21 Nisan 2019

İmamoğlu’nun işareti: Dünya dünyevî yaşanır!

Ekrem İmamoğlu bu memlekette umudun yok olmadığının işareti, mutluluğun mümkün olduğunun işareti ve bunun ötesinde dünyanın “uhrevî” değil, ancak ve ancak dünyevî yaşanabileceğinin işareti!..

25 yıllık “Tayyip Erdoğan aşkı”ndan çok yıpranmış olarak çıkan İstanbul, umuda ve mutluluğa yelken açmanın keyfini Ekrem İmamoğlu ile yaşıyor.

“Mut” ve umut, iç içe geçmiş ve birbirine doğuş veren iki canlı hücre gibi... Umudun olmadığı yerde mutluluk da olmaz; umudun öldüğü yerde mutluluk ölür. 

Umut, “potansiyel mutluluk”tur.

Ekrem İmamoğlu ile Türkiye, daha özel olarak İstanbul, böylesi bir potansiyelin, yani “gizilgüç”ün açığa çıktığı bir durumu, güçlü mü güçlü bir mutluluğu deneyimliyor.

Laik topluma bir “nefes”

Ekrem İmamoğlu, 2013 Haziran’ındaki Gezi Olayları akabinde bu ülkenin içerisine düştüğü alacakaranlık halinin, karamsarlığın, umutsuzluğun, dolayısıyla mutsuzluğun sonuna varıldığını düşünmeye imkân veren bir “nefes” olarak karşımızda bugün…

Elbette bu toprakları kutuplaştırıp birbirine düşürmeye hevesli şedit, öfke dolu, ağzından adeta yanardağ lavları saçan bir siyaset anlayışının, üstelik ne yapıyorsa dinbazlık sosuna bulayarak yapan bu anlayışın daha eskiye giden bir tarihi var. Dedik ya, İstanbul çeyrek asırdır yukarıda sıralanan karakteristiklerle hareket eden bir siyaset erbabının irade ve tasarruflarıyla tarûmar!..

Ama bu siyaset anlayışının, kültürel olarak heterojen ve melez Türkiye toplumuna açık seçik, ayan beyan, hoyratça ve fütursuzca, hayatın tek ölçüsü olarak dini dayatmaya dönük totaliter tavrı, Gezi’yi tetikleyecek mahiyette 2013’ten itibaren söz konusu oldu. Hatırlayalım Gezi Parkı olaylarının başladığı 2013 Haziran’ı öncesinde o dönemin AKP İl Başkanı Aziz Babuşçu’nun Nisan 2013’te sarf ettiği şu sözleri:

“10 yıllık iktidar dönemimizde bizimle şu ya da bu şekilde paydaş olanlar gelecek 10 yılda bizimle paydaş olmayacaklar. Gelecek, inşa dönemidir. İnşa dönemi onların arzu ettiği gibi olmayacak.”

Tam da bu sözlerin ardından gelmişti günlük hayata yönelik dinbaz-politik bir garezle yapılan müdahaleler: Kürtaja karşı lanetleyici kampanyalar; içki içen insanları aşağılayıp şeytanlaştırmalar, onlara “İçeceksen git evinde iç” diye azar çekmeler; “Kafa kıyak gençlik istemiyoruz” demeler; kız öğrencilerin etek boylarıyla uğraşmalar; “Kızlı erkekli alem yapıyorlar” yalanlarıyla linç davetiyeleri çıkarmalar; el ele kol kola yürüyen, öpüşen koklaşan gençlere müdahaleler, vs. vs. vs.

(Elbette diğer tarafta da holdingleşen tekkeler, tacizci vakıflar, “Bakara-makara”cı partililer ve daha neler neler!..)

Çevreye duyarlı bir grup insanın Taksim Gezi Parkı’ndaki ağaçların kesilmesine dönük başlattıkları mütevazı bir eylemin dinbaz iktidara karşı toplumsal bir patlamaya dönüşmesinin altyapısında yer alan kültürel sorun parçacıklarıdır bunlar…

El birliğiyle mutlu bir İstanbul!

