13 Haziran 2021

Marmara'nın beka sorunu ve 21. yüzyılda İstanbul

Roma'nın tarihe ve San Francisco'nun bilime dayalı gelişimlerinde sentez yapmamız gerektiğine inanıyorum. İstanbul ve Marmara Havzası'nı sürdürülebilir şekle sokacak bu vizyon aynı zamanda bu bölgenin eğitim, teknoloji, spor, kültür ve sanat merkezi olmasını sağlayacaktır

Marmara Denizi'nin yüzeyinde yaklaşık dört ay önce görmeye başladığımız salya (musilaj) giderek daha fazla endişeye ve tartışmaya neden oluyor. Son günlerde salya Çanakkale Boğazı'ndan geçerek Ege'ye ulaştığı için Prof. Dr. Bayram Öztürk bunun uluslararası bir soruna dönüşebileceğini söyledi. Artık küresel ölçekte bir çevre felaketi yaşadığımız dış basında da konuşuluyor. 21. yüzyılda İstanbul'un ve Marmara'nın salya ile birlikte anılması bize hiç yakışmıyor.

Geçen hafta Marmara için Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından bir araya getirilen yetkililer bazı önlemler almaya başladılar ve gelecek üç aylık dönemde bir salya mücadele eylem planı hazırlamaya karar verdiler. Bu eylem planının uygulanması durumunda bile, çözümün beş yıl kadar süreceği tahmin ediliyor.

Bu yazıda Marmara'nın yaşadığı beka sorununun boyutunu göstermek amacıyla konunun tarihçesini hatırlatacağım. Ayrıca, salyanın yaratacağı ekonomik ve sosyokültürel kayıplara değineceğim. Bu konuyu temelden çözmek üzere 21. yüzyıla yakışan bir İstanbul ve Marmara Havzası oluşturmak konusundaki önerimi de açıklayacağım.

Marmara'da kirliliğin tarihçesi

Tamamen ülkemiz tarafından çevrili olması nedeniyle iç deniz tanımı en çok Marmara'ya uyar. Buna son günlerde çok kullanılan mavi vatan tabirini de ilave edebiliriz. Bu vesile ile, yaşanan bu krizin sadece bizden kaynakladığını özellikle vurgulamak istiyorum. Eskilerin dediği gibi; ‘Düşmanı yakaladık, meğerse bizmişiz.' Artık bu soruna neden olan hatalarımızla yüzleşmenin zamanı geldi.

Bence salyanın temel nedeni uzun yıllardır birikmekte olan kirliliktir. Bu bölgenin taşıyamayacağı boyuttaki nüfusun ve sanayinin yarattığı atıklardan dolayı er veya geç bu salya ortaya çıkacaktı. Bu nedenle çözümünün de yepyeni yaklaşım ve vizyon gerektirdiğine inanıyorum.

Marmara'da artan kirlilik konusunda geçmişte pek çok yayın ve uyarı yapılmıştı. Bildiğim kadarı ile bu alandaki en kapsamlı belge hidrobiyolog Levent Artüz ve arkadaşları tarafından hazırlanan “Bilimsel Açıdan Marmara” isimli rapordur. Bu rapordan, 1965'ten 2006 yılına kadar geçen dönemde denizdeki yaşam şartlarının giderek bozulduğunu öğreniyoruz. 2017 yılında TÜDAV tarafından yayınlanan rapora göre de 2007 yılından 2015'e kadar Marmara'da fitoplankton patlaması olarak bilinen salya benzeri olaylar yaklaşık 4 katına çıkmış. Özetle, kirlilik sorunu hiç kesintiye uğramadan devam etmiş. Bütün bu sorunlar nedeniyle, Marmara'da balık avlayabilmek için çok daha fazla sayıda yeni teknoloji alet ve tekne kullanılması gerekmiş.

Son günlerde yaşadığımız salya felaketi konusunda Levent Artüz'ün görüşleri, bugünlere tesadüfen gelmediğimizi çok güzel izah ediyor. Kısaca balıklara ne aşağıda, ne de yukarıda yaşama fırsatı verdik. Zaman içinde Marmara'nın yüzün üstündeki balık çeşidini on civarına kadar indirdik.

