Daha önce pek çok vesileyle değindim. Avrupa’da Modern Zamanlar’ın başlangıcının bir karakteristiği, ama en dehşet verici karakteristiği olan cadı-avı çılgınlığı, özünde kurulu düzeni sürdürmeye ve iktidar sahiplerini yerinde tutmaya yönelik uzun süreli ve büyük ölçekli bir “kurtarma ameliyesi”dir.
Lortlar, prensler, krallarla birlikte feodal kurulu düzenin sahibi Katolik Hristiyanlık, çok ilginçtir ki 15’inci yüzyıla kadar cadılığa inanmamayı değil, inanmayı suç saymış ve bir süpürge üzerinde oradan oraya uçarak Şeytan’la toplantılara (“Sabbat”) katılan cadıların var olmadığını vaaz etmiştir.
Mesela 11’inci yüzyılda süpürge üstünde cadı uçuşları olduğuna inanmak Kilise tarafından yasaklanmıştı. Ama 15’inci yüzyılın sonuna doğru ise bu uçuşların olmadığına inanmak, bunu safsata saymak aynı Kilise tarafından yasaklandı!..
Katolikliği Avrupa’da cadılara inancı safsata saymaktan, cadıları ve onların Şeytan’la iş birliğini inancın tamamlayıcısı saymaya; bunu kitlelere benimsetme yolunda korkunç bir kitlesel manipülasyon ve operasyon başlatmaya; ve bu doğrultuda 15’inci yüzyılla 17’inci yüzyıl arasında ortalama 500 bin suçsuz-günahsız insanın katledildiği cadı-avı çılgınlığının önünü açmaya ne sevk etti?
Tabii ki “beka sorunu..."
Yoksulluk, vergi, kıtlık ve hastalıklarla kırılan umarsız kitleler karşısında kendi “beka sorunu”nu çözme yolunda Katolik iktidar, “cadılar”ı işaret etti. Aralarına sızmış ve şeytanla yatıp kalkan bu “iç-düşman”lar nedeniyle sanki kendisinin değil de kitlelerin bir “beka sorunu” varmış algısı ve kaygısı yaratmaya çalıştı.
Çünkü 13’üncü yüzyıldan başlayarak Katolikliğin hem kutsal ayinler üzerinde kurduğu tekele, hem “Ondalık” denen aşar vergisine (Orta Çağ’da Batı Avrupa’da ekilip biçilen toprakların üçte biri Katolik Kilisesi’ne aitti) hem de Endülijans (“cennete giriş”) belgesi ödemelerine karşı, yine dinsel çehreli ama özünde ekonomi-politik ayaklanmalar belirmeye başlamıştı... Ki bunun Protestan Reformizmi’ne kadar yolu olacaktır.
İşte kendisine “Gayrı yeter” demeye getiren bu kitlesel hareketlilikleri kırmak ve sömürüsüne yönelen dikkat ve tepkileri dağıtmak yolunda Katolik iktidarın ürettiği bir seçenektir cadı-avı çılgınlığı… Yukarıdaki satırları kaleme alırken de referans kaynağımız olan antropolog Marvin Harris’in çarpıcı deyişiyle cadı-avları, din kisvesi altında hüküm süren ayrıcalıklı ve güçlü sınıfların “sihirli fişeği” olmuştur (M. Harris, İnekler, Domuzlar, Savaşlar ve Cadılar – Kültür Bilmeceleri, İmge Kitabevi Yayınları, 1995, s. 176-202).
***
Neredeyse iki haftadır, AKP’nin kaybettiği “Şehr-i İstanbul”u bırakmamak için sergilediği “cehd”e baktığımda yukarıda aktardıklarım dolaşıyor zihnimde.
İstanbul üzerindeki iktidarı kaybetmeme yolunda AKP adına konuşanların ağzından çıkan bazı sözler, bana Avrupa’da Katolisizmin iktidarını elden bırakmamak için ürettiği “cadı-avcılığı” söylemini (elbette fiziksel şiddet ve kan dökmeye teşvik anlamında olmamakla birlikte) çağrıştırıyor.
