22 Haziran 2019

Sen bize lâyıksın İstanbul!

Esas olan, İstanbul’un hiç, hiç, hiç bitmeyeceğini bilerek yaşamaktır İstanbul’da... Kendisi hiç hiç hiç bitmeyecekmiş gibi, İstanbul'u dünyevi hırslarına adeta yaşmak yaparak yaşamak değil…

İstanbul için artık seçim vakti. Bizim için de İstanbul’a dair bazı özel hatıralara gömülme, hatırlamalarda bulunma vakti...

Ankara’da doğdum büyüdüm ama İstanbul da bir ölçüde bana memleket sayılır.

Annem Beykoz’da o muhteşem Karakulak Suyu’nun çağıl çağıl çağlattığı Dereseki’de doğmuştur. Köydü tabii Dereseki o zaman… Sonra, köyünün ilk okuyan kızlarından olarak Arifiye Köy Enstitüsü’ne yol tutmuş, mezun olduktan sonra da Şile’nin Kızılcaköy’üne atanıp öğretmenliğe yine İstanbul’un kıyıcığında başlamış.

En güzel yılları İstanbul’da geçmiş annemin…

Evlenince babamla birlikte kopuyor İstanbul’dan ve Ankara’ya geliyor; annesini ve kardeşlerini Beykoz’da Dereseki ve Akbaba’da bırakarak…

Benim İstanbul’a dair en eski hatıra parçacığım da annemin ana toprağı Beykoz’a küçücük bir çocuk olarak geldiğimdeki ilk durak olan Harem… Terminalde dayımın bizi karşılayışı ve doğru Dereseki’ye, önünde pırıl pırıl, gürül gürül akan bir çeşme bulunan, bahçesi de fındık ağaçlarıyla bezeli olan anneannemin yaşadığı eve yol tutmamız…

Bu olağanüstü doğa harikasının ortasında “insanî” bir girdi olarak (belki “eksiklik” de denilebilir) hatırladığım ise “lüks lambası”. O yıllarda (1960’ların sonu) Dereseki’de de Akbaba’da da elektrik yok. Akşam olup hava kararmaya yüz tuttuğunda dayımın, odanın tavanının ortasında bir “avize” gibi duran lüks lambasını yakmaya uğraşışı da hafızamdan hiç silinmedi.



Dereseki-Karakulak Suyu (Beykoz)

 Samsun-Çarşamba’dan Üsküdar’a…

Baba tarafımda da kökler Samsun-Çarşamba’ya gitmekle birlikte kendimi ilk bilmeye başladığım zaman, o cenahta da hayatın nabzının İstanbul’da attığını hatırlıyorum.

Babam 20’li yaşlarından itibaren babaannemle birlikte İstanbul-Üsküdar’da yaşıyor ve Şile-Ömerli’de Orman Şefi olarak çalışmakta. Bu arada abisi de (ki babamla onun arasında 20 yaş, babamla benim aramda da 42 yaş fark üst üste eklendiğinde ben ona amca değil “dede” diyordum) Fatih-Sarıgüzel Caddesi’nde çoluk çocuk yaşamakta. O Fatih’teki ev de hatıralarımda en derin yerde bâki…

Babamın en güzel yılları da İstanbul’da geçmiştir. Ayrıca bir de Beşiktaş’a gönül verip ömrünü Baba Hakkı’ların, Süleyman Seba’ların dostluğunda Beşiktaş’a vakfetti o...

Bana da “BeşiktAşk”ı miras bıraktı tabii!..

Bu temeller üzerinde ilk gençliğimde, gençliğimde, yetişkinliğimde hep bir sürekli uğrak yeri oldu İstanbul bana…

Son altı yıldır da hayatımı sürdürdüğüm şehir artık İstanbul… Çok zor, çok meşakkatli, çok yorucu; ama aynı ölçüde de mucizevî, muazzam ve muhteşem bir şehir. Doğa olarak, tarih olarak, kültür olarak…

İstanbul’u öldüresiye “sevmek”

Evet, Ankaralıyım ama İstanbul, diyebilirim ki hep uzaktan sevilen, aşkların en güzeli bir yer olarak hayatımın parçası oldu.

