İslam bilim ve teknoloji tarihi konusunda benzersiz bir yeri olan Prof. Dr. Fuat Sezgin'i 30 Haziran 2018'de kaybetmiştik. Rahmetli Fuat Hoca, benim tanımaktan şeref duyduğum olağanüstü bilim insanlarından biriydi. Onun konferanslarını ve sohbetlerini dinleyebildiğim için kendimi çok şanslı sayıyorum.
Prof. Dr. Fuat Sezgin'in yaşamı ve eserleri
Prof. Dr. Fuat Sezgin'in hayat hikayesi 24 Ekim 1924'te Bitlis'te başlamıştı. İstanbul Üniversitesi'nde okurken, Nazi zulmünden Türkiye'ye sığınan Prof. Dr. Hellmut Ritter ile tanışmıştı. Bu tesadüf onun akademik kariyeri için yepyeni bir yol haritası çizmesine neden olmuştu.
1960 yılında askeri yönetim tarafından beklenmedik bir şekilde İstanbul Üniversitesi'ndeki işine son verildi. İstemeyerek ülkesinden ayrıldı ve akademik kariyerine Almanya'da devam etti. İslam dünyasının, çağdaş Batı medeniyetinin temellerini attığını ispat eden çalışmalarını orada yaptı ve sayısız eserler yazdı.
Daha önce Müslüman olan Ursula Hanım ile 1966'da evlendi ve 1970'de Hilal isimli bir kızları oldu. Dr. Ursula Sezgin, Fuat Hoca'nın akademik çalışmalarında da en büyük desteğiydi.
Fuat Hoca orijinal tarihi belgeleri okuyabilmek için pek çok dil öğrenmişti. Almanca olarak yayınladığı 18 ciltlik Geschichte des Arabischen Schrifttums'un çevirisi olan "Arap-İslam Bilimleri Tarihi" yakın zamanda tamamlandı. Türkçe olarak daha önce yayınlanan beş ciltlik "İslam'da Bilim ve Teknik" Fuat Hoca'nın akademik dünyasını tanıyabilmek ve İslam bilim ve teknoloji tarihini anlayabilmek için okunması gereken önemli bir kaynaktır.
Kazandığı Kral Faysal ödülünü kullanarak Frankfurt'ta Goethe Üniversitesi bünyesinde "Institut für Geschichte der Arabisch-Islamischen Wissenschaften" (Arap-İslam Bilim Tarihi Enstitüsü) isimli bir merkez kurdu. Orada İslam dünyasının önemli eserlerinin benzerlerini yaptırarak sergiledi. Bunlar arasında çok sayıda saatler, usturlaplar, tıbbi aletler, makineler ve ölçü aletlerini sayabiliriz. Onların bazılarını, Takiyyeddin Rasathanesi'nin minyatüründe uzmanlar tarafından kullanılırken görüyoruz.
Frankfurt'taki müzenin benzeri olarak İstanbul'da Gülhane Parkı içinde 2008'de kurulan "İslam Bilim ve Teknoloji Tarihi Müzesi"nde 600 kadar önemli eser sergileniyor. 2019'da açılışı yapılan "Prof. Dr. Fuat Sezgin ve Dr. Ursula Sezgin Bilimler Tarihi Kütüphanesi" ise 27.000 civarında eser içeriyor. Fuat Hoca müzeyi ve kurulmakta olan kütüphaneyi misafirlerine gururla gezdirirdi.
Fuat Hoca'nın nihai hedefi müze ve kütüphaneyi içine alan bir bilim ve teknoloji merkezinin kurulmasıydı. Orada her ülkeden bilim insanlarının çalışmasını ve yeni bir bilim ve teknoloji hamlesinin başlamasını amaçlıyordu. Benden farklı alanlardan uzmanları Gülhane Parkı'na getirerek kendisi ile tanıştırmamı istemişti. Doğa bilimleri ve mühendislik alanlarındaki uzmanlarla sohbet etmeyi çok seviyordu.
Fuat Hoca ciddiyeti, nezaketi ve enerjisi ile çevresindeki insanları etkilerdi. Bizleri bir öğrenci gibi sorguya çekerek yeni şeyler okumaya ve öğrenmeye teşvik ederdi. Ben de bu nedenle 60 yaşımdan sonra ikinci doktoramı yapmıştım. Ayrıca Hoca'nın üretkenliğinden esinlenerek yazdığım "Yaşamsal Satranç" isimli kitabımı kendisine ve eşine ithaf etmiştim.
Bilim tarihi mirası
Fuat Hoca, oryantalist olarak tanımlanan Batılı bilim insanları ile çalışarak müstesna bir akademik kariyer oluşturmuştu. En yakın dostlarından biri de Prof. Dr. Franz Rozenthal'di. Prof. Rozenthal, ailesi Naziler tarafından yok edildiği için, özellikle İslam dünyasının Batı medeniyetine katkılarını ortaya çıkarmaya odaklanmıştı. İslam'da bilgi kavramının önemi ile ilgili "Bilginin Zaferi" ve mizah konusunda "Erken İslam'da Mizah" gibi bir kısmı Türkçeye de çevrilen çok değerli eserleri vardır.