Bu yukarıdaki çerçeveden olarak Gezi hadisesi, bir hayat isyanı, laik toplumun yükselttiği bir feryattır.

Aynı perspektiften bugün İmamoğlu hadisesi de bir hayat ışığı, laik toplum nezdinde bir ferahlıktır.

Dolayısıyla Türkiye’de laik toplumun Gezi ile başlayan kültürel anlamda ayakta kalma mücadelesi asıl şimdi bir dönüm noktasına ulaştı.

Bu doğrultuda Ekrem İmamoğlu bu memlekette umudun yok olmadığının işareti.

Ekrem İmamoğlu bu memlekette mutluluğun mümkün olduğunun işareti.

Ekrem İmamoğlu bu memlekette farklılıklarımız üzerinden kutuplaşma değil “melezleşme” yönünde siyaset yapıldığında dindarıyla dindar-olmayanıyla herkesin gönlünün kazanılabileceğinin işareti.

Zaten bu yüzden diyor ki o, “Bu seçimin kaybedeni yok, 16 milyon hep beraber kazandı. El birliğiyle mutlu bir İstanbul yaratalım!..”

Ama bana sorarsanız Ekrem İmamoğlu tüm bunların ötesinde dünyanın ancak ve ancak “dünyevî” yaşanabileceğinin işareti!..

Herkesi “uhrevî” yaşamaya zorladılar

Onlar, bir dönemin resmi-ideolojik tasarruflarına duydukları hınçla bir “İmam-Hatip Türkiyesi” yaratmak istediler.

Bu ülkenin dindarlığa en uzak insanlarında bile hiç mi hiç dinle çatışık olmayan, aksine “dinle barışık bir din-dışılık” gözlemlendiği halde bir “zorla-dindarlaştırma” ameliyesine yeltenip “dinsel duyu”yu hayatın her milimetrekaresine hâkim kılmak istediler.

Böyle yapa yapa bu dünyayı “uhrevî” yaşamaya insanları zorladılar.

“Popüler kültür”ün dindar/dindar-olmayan hiç fark etmeksizin gençler için asli çekim merkezi haline geldiği bir zamanda ve onun ancak “seküler” yani dünyevî bir iklimde nefes alıp verebildiği aşikâr olduğu halde, sokağı “Kutsal”ın alanı saymaya ve saydırmaya yeltendiler.

Böyle olunca kendi genç kuşaklarını bile kaybettiler. Dindar-muhafazakâr gençler, Y-kuşağı/Z-kuşağıyla onların hükmü altındaki muhitlerde değil, hayatın nabzının seküler attığı “vaha”larda; Kadıköy’de, Beşiktaş’ta, Şişli’de, Sarıyer’de, Bakırköy’de sosyalleşip doya doya yaşama yöneliminde oldular.

Gezi’de “yüzde 50/yüzde 50”; dindar/dindar-olmayan; muhafazakâr/laik diye kutuplaştırdıkları toplumun kendi uhdelerinde düşündükleri kesimine bile giderek yabancılaştılar.

Dindar-muhafazakâr bir kültürel dokuya, örüntüye, altyapıya sahip toplum kesimlerinde bile mevcut “sekülerleşme” dinamiğini fark edemediler.

Dünyayı “Kutsal”ın boyunduruğuna, kendi sosyolojik cehaletleriyle sokmaya çalışarak en büyük zararı yine “Kutsal”a, dine, inanca verdiler.

Yeni şarkı: “Ben nerde yanlış yaptım?”

2013 yılında kurumlana kurumlana ilan ettiği “inşa süreci”nde dinbaz iktidarın altı yılda geldiği noktaya dair satır başları yukarıda sıralananlar…

Şimdi bazı kıyıya itilmiş, tasfiyeye uğramış o eski önde gelenleri bile ne diyor bakın: “Ak Parti’nin kurucu ilkelerinden yolunu çeviren ben miyim?..”

