Sudan’da 1955’te Bağımsızlığın şafağında başlayan, 1972-1983 arasında duran (“Ölüm, on yıl kadar ara verdi” denilebilir) sonra tekrar başlayıp 2005’te sona eren kronik iç savaşta ortalama tahminle 2 milyon kişi hayatını kaybetti, 4 milyon civarında insan da yerinden yurdundan oldu. Ekonomik tahribat, yiyecek sıkıntısı, açlık ve yetersiz beslenme de caba…
Beşir ve Turabî
Irksal, etnik ve dinsel farklılıklar temelinde işleyen bu kanlı süreçte en önemli dönüm noktasını 1989’da Albay Ömer el-Beşir’in bir askeri darbe ile yönetime el koyması oluşturur.
İç savaşın sürdüğü dönemde iktidardaki koalisyon hükümetinin yetersizliği gerekçe gösterilerek gerçekleştirilen darbe, siyasal İslâm’ın bölge coğrafyasında hayli revaçta olduğu bir dönemde şeriat hukukunu Animist ve Hıristiyan Güney’i de kapsamına alacak şekilde işlerliğe soktu.
Bu dönemde etkili bir diğer figür olarak Hasan el-Turabî adını zikretmeden geçmek olmaz. Mısır’ın Müslüman Kardeşler hareketinin Sudan’daki yansısı olarak değerlendirilebilecek “Millî İslâmi Cephe”nin lideri olan Turabî’yi Beşir’in hem ideolojik rehberi hem de akıl hocası olarak nitelendirmek uygun olur.
Darbe sonrası dönemde Sudan’ın sıkı sıkıya İslâmîleşmesi yolunda omuz omuza hareket eden bu iki isim, yakınlarda birbiriyle ihtilaf içine düştü. 1993’ten itibaren kendini Cumhurbaşkanı ilan eden (halen de bu pozisyonda olan) ve tek parti (“Milli Kongre Partisi”) yönetimi altında totaliter bir İslâmi devlet oluşumuna giden Beşir’e karşı Turabî, Meclis başkanı olarak demokratik-parlamenter nitelikli bir İslâmî rejim çağrısıyla itirazını yükseltti.
Turabî’nin kendisini devirme planları içinde olduğu vehmine kapılan Beşir de eski rehberi ve hocasını mahpuslukla tanıştırdı. Görüştüğümüz kişiler şimdilerde Turabî’nin hayatının zindanla ev hapsi arasında mekik dokumakla geçtiğini söylüyor.
İngiliz Usulü Şeriat!
İktidarının ilk döneminde ayrılıkçı Güney’e etkin taarruzlarda bulunmasına, hatta bir ara Güney’de Kenya-Uganda sınırına kadar dayanıp tam bir denetim sağlamasına karşın Beşir, Güney Sudan’da kalıcı olamamış. Bunda özellikle Beşir rejiminin İslâm’ı ve Arap dili ile kimliğini Güney’e dayatma yolunda olduğunu ileri sürerek Batı-Hıristiyan dünyasını harekete geçiren, Güney’deki direnişin öncü gücü olan Sudan Halk Kurtuluş Hareketi’nin propaganda başarısını vurgulamak gerekir.
Sonuçta İslâm ve Araplığın ülkenin Kuzey kesimi ile sınırlandığı söylenebilir. “Sudan Cumhuriyeti” adı altında Hartum merkezli işleyişini sürdüren Kuzey’deki rejim, İslâmi şeriat ile İngiliz hukuk sisteminin alaşımına dayalı bir yönetim sergilemekte… Ancak bu “şeriat”ın İran, Afganistan, Suudi Arabistan gibi ülkelerle kıyaslandığında daha hafif olduğu da Sudan’da yaşayan Türklerin çoğu tarafından altı çizilen bir nokta (Evet, içki yasak, ama bilbordlarda “içki”yi akla düşüren, ağız sulandıracak tasarımda alkolsüz bira ilanlarını da bol miktarda görmek mümkün).