Marmara Denizi'nde yapılan bilimsel araştırmalara göre, kirlilik arttıkça çözünmüş oksijen seviyeleri ciddi ölçüde azalmaya devam ederken salyanın görülmesi ve balıkların azalması şaşırtıcı değil. Artuz&Artuz&ArtuzDatabase verilerine dayanarak hazırlanan aşağıdaki şekil, geçen yüzyılın son döneminde Marmara'daki değişimi özetliyor. Örneğin, oksijenin ulaşabildiği derinlik yani deniz canlılarının rahat yaşayabildiği bölge giderek sığlaşmış. 1970'li yıllarda 70 metre derinliğe kadar yaşayabilen balıklar kırk sene sonra sadece 10 metre derinliğe hapsedilmiş durumdalar. Artık alınacak önlemlerin bu durumu korumaya yönelik olmaması gerekiyor. Nihai hedefimiz 1970'lerdeki Marmara'ya dönmek olmalıdır. Şimdi mevcut kirlilikten kaynaklanan salya sorununun nelere mal olduğunu tartışalım.

Marmara'da mavi biyoekonomi felaketi

Biyoekonomi tarım, hayvancılık ve ormancılık gibi biyolojik faaliyetlerden elde edilen ürün ve hizmetlerin bütününü ifade eder. Bu kapsamda, deniz ve akarsu kaynaklı balık ve diğer deniz canlılar mavi biyoekonomiyi oluşturur. Bu nedenle, deniz ekosistemindeki bütün canlı türleri yani biyoçeşitlilik ekonomik değeri ölçülemeyen önemli bir zenginliktir.

Mavi biyoekonominin yaşamsal önemi nedeniyle çeşitli ülkeler arasında akarsular ve deniz sınırları konusunda tartışmalar günümüzde de devam ediyor. Zaman zaman bu yüzden savaşlar bile çıkıyor. Marmara, başka hiçbir ülke ile paylaşmak zorunda olmadığımız özel bir iç deniz. Yani, salya felaketinde tek sorumlu ve suçlu biziz.

Doğada biyolojik atıklar denize karıştığı zaman kısa sürede tüketilerek yok edilebilir. Deniz ekosistemindeki çeşitli organizmalar farklı işlevleri gerçekleştirerek atık arıtma sürecinde yer alırlar. Yani deniz hassas bir biyolojik arıtma tesisi olarak da işlev görür. Yüksek düzeydeki kirlilik yükü ile ekosistemdeki dengeleri bozulduğu zaman Marmara'da olduğu gibi balık ölümü ve salya gibi olaylara rastlanır.

Günümüzde Marmara bölgesinde ortaya çıkan evsel ve sanayi atıklarının yarısına yakınının arıtılmadan denize döküldüğü belirtiliyor. Özellikle de azot ve fosfor oranlarının alıcı ortamın kabul edebileceği seviyeleri aştığı anlaşılıyor. Sonuç olarak, Marmara bölgesindeki plansız şehirleşme ve sanayileşmenin iç denizimizle birlikte balıkçılarımızı da felakete sürüklediğini görüyoruz. Ne yazık ki sorun sadece Marmara ile sınırlı değil. Akarsulara karışan kimyasalların yarattığı kirlenme nedeniyle yurdun her yanından ölü balık haberleri gelmeye devam ediyor.

Türkiye için mavi biyoekonominin tamamına yakınını avlanan ve çiftliklerde üretilen balıklar oluşturur. Tarım ve Orman Bakanlığı verilerine göre, 2000 ile 2004 arasında yıllık ortalama 530 bin ton balık avlanırken, 2014 ile 2019 arasında yıllık ortalama 380 bin ton balık avlanmış. Bu yaklaşık %40 azalma demek oluyor.

Marmara'nın hacmi Akdeniz'in binde birinden ve Karadeniz'in yüzde birinden daha küçük olmasına rağmen Türkiye'nin deniz ürünlerinin %10 kadarını sağlıyor. Bu nedenle salyanın yarattığı balık ölümleri ekonomi için çok önemli.