Ne Ankara’yı hiçe sayıp aslını inkâr eden haramzade oldum; ne de İstanbul’un dünyanın en güzel şehirlerinden biri, belki de birincisi olduğunu ifade etmekten geri durdum.

Ben İstanbul’u uzaktan sevdim, bizim taşı-toprağı sert, kuru ve çatır Ankara’ya da ihanet etmedim. Ama İstanbul, onun böğründe büyüyüp ona âşık olduklarını söyleyip sonuçta (kendilerinin de kabul ettiği üzere) ona ihanet edenler tarafından tarumar edildi.

Biz İstanbul’u uzaktan özlemle sevdik, onlar İstanbul’u içeriden öldüresiye “sevdiler”!

Biz İstanbul tarafından fethedilmek istedik, onlar hep ama hep İstanbul’u fethetme derdinde, böylece mahvetme cihetinde oldular.

“Mavi ile yeşil”in eşsiz, benzersiz, rüya gibi buluşma mekânı olan bir yeryüzü cennetini, betonataparlığın ibadetgâhı gri bir cehenneme çevirdiler.

İstanbul yazılmaz, yaşanır

Yine de biz inanıyoruz ki İstanbul, hakkını geri almasını bilecektir.

Bütün bu insan-marifeti çirkinlikleri, tabiatı ile kusmasını bilecektir.

Ve onun tabiatıyla uyum içerisinde, “Bir ağaç gibi tek ve hür… Ve bir orman gibi kardeşçesine”  yaşamasını bilenlere gönlünü açmasını bilecektir.

Neticede ona sahip olmak isteyenler, onu fethettiğini zannedenler, onu tahrip edip betona boğanlar bitse de İstanbul hiç ama hiç bitmeyecektir. Çetin Altan’ın İstanbul üzerine o eşsiz ve okumaya doyum olmaz anlatı kitabında dediği gibi:

“Biliyorum İstanbul yazılmaz yaşanır. Ama yazmak da o kadar yaşamak ki bir yerde İstanbul yaşanırken yazı oluyor. (…) Yaşarken yazdığımız İstanbul elbette burada bitmedi… Yaşadığımız ve yazdığımız sürece de bitmeyecek. Sonunda biz biteceğiz, o bitmeyecek. Hiç, hiç, hiç bitmeyecek…” (Çetin Altan, Al İşte İstanbul, YAZKO, 1980).

Üç İstanbul musikisi

Dolayısıyla esas olan, İstanbul’un hiç, hiç, hiç bitmeyeceğini bile bile yaşamaktır İstanbul’u. Kendisi hiç hiç hiç bitmeyecekmiş gibi, İstanbul’u dünyevi iktidar hırslarına adeta yaşmak yaparak yaşamak değil…

Bu vesile ile İstanbul’a “hakiki aşk”ın en güzel, zarif ve içten tecellilerini bize örnekleyen, “sözü musikiye çevirmiş” üç dev ismin dizeleriyle, şimdi seçim vakti olsa da “İstanbul için her daim şiir vakti” diyerek yazımızı tamamına erdirelim!..

Elbette önce Yahya Kemal: 

Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul!

Görmedim gezmediğim, sevmediğim hiçbir yer.

Ömrüm oldukça, gönül tahtıma keyfince kurul!

Sade bir semtini sevmek bile bir ömre değer.

Nice revnaklı şehirler görülür dünyada,

Lakin efsunlu güzellikleri sensin yaratan.

Yaşamıştır derim, en hoş ve uzun rü'yada

Sende çok yıl yaşayan, sende ölen, sende yatan. 