Anlayacağınız, Türkiye için düşündükleri “inşa” süreci, kendilerini “imha” sürecine dönüştü-dönüşüyor.

Bunun ne kadar farkındalar ve (kendi adlarına) bu tehlikeli gidişi görüp ne yapacaklar?..

Onların siyasi istikbalini bu soruya dönük stratejik/pratik cevapları belirleyecek.

O yüzden durumlarını daha da feci, trajik ve nihayetinde komik hale getirmemek için İmamoğlu ile “oyalanma”yı bıraksınlar!..

“Beraber yürüdük biz bu yollarda”; “Bizimkisi bir aşk hikâyesi” gibi kendilerini gülünç duruma düşüren, hâlihazırdaki trajik realitelerine hiç uymayan şarkıları terennüm etmeyi de bıraksınlar.

“Ben nerde yanlış yaptım” şarkısını dolasınlar dillerine…

Popüler kültürün seküler zaferi

Gezi olaylarının tüm hararetiyle devam ettiği günlerde şunları yazmıştım:

“Söz gelimi futbol, ancak seküler zeminde hayat buluyor. Takımı maç kazanmış, derbi almış, şampiyon olmuş taraftar coşmak, kendinden geçmek, içkisini içmek istiyor. Tayyip Erdoğan’ın, ‘İçeceksen evinde iç’ azarı, bu insanlar açısından sokak ‘kutsal’a ait demek… İşte o yüzden birbiriyle kanlı bıçaklı olan FB, GS, BJK, Trabzon, Karşıyaka, Göztepe, Ankaragücü, Adanaspor, Adana Demirsporlular adeta bir mucizeye imza atarcasına Gezi olaylarında sarmaş dolaş karşımızda belirdiler” (Radikal, 10 Haziran 2013).

Ekrem İmamoğlu için şimdi stadyumlarda ve sokaklarda “Mazbatayı ver” diye başlayan; “Başkan olacaksın” diye devam eden ve nihayetinde “Ekrem Başkan” diye hâlâ süren, takım renkleri birbiriyle “melezleşmiş” on binlerce sesin heyecan ve coşkusunu, 2013’te kaleme aldığım yukarıdaki satırları tekrar okuduğumda çok iyi anlıyorum!..

Ve o zaman Gezi’yi “Popüler kültürün seküler isyanı” olarak tanımlamıştım.

Şimdi de İmamoğlu’nu “Popüler kültürün seküler zaferi” olarak tanımlıyor ve selamlıyorum!..

Evet, "Ekrem Başkan," popüler kültürün seküler zaferidir; Beşiktaşlısı Fenerbahçelisiyle, Türk’üyle Kürt’üyle, Alevi’si Sünni’siyle, sağcısı solcusuyla ve en önemlisi, dindarı dindar-olmayanıyla…

Yazarın Diğer Yazıları

Kitabın ölümü

Artık 'bestseller' değil, 'fastseller' kitaplardan bahsedilebilir; tıpkı fastfood gibi. Ama bizde 'fastseller' kitap olgusuna başka boyutlar eklemek mümkün: Kitabın 'tılsım' ya da 'oyuncak' olarak da ayırt edilir hale gelmesi…

'O Ses Türkiye'de Kürt realitesi ve halklara selâm!

O Ses Türkiye yarı finalinde Kürtçe ninni okuyup "Türkiye halklarına selâm olsun" diyen genç müzisyene yönelik alkışlar, aynı evrende 20 yıl önce benzeri eylem ve söylemi hayatı pahasına sergilemiş Ahmet Kaya’nın ruhuna bir ferahlık olmuştur!..

Diziler ve reytingler

Yıllanmış dizi 'Reis'te irtifa kaybı ortada olunca yeni bir ruh, coşku ve umutla sahneye konan bir başka 'dizi'ye seyirci ilgisinin önüne geçilemedi. 2009 Davos'unda reyting doruğuna çıkmış 'Reis', 2019 İstanbul'unda bir Haziran gecesi zirvedeki yerini 'İmam'ın Oğlu'na kaptırdı!