2013'de Kadir Doğan tarafından, Marmara'daki tekne sayısı artarken avlanan balık miktarının azalmakta olduğu uyarısı yapılmıştı. 2020 yılında Dr. Günay Keleş ve arkadaşlarının yazdığı makalede artmakta olan salya ve denizanası vakaları nedeniyle Marmara Denizi'nde balıkçılık faaliyetlerinin %60 oranında azalacağı öngörülmüştü.

Aslında denizler, balıkçılık dışında ulaştırma, su sporları, eğlence ve turizm sektörlerinde de çok önemli ekonomik değer yaratır. Salya sorunundan, sahillerdeki yerleşimler, tatil yöreleri, restoranlar ve plajlar olumsuz şekilde etkilenebilirler. Marmara'yı ölü denize dönüştürürsek, bazı turistler için bu bölge cazibe merkezi olmaktan çıkabilir. Özetle, eğer bu sorun beş yıl kadar devam edecek olursa çok büyük bir ekonomik kayba neden olacaktır. 

Ne yazık ki biz Marmara'yı evsel atıkların yeterince arıtılmadan atıldığı, molozların ve hafriyat malzemelerinin döküldüğü bir çöplüğe dönüştürdük. Kimyasalların ve boyaların kullanıldığı fabrikalardan gelen atıklarla zehirledik. Tarım arazilerinden sızan gübrelerle ekosistemdeki dengeleri bozduk. Bu nedenle şimdi, salya krizinin ne şekilde sonuçlanacağını tahmin edemiyoruz. Eğer salya ve öldürdüğü balıklar su altında çürüyecek olursa hidrojen sülfür gibi kötü kokulu ve tehlikeli gazlar ortaya çıkabilir. Şimdi bu meselenin nasıl çözülebileceğini konuşalım.

Çözümler nelerdir?

Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından üç ay sonra açıklanacağı belirtilen salya eylem planını beklerken, biyolojik arıtma konusunda yıllarca çalışmış biri olarak ben de görüşlerimi paylaşmak istiyorum. Öncelikle bu sorunu çözebilmek için konuya kısa, orta ve uzun vade stratejilerle yaklaşmak gerektiğini ifade etmeliyim.

Kısa vadede yani bir iki yıllık dönemde, öncelikle Marmara'nın koruma alanı ilan edilmesi bekleniyor. Halen başlatılmış olan salya temizleme yanında mevcut arıtma tesislerinin etkin bir şekilde çalıştırılması hedeflenebilir. Toplanan salyanın anaerobik arıtma veya kompost yöntemi ile çürütülerek gübre şekline sokulması tarlalarda kullanımını sağlayabilir. Akarsulara dökülen kimyasalların kaynakları bulunarak engellenmelidir. Arıtma tesisi olmayan işletmelerin atıklarını akarsulara dökmelerine izin verilmemelidir. Yönetmeliklerin uygulanmasındaki eksikliklerin nedenleri ve sorumluları ortaya çıkarılmalıdır. Kirleticilere verilecek cezaların da caydırıcı olması gerekir.

Orta vadede, yani üç beş yıllık dönemde ise eksik arıtma tesislerinin tamamlanması ve işletilmesi sağlanmalıdır. Bazı bölgelerde merkezi arıtma tesislerinin kurulması da düşünülebilir. Arıtılan atık sular park, bahçe ve tarlaların sulanmasında ve gelecekte özel tesisatı olacak evlerde tuvaletler için kullanılabilir.

Bence, kısa ve orta vadede uygulanacak bu ve benzeri yaklaşımlar, ne yazık ki yeterli olmayabilir ve mevcut durumun büyük ölçüde devamı anlamına gelebilir. İyimser bir tahminle sadece bir süre için kirliliğin daha azının denize ulaşmasını sağlanabilir. Bu nedenle bizim yepyeni bir vizyona ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum. Acilen, Marmara'nın beka sorununu temelden çözecek yepyeni bir yol haritası geliştirmeliyiz.

