02 Kasım 2009

Boşanıyorum o halde varım!

Evliliklerin "bir yastıkta kocama"yla değil "bir celsede boşanma"yla sonuçlandığı "tekno-kültürel" evreye gelmiş bulunuyoruz.

Medya gündeminin periyodik olarak ısıtılıp önümüze sürülen konularından biri oldu artık şu "aldatma-sadakatsizlik-boşanma" üçlemesi... 5-6 yıl öncesinde Ahmet Altan’ın sansasyonel "çok-satan" romanı Aldatmak’ın yarattığı havayı hatırlayın! Sonraları magazinel meşhurların sadakatsizlik vakalarını ve boşanma süreçlerini. Bunlar şu aralar yine-yeniden gündemde bir dizi popüler isim ve onların aldatma maceraları, boşanma haberleri üzerinden...

Bu gündeme bağlı olarak müthiş bir "pazar" da oluştu tabii. Röportajcılar orada, boşanma avukatları hukukçular orada, ilişki uzmanları, aile danışmanları orada!.. Eh, o zaman evlilikler nasıl sürsün, boşanmalar bu kadar para ediyorsa eğer?!

Tabii konuyu eskimez kılan, esasen evliliklerin artık dikiş tutmaz hale gelmesi. Evlilikler, artık "boşanmalarla muteber". Aldatma ve sadakatsizlik de katalizörleri bu sürecin...

Uzmanların durumu açıklama yolundaki tespitleri artık alışıldık, hatta "pöh" dedirtecek cinsten: Aşkın bitmesi, tutkunun yok olması, özsaygı eksikliği, güç gösterisi, ölüm korkusu, intikam, kendisiyle yüzleşememe, ilgi eksikliği, statü ve konum değişimi, bilinçaltı korkular, çocukluktan gelen sorunlar, vs., vs., vs...

Bence durum, "antropolojik" açıdan bakıldığında oldukça basit.

İnsan denen "hayvan"ın biyolojik doğasına aykırı olan ve "kültürel doğa"sının dayattığı bir kurum, kırsal-tarımsal yaşam biçimi içerisinde doğuş bulduktan sonra şimdi post-endüstriyel yaşam koşullarında tasfiye oluyor.

Bu hacimli ifadeyi açıp bileşenlerine ayıralım.

İnsanlık tarihine ilişkin veriler, tarımsal yaşam öncesindeki iki milyon yıllık "avcı-toplayıcı" dönemde aile, evlilik, akrabalık gibi kurumların insan yaşamında ağırlıklı ve bağlayıcı olarak yer almadığına işaret ediyor. Bilebildiğimiz kadarıyla aileyi de, evliliği de, akrabalığı da esasen tarıma, yani yiyecek üreticiliğine (çiftçilik ve hayvancılığa), buna bağlı olarak beliren toprak mülkiyeti ile miras anlayışına borçluyuz.

Toprağa bağlı, bir yere bağımlı ve soy-sop takıntılı tarımcı-köy toplumsallığı alt yapı oluşturdu aile ve evlilik kurumlarına. Kimin kimle ne koşullarda ilişkiye girebileceği ve ilişkinin "meyve"lerinden ne şekilde sorumlu olup onları sahipleneceği toplumsal bir düzenleme altına alındı. Böylece aile, insan denen "hayvan"a özgü şekilde, "biyolojik üreme sürecinin toplumsal kabuğu" olarak şekillendi. Evlilik, yine insan denen "hayvan" için "doğuma verilen toplumsal izin" oldu. Nihayet akrabalık, insan denen "hayvan"a yaşam güvencesi sunan, diğer deyişle, sigorta şirketlerinin olmadığı bir çağda bu işlevi üstlenmiş kurum olarak belirdi; güvenlik ihtiyacı, maddi yardım ve duygusal destek, akrabalık şebekesinden karşılandı.

Binlerce yıl geçerliğini sürdüren bu toplumsal tablonun 18. yüzyıl endüstri devrimi sonrasında iyice kristalleşen modern-kapitalist yaşam biçimiyle bozulmaya başladığı söylenebilir. Bu süreçte ortaya çıkan birey ve bireyselleşme olgusu, ilkin akrabalık kurumunun toplumsal ağırlığını yok etti. Modern toplumda akrabalıktan beklenen işlevleri üstlenen resmi ve sivil kurumlar ortaya çıktı. Aile ise modern-endüstriyel "ulus-devlet"te ihtiyaç duyulan meslek sahibi "yurttaş"ı yetiştirme işini üstlenmek kaydıyla "çekirdek" kapasitede varlığını sürdürdü. Dolayısıyla evliliklerde de "istikrar" esas olmaya devam etti.

