Geçtiğimiz hafta Cadılar Bayramı’nı kutladık. Artık Perşembe günlerimizin vazgeçilmezi haline gelmiş programımız Gerçek Gridir’de enine boyuna, acısıyla-tatlısıyla konuştuk bu konuyu… Evet, acısıyla-tatlısıyla, çünkü bugün tatlı tatlı kutlanan Cadılar Bayramı’nın ardında acılar, asırlar boyu sürmüş cadı-avları var.
15’inci yüzyılın ortalarından itibaren başlayan ve 18’inci yüzyıl sonlarına kadar, giderek Batı Avrupa’nın uzantısı haline gelmiş Kuzey Amerika’yı da içine alacak şekilde devam eden cadı-avcılığında (witch-hunting) yüzde 80’den fazlası kadın olmak üzere yüz binlerce insan katledildi. Temel suçlama, Hristiyanlık-öncesi Avrupa coğrafyasından miras Paganizm (Doğa tapımı) ile büyüsel pratikleri buluşturup bileştiren, çoğu kadın olan inanç sahiplerinin “şeytanla iş birliği yaptıkları” ve kitlesel felaketlerin müsebbibi olduklarıydı.
Bu gerekçe üzerinden “Hristiyan babaları” (papalar, papazlar, rahipler) köylü kitlelerini “gaza getirerek” yüz binlerce insanı işkenceler yaparak, asarak, yakarak öldürdü ve öldürttü. Kayıt altına alınmayanlarla birlikte hayatını kaybedenlerin sayısının milyonu bulduğunu iddia edenler de var.
Neredeyse 300 yıla yayılan bu korkunç pratiğin altyapısında, karşımıza "yeni bir dünya" çıkaracak büyük ölçekli bir sosyo-ekonomik değişim dinamiği ve bu dinamik doğrultusunda iktidarları sarsılmaya başlayanların kaygıları vardı.
Cadı-avcılığı, çoklukla sanıldığının aksine Orta Çağ’ın değil, erken-modern dönemlerin bir uygulamasıdır ve baş rolde Katolik Kilisesi (Papalık) vardır. Orta Çağ’da Roma-sonrası feodal Avrupa’da iktidarını pekiştirme (konsolide etme) yolunda Haçlı Seferleri’ni tezgâhlamış bu Kilise, 15’inci yüzyıldan itibaren artık şafağı iyice sökmüş Modern Çağ’da iliklerine kadar hissettiği iktidar düşüşünü durdurma yolunda da cadı-avlarını tezgâhladı.
Bu bağlamda hemfikir olunan bir nokta, 16’ıncı yüzyıl başından itibaren kendisini gösteren Protestanlığın, cadı-avlarını yoğun ve sistematik hale getirecek Katolik motivasyonu azdırdığıdır.
Cadı avcılığı Protestan Reformizmi’nin doğuşuna koşut şekilde 16’ıncı yüzyılın ortasından 18’inci yüzyılın ortasına kadar en “parlak” dönemini yaşadı.
Bilindiği üzere Protestanlık, Katolikliğe bir protestodur ve itici gücü de burjuvazidir.
Martin Luther, kapitalizmin Katolisizmi protestosunun dilidir.
Yani kapitalist Hristiyanlığa, Protestanlık denir.
***
Konumuz bambaşka olduğu ve burada modern burjuva-kapitalist uygarlığın tarihsel serüvenine din bağlamında bakmak gibi bir hedefimiz olmadığı için bu satır başlarıyla yetinerek hızla yol alalım:
Arkasında “Yeni Hayat”ın asli aktörü burjuvazi bulunan Protestanlığın, kitleler nezdinde sahip olduğu “maneviyat tekeli”ni kırarak kendisine büyük bir tehdit oluşturduğunu hissetti Katolik iktidar ve kitlelerin dikkatini dağıtma yolunda çareyi, onların muazzam sosyo-ekonomik çalkantılarla altüst olmuş hayatlarının müsebbibi olarak “Şeytanla iş birliği içindeki Cadılar”ı işaret etmekte buldu.
Böylece cadı-avlarının önü açıldı.
Peki, yozlaşmış, kitlelerin kanını emen, onlardan “cennete-giriş vergisi” dahi alan Papalığın karşısına 95 maddelik “protesto” belgesiyle çıkan Luther ve onun önünü açtığı Protestanlık ne yaptı dersiniz bu Katolik cadı-avcılığı karşısında?..
Ne yapacak, “avcıdan daha avcı” olarak “Cadılık” lânetlemesinde daha cevval, tutkulu, ateşli tutum alıp, yangını söndürmek ne kelime, ateşi daha da körükledi.