21. yüzyıl için İstanbul ve Marmara vizyonu

Marmara Havzası ve İstanbul'un 21. Yüzyılda sürdürülebilir şekilde yönetilebilmesi için bu sorunun kaynağına yani kirlilik yaratanlara ulaşmak gerekir. Bu bölgedeki nüfus, betonlaşma ve kirlilik üreten sanayi makul bir seviyeye indirilmediği takdirde bu denizin çevresi yaşanabilir olamaz. Ayrıca, bu gidişle İstanbul çevresinde çöp depolama alanları hatta mezarlık yeri bulmak bile sorun olacak gibi görünüyor.

21. yüzyıla damgasını vurmakta olan küresel ısınma, ülkemiz için daha fazla sıcaklık artışı, kuraklık ve susuzluk anlamına geliyor. Bu durumda İstanbul ve Marmara Bölgesi geçmişte Haliç'ten yayılan kokularla yaşamak zorunda kalabilir. Ne yazık ki bazı sıcak ülkeler ve özellikle de Bangkok gibi büyük şehirler bu sıkıntıyı yaşıyor. Her an gerçekleşmesi ihtimal dahilinde olan Marmara depremi ve tsunami kargaşası bu sorunların daha da büyümesine neden olabilir.

Bu şartlar altında, çağdaş sanayi, eğitim ve yaşam modellerine göre Marmara bölgesi için sürdürülebilir bir havza planı yapılması ve uygulanması gerektiğine inanıyorum. Bu konudan daha önce de bahsederek dikkat çekmeye çalışmıştım.

İstanbul gibi değerli tarihi, kültürel ve coğrafi mirasa sahip bir şehri sağlıklı bir şekilde gelecek nesillere devretmenin sorumluluğu çok yüksek. Yıllardır Roma şehrinin nasıl korunduğunu ve San Francisco bölgesinde Silikon Vadisi'nin bilim ve teknoloji ile nasıl yükseldiğini imrenerek izledim. İstanbul'da bu iki şehrin melezini oluşturacak potansiyelin olduğunu düşündüm. Benim İstanbul için vizyon önerim, bu kentin dünyanın en değerli tarihi ve coğrafi bölgesindeki bilim, sanat ve teknoloji merkezi olması. Bunu iyi yönetilen bir Marmara Havzası tasarımı ile de desteklemek gerekir. Şimdi artık bu vizyona uygun bir yol haritası oluşturmanın zamanının geldiğine inanıyorum. İstanbul'u ülkemizin diğer bölgelerine örnek olacak şekilde dönüştürmeliyiz. Bu amaçla tartışılması gereken bazı hususlar şunlar:

  1. Tarih: İstanbul, Bursa ve Marmara bölgesindeki diğer şehirlerdeki tarihi birikimi gölgeleyen çirkin yapılaşmalardan kurtulmak gerekiyor. Roma gibi tarihi ve kültürel değerler öne çıkarılmalıdır.
  2. Coğrafya: Başta İstanbul olmak üzere Marmara Bölgesi'nin coğrafi güzelliklerini gölgeleyen betonlaşmaya ve çevre kirliliğine izin verilmemelidir. İstanbul ve çevresine yeşil alanlar hâkim olmalıdır. Kentsel dönüşüm daha fazla betona değil yeşile dönüşüm olarak planlanmalı ve uygulanmalıdır.
  3. Nüfus: İstanbul şehrinin iki yarımadanın daraldığı bölgelerdeki sınırlı yeşil alanları, su kaynakları ve ulaşım imkanları nüfus artışını değil azaltılmasını gerektiriyor. Bu konuda rahmetli Prof. Dr. Hüseyin Kaptan tarafından hazırlanan İstanbul Metropoliten Planı (İMP) sadece 15 milyonluk bir nüfusu öngörüyordu. Daha fazla kentleşmeye izin verilmemelidir.
  4. Yerleşim: Bu bölgede su sarfiyatını azaltacak, yağmur suyu toplanmasını ve geri kazanılan suyun kullanılmasını sağlayacak önlemler alınmalıdır. Evsel atıkların evde ayrılarak toplanması ve geri kazanılması gerekir. İstanbul dev çöp dağları ile çevrilen bir bölge olamaz. Geri kazanılan atıksuların sulama ve tuvaletlerde kullanılması planlanmalıdır.
  5. Sanayi: Düşük katma değerli sektörler yerine yazılım, elektronik, biyoteknoloji, yapay zekâ ve robotik gibi geleceğin teknolojilerine yönelik şirketlerin bu bölgede gelişmesi teşvik edilmelidir. Fazla su kullanan veya yüksek kirlilikte atık su üreten işletmelerin bu bölgeden taşınması gerekir. Kısaca, tehlikeli kirlilikleri kaynağında yok etmeliyiz.
  6. İnsan Kaynakları: Yüksek katma değer yaratan sektörlere uygun insan kaynakları yetiştirilmelidir. Çevre bilincinin yeni nesillere kazandırılması için, Marmara'nın önemini ve korunması gerektiğini ilkokuldan itibaren çocuklarımıza öğretmeliyiz. Ülkemizin bekası için gelecek nesillerin çevre konusunda bizlerden çok daha bilinçli olması gerekiyor.
  7. Kanal İstanbul: Bütün uzmanlar Marmara'da kirliliğe yol açacağı için, Kanal İstanbul Projesi'nin de uygulanmaması gerektiğini söylüyorlar.