 

Şimdi de hiç kuşkusuz Orhan Veli:

İstanbul`u dinliyorum, gözlerim kapalı 
Önce hafiften bir rüzgâr esiyor;
Yavaş yavaş sallanıyor
Yapraklar, ağaçlarda;
Uzaklarda, çok uzaklarda,
Sucuların hiç durmayan çıngırakları
İstanbul`u dinliyorum, gözlerim kapalı.

İstanbul`u dinliyorum, gözlerim kapalı;
Kuşlar geçiyor, derken;
Yükseklerden, sürü sürü, çığlık çığlık.
Ağlar çekiliyor dalyanlarda;
Bir kadının suya değiyor ayakları;
İstanbul`u dinliyorum, gözlerim kapalı.

İstanbul`u dinliyorum, gözlerim kapalı;
Serin serin Kapalıçarşı
Cıvıl cıvıl Mahmutpaşa
Güvercin dolu avlular
Çekiç sesleri geliyor doklardan
Güzelim bahar rüzgarında ter kokuları;
İstanbul`u dinliyorum, gözlerim kapalı.

İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı;
Başımda eski alemlerin sarhoşluğu
Loş kayıkhaneleriyle bir yalı;
Dinmiş lodosların uğultusu içinde
İstanbul`u dinliyorum, gözlerim kapalı.

İstanbul`u dinliyorum, gözlerim kapalı;
Bir yosma geçiyor kaldırımdan;
Küfürler, şarkılar, türküler, laf atmalar.
Bir şey düşüyor elinden yere;
Bir gül olmalı;İstanbul`u dinliyorum, gözlerim kapalı.

İstanbul`u dinliyorum, gözlerim kapalı;
Bir kuş çırpınıyor eteklerinde;
Alnın sıcak mı, değil mi, biliyorum;
Dudakların ıslak mı, değil mi, biliyorum;
Beyaz bir ay doğuyor fıstıkların arkasındanKalbinin vuruşundan anlıyorum;
İstanbul`u dinliyorum.

Ve nihayet… Kanımca her iki şiiri de kültürel çerçevede temize çekip, bir de İstanbul’u (yine Nâzım’dan esinle ifade edecek olursak) “Sen, kavgamın içinde bir şehirsin Sevgilim” dercesine taçlandıran dizeleriyle, Vedat Türkali:

Salkım salkım tan yelleri estiğinde
Mavi patiskaları yırtan gemilerinle
Uzaktan seni düşünüjrüm İstanbul
Binbir direkli Halicinde akşam
Adalarında bahar
Süleymaniyende güneş
Hey sen güzelsin kavgamızın şehri

Ve uzaklardan seni düşündüğüm bugünlerde
Bakışlarımda akşam karanlığın
Kulaklarımda sesin İstanbul

Ve uzaklardan
Ve uzaklardan seni düşündüğüm bugünlerde
Sen şimdi haramilerin elindesin İstanbul

Plajlarında karaborsacılar
Yağlı gövdelerini kuma sermiştir.
Kürtajlı genç kızlar cilve yapar karşılarında
Balıkpazarında depoya kaçırılan fasulyanın
Meyvesini birlikte devşirirler
Sen şimdi haramilerin elindesin İstanbul

Et tereyağı şeker
Padişahın üç oğludur kenar mahallelerinde
Yumurta masalıyla büyütülür çocukların
Hürriyet yok
Ekmek yok
Hak yok
Kolların ardından bağlandı
Kesildi yolbaşların
Haramilerin gayrısına yaşamak yok

Almış dizginleri eline
Bir avuç vurguncu müteahhit toprak ağası
Onların kemik yalayan dostları
Onların sazı cazı villası doktoru dişçisi
Ve sen esnaf sen söyle sen memur sen entellektüel
Ve sen
Ve sen haktan bahseden Ortaköyün Cibalinin işçisi
Seni öldürürler
Seni sürerler
Buhranlar senin sırtından geçiştirilir
İpek şiltelerin istakozların
ve ahmak selameti için
Hakkında idam hükümleri verilir

