Son zamanlarda dinbaz iktidar sahiplerinin elinde oyuncak olmuş Sultan II. Abdülhamid’in bugün ölüm yıldönümü (10 Şubat 1918). Geçen yıl, Sultan’ın 100’üncü ölüm yıldönümüne denk geldiği için bol miktarda anmaya vesile olmuştu. Mutlaka bu sene de bazı etkinlikler çıkacaktır karşımıza ve muhtemelen Abdülhamid’in şu ara hayli “spektaküler”, yani hep gözler önünde olan 5’inci göbekten torunu Nilhan Osmanoğlu da ortalıkta arz-ı endam edecektir.
Gerçi o, hafta içi zaten hayli gürültü koparan bir “atraksiyon”la sahne aldı ve gündeme oturdu. İsmet İnönü’nün Türkiye’ye geri dönmek isteyen Abdülhamid’in kızı Şadiye Sultan’dan, “Bunun bir bedeli var” diyerek mücevher aldığı, sonra da bu mücevherlerin Mevhibe İnönü’de görüldüğü şeklinde kanıtsız-belgesiz sözleriyle…
İnönü’den önce de Kılıçdaroğlu’nu hedef aldı
Bu, Nilhan Osmanoğlu’nun ilk marifeti değil. O, iki yıl kadar önce de “Parlamenter sistem canımıza yetti” lakırdısıyla ortalıkta hareket ve heyecan yaratmış, böylece Türkiye kamuoyunun lehte aleyhte ilgisini yoğun biçimde çekmişti. Kuşkusuz onu sahneye süren iktidar sahiplerinin başkanlık sistemi tezgâhını açmış oldukları bir süreçte, âleme “ecdat yadigârı” diye lanse edilen ağızdan çıkmış “ilaç gibi” bir ifadeydi bu… Referandum’a giden yolda başkanlık sistemine “evet” kampanyasına katılan ve oradan oraya adeta omuzlar üzerinde taşınan Osmanoğlu, “sıcak siyaset”e de doğrudan girecek mahiyette, Kemal Kılıçdaroğlu’nun “Neyinize yetmedi parlamenter sistem” sorusuna nazire mahiyetinde etmişti bu sözleri: “Bizim canımıza yetti parlamenter sistem artık!..”
Ve tam da dinbaz iktidarın kendi ekonomi-politik isterleri doğrultusunda sürdürdüğü “tarihî yeniden-inşacılık” faaliyetinin bir parçası olacak şekilde bu zamanın “hükümdar”ını tarihin içinden bir hükümdara, kendi büyük-büyük-büyükbabasına teyelleyen şu sözlerle bağlıyordu konuşmasını:
“Cumhurbaşkanımızı Sultan Abdülhamid Han’ın yalnızlığına bırakmamak için [başkanlık sistemine] evet diyorum.”
Sonrasında Nilhan Osmanoğlu’nun gıyabında gerçekleşen ve onu daha da “parlatan” bir de vahim vukuat var: Adamın biri çıktı ve “torun hanımefendi”nin yukarıda kaydedilen sözlerini eleştiren Müjdat Gezen’in Kadıköy’de yıllardır bir “ocak” gibi içerisinden genç yeteneklerin pişip yetiştiği “Müjdat Gezen Sanat Merkezi”ni kundakladı. Yakalandıktan sonra verdiği ifadeye göre kendisi, “Abdülhamid-i Sani”nin güzeller güzeli torunu hakkında Gezen’in “ileri-geri” konuşmasına öfkelenmiş ve bir bidon benzini binaya boca edip çakmağı çakmıştı.
“Yeni Türkiye”de Abdülhamid’e yağan nur!