Son söz: Marmara'da balıklar yaşarsa insanlar da yaşar

Marmara bizim göz bebeğimiz ve mavi vatanımızdır. Onun beka sorununa neden olan ölçüsüz şehirleşme örneğini ne yazık ki biz yarattık. Küresel ısınma, kırk yıldır denizin altına süpürmeye çalıştığımız kirliliği ortaya çıkardı. Salyanın gelecek beş yıl boyunca balıkçılık başta olmak üzere turizm, spor ve eğlence sektörlerinde henüz hesaplanamayan büyük zararlara neden olacağına kesin gözüyle bakılıyor.

Bu konuda alınacak kısa vade önlemler halihazırda çevreyi kirleten kaynakların engellenmesini içerebilir. Orta vadede ise eksik arıtma tesislerinin tamamlanması mümkündür. Bunların krizi sadece erteleyen geçici çözümler olacağını ve Marmara'nın içinde bulunduğu acıklı durumu değiştirmeyeceğini düşünüyorum.

Uzun vade için İstanbul'a ve Marmara Bölgesi'ne 21. yüzyıla yakışan bir vizyon öneriyorum. Roma'nın tarihe ve San Francisco'nun bilime dayalı gelişimlerinde sentez yapmamız gerektiğine inanıyorum. İstanbul ve Marmara Havzası'nı sürdürülebilir şekle sokacak bu vizyon aynı zamanda bu bölgenin eğitim, teknoloji, spor, kültür ve sanat merkezi olmasını sağlayacaktır.

Marmara Havzası'nı bu vizyona göre dönüştürmediğimiz takdirde, gelecek nesillere Marmara'nın ölüm fermanını nasıl yazdığımızı açıklamak zorunda kalacağız.

Yazarın Diğer Yazıları

İsraflasyon: İsraf kaynaklı enflasyon

Enflasyonla mücadelede, bilinçli tüketim ve tasarruf yapmak konusunda hepimize düşen görevler olduğunu düşünüyorum. Gençlerimizi, canlarımızı, doğayı, gıda maddelerini ve özellikle de zamanı israf etmekten kaçınmalıyız

Osmanlı'da liyakat ve sadakat: Bir arşiv çalışması

"Bab-ı Ali'de görev alan bürokratların büyük bir kısmının ciddi anlamda mal varlıkları olduğu, ölümlerinin ardından ortaya çıkan belgelerde (terekelerde) görülmüştür. Hatta benzer çalışmalara konu olan paşaların rüşvete bulaşmamış olması, normal ya da gerekli bir durum değil bir gurur kaynağı, yüksek ahlak olarak ifade edilmektedir"

İcat çıkarmanın yolu: Görsel düşünme

"Cumhuriyetin ikinci yüzyılında, küresel patent yarışına katılabilmek için görsel düşünme becerisine sahip gençler yetiştirmeliyiz"