Ne Protestanlık ne de yükselen burjuvazi ve kapitalizm, cadı-avcılığında Katoliklikten geri kaldılar. Luther, cadılığın gerçek olduğuna dair hiçbir kuşku duymayarak “avcılık” kervanına katıldı ve cadıların acımaksızın, kanuni incelikler göz önüne alınmaksızın öldürülmelerini önerdi.
Hemen her konuda birbirleriyle kıran kırana olmuş Katolik ve Protestanların “Cadılar”a zulümde kol kola olması da; kapitalizmin yaygınlaşması ve gelişmesinde cadı-avcılığının nasıl bir “moment” oluşturduğu da konuyla ilgili güvenilir kaynaklarda karşımıza çıkan tespitlerdir.
***
Demek ki bir “Yeni Hayat” ortaya çıkarken kitleler nezdinde itibarını yitiren feodal iktidar, yani lordlar ve kilise (Katoliklik) de; “Yeni Hayat”ı temsil eden burjuvazi ile onun “yeni-kilise”si de (Protestanlık) cadıları asmak-kesmek-yakmakta birleşmişler.
Birinciler, kaybetme yoluna girdiklerini hissettikleri kitleleri tekrar yanlarına çekmek adına… İkinciler, kazanma yolunda olduklarını hissettikleri aynı kitlelerin bir “şeytan-taşlama” oyunu ile kendilerinden koparılıp tekrar karşı tarafa meyletmesini engellemek adına…
İktidar kaybında olanlarla iktidar kazanma derdinde olanların suç ve günah ortaklığından çıkmıştır Avrupa ve Amerika’nın cadı-avları…
***
Böyle uzun uzun anlattım. Çünkü 23 Haziran 2019 yerel seçimlerinden bu yana uzun uzun üzülüyorum!..
Kürt siyasi hareketinin parlamentoda da kendisine yer açmış temsilcisi HDP’nin Türkiye’de dinbaz-otoriteryanizmin önünü kesme yolunda ürettiği siyaset sonrasında şimdi karşı karşıya kaldığı baskıları izlerken hep insanlık tarihinin kara sayfalarından birini oluşturan cadı-avlarını hatırlıyorum.
“Şeytanla iş birliği yapan cadılar” retoriği yüzyıllarca iktidar ve kitleler bağlamında ne işlev görüp neye hizmet ettiyse, “terörle iş birliği yapan HDP’liler” retoriği de bu topraklarda hanidir o işlevi görüyor diye düşünüyorum.
Biliyorsunuz, 7 Haziran 2015 genel seçimlerinde iktidarının sarsıldığını hisseden dinbazlık, aynı cadılaştırma ameliyesinin ilk örneğini o zaman da verdi. Önce 1 Kasım’da tekrar-seçimin önünü açtı; ardından Haziran’dan Kasım’a gidiş yolunda savaş tamtamları çalıp, sesine dağlardan gelen bir karşılık da bularak tekrar-seçimde iktidar düşüşünü durdurdu.
Aynı cadılaştırma ameliyesine 23 Haziran 2019 seçiminde istediği sonucu, artık ne kadar tekrar-seçim yaparsa yapsın alamayacağını fark ettiği noktada bu defa dışarıda, Suriye’de kitleler nezdinde meşrulaştırmayı başardığı bir operasyon eşliğinde gitti. “Terörle iş birliği” söylemi üzerinden PKK-YPG-PYD dolayımıyla HDP’yi hedef tahtasına oturtarak…
Bu ameliyenin sonuçlarını hep birlikte gayet açık izliyoruz: Ben bu yazıyı kaleme alırken bir taraftan elimin altındaki mobil ekranda son kayyım atanan Mardin Kızıltepe Belediyesi’nin halkın oylarıyla seçilmiş HDP’li Başkanı Nilüfer Elik Yılmaz’ın belediye binasına alınmaması nedeniyle kapı önünde polislerle tartışmasının yazılı-görüntülü haberini okuyorum. Kayyım atanan HDP’li belediye sayısının 15’e çıktığı da not edilmiş orada.
Öbür taraftan gözüm, aynı T24 sayfasında kardeşim Murat Sabuncu’nun yazı başlığına takılıyor: “Kürtlerdeki duygusal kopuş…” ve “Demirtaş’ın uyarıları”…
Sonra Murat’ın yazısını okuyorum, okuyorum, okuyorum… İçim sıkılıyor, daralıyor ve girdiğim bunalımdan işte yukarıdaki başlıkla şekillenen bu yazıyı kaleme alarak çıkıyorum:
AKP Katolikliği…
CHP Protestanlığı…
Ve HDP “Cadılığı”.
