yandan kızlarını yeniden hayata bağlama çabası gösterirken, öbür yandan torunlarına anne-baba olmaya çalışan dede ve ninesini de;

Ablası sandığı annesiyle o okula başladığında evlenip kadının hayatının yeniden normale dönmesini sağlayan "babalığı"nı da...

İçerisine doğduğu ülkenin genel ruh hali de onun özel-kişisel ruh haliyle hemen hemen aynıydı.

Bir yanda yorgun, bitkin ve umutsuz, adeta vurgun yemiş durumda bir toplum…

Öbür yanda "anne" sandığının nine, "abla" sandığının ise anne olduğunu öğrenip sarsılmış, güvensiz ve umutsuz küçük kız...

Topluma umut olarak beliren ışık, onun da imdadına yetişti.

"Cumhuriyet"ti bu!

Hayatını alt-üst eden o ilk okuma tecrübesi, okuldan ve eğitimden soğutmamıştı onu. Aksine çok başarılı bir öğrenciydi.

İlkokulu bitirdi, ama köyde ortaokul olmadığı için uzak kaldı okuldan…

İki yıl sonra mucize kabilinden bir şey oldu.

Köy enstitüleri açılmıştı. Köyündeki ilkokul öğretmeni bunun küçük kız için bulunmaz fırsat olduğunu düşünerek dedesine baskı yaptı. "Bu kız okur" dedi ve sözünü geçirdi.

Böylece, Adapazarı'ndaki Arifiye Köy Enstitüsü'nün yolunu tuttu.
Küçük kız köyündeki anne-baba, dede-nine dolambacından çıkmış ve kendisine "ideal" bir anne-baba bulmuştu şimdi.

Babası "Cumhuriyet", annesi "Enstitü"ydü!

Değişen ruh haliyle, kazandığı özgüven ve özsaygısıyla tam bir "Cumhuriyet çocuğu" olarak yetişti. Enstitü'nün ilk mezunlarından oldu.

Köyden köye eğitim tutkusu, Cumhuriyet inancı ve öğretmenlik gururuyla koşturdu yıllarca.

Bu “aşk”, her şeyden daha ağır basmaktaydı. O yüzden geç evlendi. Bir çocuk doğurdu, ama yüzlerce çocuk okuttu.


“Doğurduğu çocuk”, onun Enstitü'yü bitirdikten sonra öğretmen olarak ilk atandığı Kızılcaköy’e (Şile) gitti on yıllar sonra. Kendisini köy kahvesine götüren yeni yetme çocuğa annesinden bahsetti. Köyün ilk öğretmeni olduğunu söyledi annesinin.

Bıyıkları terlememiş çocuk, gözleri parlayarak “Aliye Öğretmen”in adını, onun oğluna telaffuz etti: "Bizim babalarımızı okutmuş o; hep duyduk biz büyüklerimizden onun adını” dedi.

Cumhuriyet'in bu topraklarda siyasal, toplumsal ve kültürel bağlamlarda anlamı üzerine çok şey söylendi, yazıldı ve tartışıldı. Bu, bugün de devam ediyor.

Ama Cumhuriyet'in hayli ihmal edilen, insan ve birey bazında taşıdığı özel anlamlar var bir de…

Yukarıdaki yaşam öyküsü bunun bir örneği.

Köyünde, aile ocağında öğrendiği sarsıcı gerçekle boynu bükülen küçük kız, “Cumhuriyet”le toparlandı, “Enstitü”nün bağrında başı dik bir kadın haline geldi.

Cumhuriyet, onun makûs talihini yenmesini sağladı.

Evet, yaşadığı tüm talihsizlikler, acılar ve hayal kırıklıklarıyla zor bir insandı.

Ama bir o kadar da iyi, çok iyi bir insandı.

Hayatı boyunca kimseye kötülük yapmadığının ben canlı şahidiyim!

“Cumhuriyet’in kızı”ydı.

Öğretmeniydi.

Annem’di…

… öldü.

***

Birkaç yıl önce BirGün gazetesinde Anneler Günü vesilesiyle Annem’e armağan olarak kaleme alıp okurlarla paylaştığım yazıyı, yaptığım bazı kederli eklemelerle hayatımın şu en acı günlerinde T24’e taşıma isteği duydum.

Annem Aliye Esma Atay’ın kaybı nedeniyle kol-kanat geren, sesini-soluğunu esirgemeyen hısım, akraba, arkadaş ve öğrencilerime minnet ve şükranlarımı iletiyorum.

***

Anneciğim:

Malûm, ben seni çok sevdim.

Ama keşke çok daha iyi sevmesini bilebilseydim!

Ebedi huzur içinde olasın!..



 

Yazarın Diğer Yazıları

Vurun kanatlarınızı karanlığa kuşlarım!

Yöresel ve evrensel düzlemlerde eşzamanlı yaşananları 'insan' gerçeğinde birbirine organikçe bağlamak… Daha iyi bir hayatı var etme umut ve inancıyla gelenekten geleceğe taşınmak… Bunlar, Hasan Hüseyin şiirini bu coğrafyanın en özgün ve özgül yapıtlarından biri kılar

Goebbels korosu söylüyor: "Her şey mükemmel efendim!"

Bir okurum, siyaseten Refah Partisi - AK Parti çizgisinde yol almış olmakla birlikte bugün gelinen noktada Ak Parti'nin yapıp ettiklerine ve olup bitenlere bağlı olarak bu ideolojik 'gönül bağı'nın nasıl koptuğunu samimi bir eleştirellikle bizimle paylaşıyor

Goebbels'leşme karşısında muhalefeti sorgulamak!

Matbu medyanın hazan mevsiminin, televizüel medyanın da sonbaharının yaşandığı bir dönemde, insanları sıkan, bıktırıp usandıran karakterlere, ağızlara, kabadayılıklara kimse katlanmak zorunda değil. CHP hiç değil

"
"