Türkiye’nin Sudan Büyükelçisi Erdoğan Kök, şeriatın bu “ölçülü” uygulamasını uzun zaman Güney’le Kuzey’in iç içe geçmiş olmasına ve Kuzey’de hatırı sayılır bir (yaklaşık 1.5 milyon) Güneyli nüfus bulunmasına bağlıyor.
Kuzey’de Milliyetçilik, Güneyde Kabilecilik
“Kuzey” ile “Güney”i siyasal bakımdan da karşılaştıran Büyükelçi Gök, Kuzey’de yaşayan insanların da İslâm-öncesi kabilesel köklere dayanmakla birlikte Sudanlılık, Arap milliyetçiliği (ki burada “Nasırizm”e özellikle vurgu yapılmakta) ve İslâm’ın etkisiyle kabileyi aşkın bir üst kimlik noktasında buluşabildiklerini söylüyor. Güney’de ise kabileciliğin siyasal süreçlerde hâlâ en temel belirleyen olduğunu, bu bölgede yönetimin ağırlıklı olarak Dinka kabilesinin elinde toplandığını ve bunun Nuerler başta olmak üzere diğer kabilelerin hoşnutsuzluk ve karşıtlığına yol açtığını kaydediyor.
Güney Sudan’da, bağımsız bir devlet olmaya dört aydan az kalmış şu günlerde dahi kabile çatışmaları temelinde endişe verici bir siyasal istikrarsızlığın mevcudiyetini basında çıkan haberler de doğruluyor. Örneğin “Khartum Monitor” gazetesinde yer alan 14 Mart 2011 tarihli haberde, Güney Sudan’ın Malakal bölgesinde Shilluk kabilesi üyelerinin kendi topraklarını diğer kabilelerin saldırılarından ve Sudan Halk Kurtuluş Ordusu’nun (SHKO) taarruzlarından korumak amacıyla bir milis gücü oluşturdukları belirtilmekte. Aynı haberde müteakiben Duwoi köyünde konuşlanmış bu milislerle SHKO arasında 5 Mart’ta başlayan ve onlarca sivilin ölümüne yol açan bir çatışmadan da bahsedilmekte. Çatışmanın fitilini ateşleyense köydeki bir kadına SHKO askerlerinden birinin tecavüz etmesi…
Güney Sudan yetkilileri ise ortaya çıkan kabileler arası çatışmaları Kuzey’deki rejimin kışkırttığını ileri sürüyor. Söz gelimi, aynı gazetede yer alan bir diğer haber, Sudan Halk Kurtuluş Hareketi Genel Sekreteri Pagan Amum’un, “Kuzey” rejiminin Güney’de pek çok eyaletteki kabile milislerini hükümetlerine karşı destekleyip eğittiği ve silahlandırdığı iddiasına yer veriyor.
Bu örnekler, “Kuzey” ile “Güney” iki ayrı devlet olduktan sonra da gerek iç gerekse dış politik açıdan Sudan’daki “savaş hali”nin giderilmesinin hayli zaman alacağını düşünmeye sevk ediyor.
Ekonomide Çin’e Aslan Payı
Kuzey Sudan’daki İslâmcı rejimin bazı bağlantıları, onu Batı dünyası, özellikle de ABD nezdinde “terörizmi destekleyen devlet” durumuna sokmuş. Bu iddianın en büyük dayanağı ise ülkenin 1990’larda El Kaide ve Usame bin Ladin’e ev sahipliği yapmış olması… Sudan’da görüştüğümüz bazı Türk resmi yetkilileri tarafından da kaydedildiği üzere, 11 Eylül (2001) hadisesinden önceki dönemde Usame bin Ladin Sudan’da bir iş adamı olarak bulunmakta olup Hartum’daki en büyük marketlerden birinin sahibiymiş. Ancak zamanla ülkenin içinde bulunduğu uluslar arası izolasyona son vermek için bin Ladin’in Sudan’ı terk etmeye zorlandığı belirtiliyor.
Halen devam etmekte olan ABD merkezli Batı yaptırımları karşısında Sudan dünyanın başka güç merkezlerine yönelmiş ve aradığını da Çin’de bulmuş. Batı’nın hiç olmadığı Sudan’da Çin ciddi bir iktisadi etkinlik sergilemekte, harıl harıl petrol çıkarmakta, işlemekte ve ülkesine götürmekte… Bu durum Çin’i Sudan’ın en büyük ekonomik ilişki içinde olduğu ülke yapıyor.