Ancak dijital teknolojik bir çılgınlık içinde süregiden post-endüstriyel, küresel-kapitalist şimdiki zaman, bireyselleşmenin yanına bir de yersiz-yurtsuzluğu ekleyince bu istikrar da kaybolmaya yüz tuttu. Çünkü aile ve evliliği koşullayan en önemli etmenlerden bir diğeri, yani belli bir yere çakılı olma hali, özellikle iş yaşamındaki hareketliliğe bağlı olarak ortadan kalkmıştı. Birey olup hısım-akraba baskısından özgürleşen, sonra "profesyonel"leşip yer-yurt bağından da kopan insan için, poligam doğasını dizginlemeyi, tutku, dürtü ve arzularını bastırmayı gerektirecek asli toplumsal yaptırım mekanizmaları işlerlikten çıktı.

Ayrıca kadının kamusal ve mesleki açılımı, her ne kadar endüstri devrimi sonrası süreçte başlamış olsa da post-endüstriyel dönemde (özellikle kol gücünün yüksek teknoloji kullanımına bağlı olarak giderek önemsizleşmesiyle birlikte) daha hissedilir, niteliksel ve belirleyici bir durum kazandı. Kadının bağımsız, özgür ve yetkin konuma gelmesi, ataerkilliğin (ki o da tarımcı yaşam biçimiyle ortaya çıkan bir yapılanmaydı) destek kurumları olan aile ve evliliğin kırılganlığını artırdı.

Son olarak, evliliği olmazsa olmaz kılan "doğuma izin" gerekçesi de geçersizleşti. Doğum, cinsel ilişkide kaçınılmaz olmaktan "tıbben" çıktı. İstediğiniz zaman, üstelik biyolojiniz izin vermese bile çocuk sahibi olabildiğiniz gibi, istemediğinizde de çocuk yapmayabiliyorsunuz artık. Sonuçta insan denen "hayvan"ın biyolojik üreme süreci, aileyi ve evliliği zorunlu kılacak toplumsal ve hukuksal bağlayıcılıktan kurtuldu. Doğumu evlilikle müsaadeye tabi kılmanın, üremeyi aileyle terbiyelemenin gerekmediği bir biyo-teknolojik döneme girildi. Aile ve evlilik bu bakımdan da kurumsallığını yitirip neredeyse lüzumsuzlaştı.

Bugün akrabalığın giderek sönümlendiği, ailenin "çekirdek" kalıbının da parçalanıp "tek-ebeveynli aile" (single-parent family) formuna büzüldüğü ve, işte, evliliklerin de "bir yastıkta kocama"yla değil "bir celsede boşanma"yla sonuçlandığı "tekno-kültürel" evreye gelmiş bulunuyoruz. Türkiye’de hali-vakti yerinde, meslek sahibi, iyi para kazanan metropol insanının da son yıllarda bu noktada olduğu söylenebilir. Onun gelenekle gelecek arasında ruhsal ve zihinsel kırılmalarla yüklü bu deneyiminden istifade etmeye çalışan bir medya endüstrisi var. Haber üreterek, tartışma yaratarak, uzman konuşturarak ve dizi kurgulayarak buradan kazanç elde ediliyor, daha da edilecek. Benimle Evlenir misin? Gelinim Olur musun? Kocam Bir Melek, vb. şov-yarışma programlarına aşinasınız. Yakında bunların Boşanmak İstiyorum, Başkasını Seviyorum, Kocam Bir Sadakatsiz başlıklı versiyonlarına da hazır olun!..

Yazarın Diğer Yazıları

Vurun kanatlarınızı karanlığa kuşlarım!

Yöresel ve evrensel düzlemlerde eşzamanlı yaşananları 'insan' gerçeğinde birbirine organikçe bağlamak… Daha iyi bir hayatı var etme umut ve inancıyla gelenekten geleceğe taşınmak… Bunlar, Hasan Hüseyin şiirini bu coğrafyanın en özgün ve özgül yapıtlarından biri kılar

Goebbels korosu söylüyor: "Her şey mükemmel efendim!"

Bir okurum, siyaseten Refah Partisi - AK Parti çizgisinde yol almış olmakla birlikte bugün gelinen noktada Ak Parti'nin yapıp ettiklerine ve olup bitenlere bağlı olarak bu ideolojik 'gönül bağı'nın nasıl koptuğunu samimi bir eleştirellikle bizimle paylaşıyor

Goebbels'leşme karşısında muhalefeti sorgulamak!

Matbu medyanın hazan mevsiminin, televizüel medyanın da sonbaharının yaşandığı bir dönemde, insanları sıkan, bıktırıp usandıran karakterlere, ağızlara, kabadayılıklara kimse katlanmak zorunda değil. CHP hiç değil

"
"