Daha doğrusu, HDP’nin cadılaştırılması.
***
31 Mart 2019 yerel seçimleri öncesinde HDP Eş Genel Başkanı Sezai Temelli çok net biçimde Türkiye büyük şehirlerinde “Millet İttifakı” temsilcisi adaylara iktidar ittifakı karşısında destek vereceklerini açıkladı. İktidar, linçlere davet çıkarıcı tüm manipülasyonlarına rağmen seçimde istediği sonucu alamadı. 23 Haziran tekrar-seçiminde de üstelik manipülasyonlar bu defa İmralı’dan gelen iktidar-yanlısı sese ve TRT ekranlarında "Öcalan temsilleri"ne varır noktaya geldiği halde bu destek devam etti.
Sonuçta muktedir ağızlarca da “Türkiye” sayılan İstanbul’da 800 bin küsur oyla CHP seçimi alıp bu iktidara çok büyük bir sarsıntı yaşattıysa bunu HDP’ye ve seçmenlerine borçlu.
Bu söylediklerim bilinmeyen hususlar değil.
Seçimden sonra HDP’li belediyelere yönelik kayyım atamaları karşısında ve HDP’yi toplum nezdinde terörle eşitleme yolunda göndermelerin zirve yaptığı Suriye operasyonu sırasında CHP’nin sessizliği; tezkereye “içleri yana yana” nasıl destek verdiği de bilinmez değil.
Bütün bu bilinenler doğrultusunda işte benim de tarihten güncelliğe, böylesi analojik bir yorum yazısı çıkarmaktan öte bir şey gelmiyor elimden!..
AKP, tıpkı yükselen burjuvazi ve Protestanlık karşısında kitleler nezdinde itibarını kaybeden Katolikliğin “cadılar” üzerinden yaptığı gibi, düşüşün önünü kesme yolunda, bu düşüşte etkisi büyük olan HDP’yi terörle iltisaklı göstererek hanidir kendi üzerinde toplanmış dikkatleri başka yöne sevk ediyor.
Peki ya CHP?
Maalesef o da Katolik iktidarın gücüne büyük darbe vuran Protestanlığın yaptığı gibi, “cadılaştırma” ameliyesinde hiç mi hiç geri kalmadığını düşündürecek bir tutum sergiliyor. Çünkü iktidar kazanma yolunda olduğu sanısıyla “Kürt-fobisi”nde demirleyen kitleleri karşı tarafa kaybetmeme kaygısı taşıyor.
İktidara büyükşehir belediye seçimlerinde ciddi bir hezimet yaşatmışken, “terörle iş birliği yapan HDP” söylemi karşısında kilitleniyor.
Böylece, kendisine oy veren HDP’li seçmenlerin oylarının hakkını demokratik zeminde gözetme hususunda da hiç ama hiç iyi sınav veremiyor.
Sonuçta, “cadılara lânet” noktasında, her konuda karşıt Katoliklik ve Protestanlık nasıl kol kola girdiyse, “teröre lânet” retoriği eşliğinde HDP’nin kitleler önünde kriminalleştirilmesinde, şeytanlaştırılmasında, cadılaştırılmasında da o, ne yazık ki iktidarla kol kola bir izlenim yaratıyor.
***
Peki cadı-avlarının o korkunç, kömür kömür yüzyıllarından geriye bugün ne kaldı?
Cadılar Bayramı!..
Cadı avcılığı insanlık tarihinin yüz karası bir leke olarak hatırlanırken, bugün Cadılar Bayramı dünyanın her yerinde güle-oynaya, neşeyle-coşkuyla kutlanıyor ve “Cadılar” tatlı tatlı yâd ediliyor.
Bu yüzden elbette son söz CHP’ye:
Neyin “Protestan”ısınız?!
Tarih karşısında şapkanızı koyun önünüze, iyice düşünün bunun üzerine!..
(Meraklısı için: Cadılık, cadılar ve cadı-avları üzerine, kültürel-antropolojik nefis bir okuma olarak, Marvin Harris, “İnekler, Domuzlar, Savaşlar ve Cadılar”, İmge, 1995; Protestanlık ve cadılık üzerine, Preserved Smith, “Rönesans ve Reform Çağı”, İş Bankası Yayınları, 2001; cadı-avcılığının kapitalizmin gelişme sürecine katkılarına ilişkin, Silvia Federici, “Caliban ve Cadı: Kadınlar, Beden ve İlksel Birikim”, Otonom, 2012).