AKP’nin “Yeni Türkiye”sine tarih icat etme yolunda Abdülhamid’i nirengi noktası yaptığı için olmaktaydı bunlar… “Kanun-i Esasi”yi rafa kaldırıp “Meşrutiyet” adı altında kendisini göstermiş parlamenter arayışlara ket vuran ve memlekette “istibdat”ı (despotizm) hâkim kılmış bir sultan figürü, konjonktürel olarak en uygun tarihsel referans ve çıkış noktasıydı “Erdoğan rejimi” için…
Ve bu çerçevede sadece Abdülhamid’in 5’inci göbekten torunu parlatılmakla kalınmıyordu elbette. “Popüler kültür” evrenimizde de bir Abdülhamid imgesi hanıdır parlatıldıkça parlatılmaktaydı. 2014’teki mini-dizi “Çırağan Baskını”nın siftahından sonra Abdülhamid torununun iktidar mahfillerinde bir kapıdan öbür kapıya davetlere icabetiyle eşzamanlı olarak “Payitaht Abdülhamid” dizisi için de Resmiyet’in ekranında başlama vuruşu her türlü imkân ve destek eşliğinde yapıldı.
Gel gelelim ilgili döneme hâkim tarihçilerin derhal dikkatini çeken şuydu ki ekranlarda sunulan Abdülhamid temsil ve imgesinin, gerçek Abdülhamid’le hiç mi hiç ilgisi yoktu. Elbette bir tarihsel malzeme üzerinde bazı fantastik tasarruflara gitmek kurgusal bir haktır denilebilir. Ama ortaya çıkan kurgu ve onun sunduğu imge, gerçek tarihsel şahsiyetten, yani mevzubahis Osmanlı sultanından ziyade bir “Bugünün Saraylısı”na daha fazla karşılık gelip çağrışım yapmaktaysa burada mazur görülebilir olmanın çok ötesinde bir sorunlu motivasyon olduğunu kaydetmek gerekir.
Erdoğan’ı “tarihselleştirme” girişimi
Lafı hiç eğip bükmeden dosdoğru söyleyelim: “Payitaht Abdülhamid”de karşımızda olan, “Reis” için biçilmiş bir “Abdülhamid kaftanı” idi. Ve dizide karşımıza çıkarılan cinsten bir Abdülhamid yok, ama öyle bir “Erdoğan” vardı.
Anlaşılan oydu ki AKP iktidarı bir taraftan “Abdülhamid kültü”nü “Yeni Türkiye”nin icap ve ihtiyaçları doğrultusunda, toplumda yaygın “Atatürk kültü” karşısında bir politik denge unsuru olarak etkinleştirmeye çalışırken, aynı zamanda bunu şimdiki zamanda Erdoğan’ı kültleştirme yolunda bir tarihsel dayanak (“gelenek-icadı”) olarak da işlevselleştirme çabasındaydı.
Kısaca, Abdülhamid üzerinden Erdoğan’ı “tarihselleştirme” girişimiydi bu.
İşte bu süreçte Nilhan Osmanoğlu da bir popüler figür olarak, adeta bir “celebrity” gibi öne çıkarıldı.
2017’de “Parlamenter sistem canımıza yetti” derken bu güzel kadının tek eksiği “tesettür”dü.
Şimdi “İsmet İnönü’nün eşinin üzerinde Şadiye Sultan”ın ‘broş’unun görüldüğü”nden dem vurarak çok ağır ithamlarda bulunurken izliyoruz onu ve bu eksiğin de giderilmiş olduğunu görüyoruz.
“Cast” Abdülhamid, kasıt Erdoğan!
Bu tablo karşısında denilebilir ki iktidarın “hayal endüstrisi”ni harekete geçirip resmi marifetle ürettiği Abdülhamid imgesiyle titreşimsel çerçevede Nilhan Osmanoğlu da bir dinbaz-politik kurgunun parçası olarak hareket ediyor.
“Payitaht Abdülhamid” dizisinin ilk ekrana geldiği dönemde, izlediği kurgu karşısında dayanamayıp “3. Milli Kültür Şûrası”nın “Sinema Radyo Televizyon Komisyonu”nda patlatan yönetmen Semih Kaplanoğlu’nun ifadesiyle: “Yok böyle bir tarih, yok böyle bir Abdülhamid, yok böyle bir saray!..”
Doğrudur ve ortada olan, bol miktarda Erdoğan motifleriyle bezeli bir kurgu karakter, diğer deyişle, Abdülhamid cast’ı içinde bize sunulan Erdoğan’dır.
Nilhan Osmanoğlu’nun da dedesi Abdülhamid’i kastederek yaptığı her ortaya çıkıştaki, her görünüşteki, her temaşadaki asıl kastı, aynen, Erdoğan’dır.