Zaten 31 Mart yerel seçimleri öncesi yaygınlaştırılan “beka sorunu” söyleminde, bir tür “cadılaştırma” kampanyasının, kitlelerin bu iktidar tarafından yoksulluğa ve umarsızlığa sürüklendikleri gerçeğini bastırma ve dikkatleri o bağlamdan uzaklaştırma yolunda uygulamaya konmasına şahit olduk biz...
Tıpkı kilise babalarının “içine şeytan girmiş” cadılardan dem vurmasını anıştıran bir dille; içerisine FETÖ girmiş, Kandil’den talimat almış, terörle “Sabbat” yapıp “zillet ya da illet”e batmış olmakla itham ettiler bu ülkenin demokratik meşrulukla kitlelerin önüne çıkan muhalefetini ve onun adaylarını…
Bütün bu çabalarına rağmen yine de kaybettikleri şehirlerde ve tabii esasen İstanbul’da günlerdir tüm dünyanın gözleri önünde adeta “sandığa şeytan girmiş” dercesine çırpınıyorlar, “FETÖ operasyonu bu” iddiasıyla...
Devri iktidarlarının doruk noktasında seçim sandık kurullarını istedikleri gibi belirleme, şekillendirme, denetleme imkânına sahip oldukları bir süreçte;
Oy sayımında geriye düştüklerinde hükümleri altındaki haber ajansının korkudan “İmamoğlu oyları”nı ilan edemediği bir siyasal kudret konjonktüründe;
Ve kaybetmişliğin aslında balkondaki yalnızlıkla ve dillerden dökülen teselli şarkılarıyla aslında ayan beyan ortada olduğu bir atmosferde;
Bakıyoruz İstanbul adına ha bire konuşan AKP yetkilileri diyor ki “seçimde operasyon yedik”.
Ve işaret parmaklarını FETÖ addedilen “sihirli fişek”ten yana doğrultarak toplumun demokrasi, özgürlük ve “Bahar” talebi yönünde akan suları durdurmaya çalışıyorlar.
***
Fakat, heyhat dünya! Sonra bir de bakıyoruz ki ne görelim?..
O AKP adına konuşan ve “seçimde FETÖ parmağı var” diyen bazı ağızlar;
Bir bakıma 11’inci yüzyılda Katolik kilisesinin cadıların uçuşuna inanmayı yasaklayıp, sonra 15’inci yüzyıldan itibaren cadıların uçtuğuna ve Şeytan’la iş birliği yaptığına inanmamayı günah sayması gibi;
Bir zamanlar, FETÖ diye bir “kötülük kategorisi” olduğuna inanmayı değil, inanmamayı teşvik edercesine “Türkçe Olimpiyatları”nda sahnelerde muhabbet dolu muhteşem pozlar vermişler.
Ama şimdi karşımızda, şu İstanbul seçimleri bağlamında bir “kötülük kategorisi” olarak FETÖ’nün sandıklardaki şeytanlığına inanmamayı günah/suç saydıracak şekilde mikrofonların önünde konuştukça konuşuyorlar.
Demek ki bu iktidar için ihtiyaç, bir dönem, şimdi “Cadı”laştırdığı unsurlarla kol kola girmekti; “Türkçe Olimpiyatları”nda olduğu gibi; veya “Barış Süreci”nde, Oslo görüşmelerinde, Dolmabahçe Mutabakatı’nda olduğu gibi…
Ama gün oldu devran döndü ve aynı iktidar şimdi “Cadı” saydıklarının da ötesinde, kendisine muhalif olan, iktidarını sorgulayan ve “Gayrı yeter” diyen herkesi "cadılar"la iş birliği yapan “hainler/alçaklar” diye suçlayıp ayakta kalmaya, bu arada İstanbul’u da elde tutmaya çabalıyor.
Fakat sonuçta tarihten biliyoruz ki korkunun ecele faydası yok. Er ya da geç, olacak ne ise olacaktır.
Ve Hristiyan Katolisizmi için olduğu gibi, "AKP Katolisizmi" için de “beka” niyetine böylesi bir “cadılaştırma ameliyesi”nin mukadder gidişatı değiştirmediğinin tarih sayfalarına işleneceği günler gelecektir.