Takas Usulü Alışveriş
Petrol çıkarma ve işleme işini yapan Çin’in çıkan petrolün başlangıçta yüzde 70 (tesis yapmasına bağlı maliyetler nedeniyle) şimdilerde de yüzde 30’unu almakta olduğunu görüştüğümüz kişiler söyledi. Petrolü satın alan Çin, Sudan’ı mamul madde alımında da kendisine bağlı hale getirmiş. Üstelik bunu artık çoktan tarihe gömüldüğü zannedilen, insanlığın ilk alışveriş biçimi olan takas usulüne dayalı olarak yapıyor.
Kaynaklarda Çin’in petrol ihtiyacının yüzde 10’ununu Sudan’dan karşıladığı belirtilmekte. Çin’in yanı sıra Malezya ve Hindistan’ın da Sudan’da petrol çıkaran şirketleri var ve bu bakımdan onlar da Sudan’ın ciddi ekonomik ilişki içinde olduğu diğer ülkeler arasında önde geliyor.
Taşı-Toprağı Altın Sudan
Sudan’da 10 milyar dolarlık petrol olduğu belirtilirken bu petrol rezervinin hâlihazırda büyük olmakla birlikte abartılmaması gerektiği de söylenmekte. Bir kere yeni bulunmuş bir petrol kaynağı söz konusu değil. Şu an üretimde olan kuyular, çok önceden Amerikalılar tarafından açılmış. O zamanlar dünyada petrol başka yerlerde de çıktığı ve bol olduğu için işletilmesi “fizibl” olmayan bu kuyular petrolün dünya ölçeğinde giderek azalmasıyla birlikte önem kazanarak devreye girmiş.
Yine de Sudan’ın petrol potansiyelinin yüksek olduğu açık ve petrol arama, yeni kuyular açma girişimlerinde Türkiye’nin de inisiyatif alması gerektiğini belirtenler yok değil…
Petrolün yanı sıra doğal gaz, altın, gümüş, krom, çinko, uranyum, bakır, kobalt, granit, nikel, alüminyum gibi madenler bakımından da zengin olan Sudan’da altının toprağın üzerinde bulunduğunu söyleyenler dahi var. Tabii bu, ciddi kaçakçılık girişimlerine de yol açmakta. Söz gelimi hükümet kaynakları tarafından ülkede geçen sene 74 ton altın çıkarıldığı, ancak bunun yalnızca 10 ton kadarının devlet tarafından çıkarıldığını belirtilmiş. Geri kalan altın, kaçak olarak elde edilmiş. Ülkede yasadışı altın çıkarma işinde 200 bin kişinin çalıştığı tahmin ediliyor.
Petrolü Paylaşma Sorunu
1999’da ham petrol ihracına başlayan Sudan’da petrolün ülkenin ana ihraç ürünü olarak her geçen yıl üretim kapasitesinin daha da arttığı bir gerçek… Ancak bu “ekonomik cevher”in de yakında Kuzey-Güney siyasal bölünmesinden nasibini alması büyük ihtimal. 9 Temmuz’da bağımsız devlet olacak Güney Sudan, ülkenin mevcut petrol üretiminin (günde 490 bin varil) dörtte üçünü kontrol ediyor. Lakin petrolün işlendiği rafineriler ile ülke dışına tek ihraç noktası olan Kızıl Deniz eyaletindeki Sudan Limanı Kuzey’de…
Dolayısıyla Kuzey ve Güney arasında petrol rezervini paylaşma noktasında da ciddi sürtüşmelerin ortaya çıkmasına kesin gözüyle bakılıyor. Hatta “Sudan Tribune” (15 Mart 2011) gazetesinde yer alan habere göre Güney Sudan petrolünü gemiye yükleyip yurt dışına çıkarma yolunda alternatif rota arayışlarına da çoktan başlamış durumda.
Yarın: Hartum’dan Türkiye Manzaraları
'Arabist' İslam'ın Animist Afrika'ya Seyir Noktası: SUDAN-1