Haktan bahseden namuslu insanları
Yağmurlu bir mart akşamı topladılar
Karanlık mahzenlerinde şehrin
Cellatlara gün doğdu
Kardeşlerin acısıyla yanan bir çift gözün vardır
Bir kalem yazın vardır
Dudaklarını yakan bir çift sözün vardır
Söylenmez

Haramiler kesmiş sokak başlarını
Polisin kırbacı celladın ipi spikerin çenesi baskı makinesi
Haramilerin elinde
Ve mahzenlerinde insanlar bekler
Gönüllerinde kavga gönüllerinde zafer
Bebeklerin hasreti içlerinde gömülü
Can yoldaşlar saklıdır mahzenlerinde

Boşuna çekilmedi bunca acılar İstanbul
Bulutların ardında damla damla sesler
Gülen çehreleri ve cesaretleriyle
Arkadaşlar çıktı karşıma
Dindi şakalarımın ağrısı

Bir kadın yoldaş tanırdım
Bir kardeş karısı
Hasta ciğerlerini taşıdığı çelimsiz kemikli omuzları
Ve hüzünlü çehresiyle bebelerini seyrederdi
Cellatlara emir verildiği gün haramilerin sarayında
Gebeliğin dokuzuncu ayında
Aç kurtların varoşlara saldırdığı
Tipili bir gece yarısı
Sırtında çok uzak bir köyden indirdi
Otuzbeş kiloluk sırrımızı
Zafer kanlı zafer kıpkırmızı

Boşuna çekilmedi bunca acılar İstanbul
Bekle bizi
Büyük ve sakin Süleymaniyenle bekle
Parklarınla köprülerinle kulelerinle meydanlarınla
Mavi denizlerine yaslanmış
Beyaz tahta masalı kahvelerinle bekle
Ve bir kuruşa Yenihayat satan
Tophanenin karanlık sokaklarında
Koyunkoyuna yatan
Kirli çocuklarınla bekle bizi
Bekle zafer şarkılarıyla caddelerinden geçişimizi
Bekle dinamiti tarihin
Bekle yumruklarımız
Haramilerin saltanıtını yıksın
Bekle o günler gelsin İstanbul bekle
Sen bize layıksın

***

 (Not: Seçim yasağının yazılarımız üzerinde yaratacağı baskıyı aşma yolunda T24 PAZAR’ı bu hafta erken doğurmak ve Cumartesi’den ilgiye açmak durumunda kaldık. Okurlarımızın bizi anlayışla karşılayacağını umuyoruz.) 

Yazarın Diğer Yazıları

Kitabın ölümü

Artık 'bestseller' değil, 'fastseller' kitaplardan bahsedilebilir; tıpkı fastfood gibi. Ama bizde 'fastseller' kitap olgusuna başka boyutlar eklemek mümkün: Kitabın 'tılsım' ya da 'oyuncak' olarak da ayırt edilir hale gelmesi…

'O Ses Türkiye'de Kürt realitesi ve halklara selâm!

O Ses Türkiye yarı finalinde Kürtçe ninni okuyup "Türkiye halklarına selâm olsun" diyen genç müzisyene yönelik alkışlar, aynı evrende 20 yıl önce benzeri eylem ve söylemi hayatı pahasına sergilemiş Ahmet Kaya’nın ruhuna bir ferahlık olmuştur!..

Diziler ve reytingler

Yıllanmış dizi 'Reis'te irtifa kaybı ortada olunca yeni bir ruh, coşku ve umutla sahneye konan bir başka 'dizi'ye seyirci ilgisinin önüne geçilemedi. 2009 Davos'unda reyting doruğuna çıkmış 'Reis', 2019 İstanbul'unda bir Haziran gecesi zirvedeki yerini 'İmam'ın Oğlu'na kaptırdı!