Fuat Hoca, İslam bilim tarihine katkı yapanları görmezden gelmenin ve onları oryantalist olarak dışlamanın haksızlık olduğunu söylerdi. Müslümanların medeniyete ve özellikle de Batı'ya bilimsel ve sosyokültürel katkılarını ilkin onlar ortaya çıkarmıştı. Minnet borcunun ifadesi olarak kütüphaneye Prof. Ritter, Prof. Schramm ve Prof. Rozenthal gibi pek çok önemli tarihçinin resimlerini asmıştı.
Bilim ve teknoloji tarihi perspektifinden geçmişi değerlendirmek geleceği kurgulamak için çok önemli ipuçları verecektir. Şimdi İslam bilim ve teknoloji tarihinin kısa bir özeti yapalım.
İslam dünyasında bilim ve teknolojinin yükselişi ve çöküşü
İslam dünyası, 8. yüzyıldan itibaren eski medeniyetlerden aldığı bilgi birikiminin üstünde yenilikler yaparak olağanüstü bir bilimsel ve teknolojik gelişme sağlamıştı. 9. yüzyılın başında Harun El Reşid Şarlman'a bir saat hediye etmişti. Beytül Hikme gibi ilginç bir bilim merkezi yanında kütüphaneler ve medreseler oluşturulmuştu. Günümüzde bile hayranlık uyandıran Ben-i Musa Kardeşler, İbn Sina, İbn el-Heysem, er-Razi, Cabir, El Biruni, El Cezeri ve Mimar Sinan gibi sayısız bilim ve teknoloji uzmanı yetişmişti.
Avrupalılar Haçlı Seferleri ile birlikte Ortadoğu'daki ileri medeniyetten ve yaşam kalitesinden haberdar oldular. Sicilya ve Endülüs'ten bilgi edinmeye ve eğitim almaya başladılar. Arapça çeviriler sayesinde Eski Yunan eserlerine erişebildiler.
15. yüzyıla gelindiğinde İslam dünyası, Ortadoğu ve Akdeniz ile birlikte Hindistan ve Çin'e ulaşan yollara hâkim konumdaydı. Başka bir deyişle dünya ticaretinin merkezindeydi. Kervanlar ve gemiler sadece hacca gidenleri ve değerli malları taşımıyordu. Seyyahlar, bilim insanları, zanaatkarlar ve el yazması kitaplar her yere taşınıyordu. Uluğ Bey tarafından Semerkant'ta 1421 yılında kurulan rasathane ve araştırma merkezi pek çok farklı ulustan bilim insanını bir araya getirmişti.
İslam bilim ve teknoloji mirasını askeri güce dönüştüren Osmanlılar Avrupa'da genişleme fırsatı yakaladılar. Barutun ateşli silahlarda kullanılması Avrupalılara karşı üstünlük oluşturuyordu. Örneğin, İstanbul'un fethinde büyük boyutlu topların kullanılması surların yıkılmasını sağlamıştı.
Fuat Sezgin'e göre, Hıristiyanların Endülüs'ü ele geçirmesi önemli bir dönüm noktası olmuştu. Hint Okyanusu'nda hâkimiyetin kazanılması ile birlikte Amerika kıtasının keşfedilmesi Avrupa'ya büyük bir üstünlük getirmişti. Batı'da kâğıt üretiminin başlamasından kısa bir süre sonra matbaanın icat edilmesi bilginin hızla paylaşılmasını sağladı. Öte yandan, çizimlerde kullanılan perspektif, mimari ve mekanik tasarımda fark yarattı.
16. yüzyıldaki Küçük Buzul çağının soğuk iklimi ile veba salgınları özellikle Anadolu'da tarımsal üretime sekte vurdu. Kaybedilen topraklardan dolayı vergi gelirleri azaldı. Osmanlılar savaşların finansmanı için yüksek faizle borçlanmak zorunda kaldı. Prof. Dr. Şevket Pamuk ve Dr. Mehmet Genç'in dönemin ekonomisi konusundaki çalışmalarına göre yüksek enflasyon halkın fakirleşmesine neden oldu. Kıtlıklar ve isyanlar görüldü.
Osmanlı İmparatorluğu için Sultan III. Murad zamanı önemli bir dönüm noktası kabul edilebilir. İstanbul'da Takiyyeddin tarafından 1579'da, yukarıda bahsettiğim modern bir rasathane kurulmuştu. Fuat Hoca, o rasathanedeki aletlerin dönemin en gelişmiş teknolojisini yansıttığını söylerdi. Şeyhülislam Kadızade Ahmed Şemseddin o dönemde yaşanan bir veba salgınına neden olarak rasathane kurulmasını göstermiş ve gözlem yapmanın uğursuzluk getirdiğini iddia etmişti. Şeyhülislamın fetvası ile, Takiyyeddin Rasathanesi 1580 yılında donanma tarafından bombalanarak yıkıldı. Ne yazık ki, Semerkant'taki rasathane de Uluğ Bey'in oğlu tarafından yıkılmıştı. Osmanlı'da yeni bir rasathane ancak 19. yüzyılda kurulabildi.
Fuat Hoca, 16. yüzyıldan itibaren İslam dünyasında bilim ve teknoloji alanında bahse değer bir eser bulamadığını söylemişti. Ona göre, İslam dünyasında geri kalmanın önemli bir nedeni matbaanın kurulmasındaki gecikmeydi. Ayrıca resmin yasaklanmasının, perspektifin ve teknik resmin kullanılmasını engellediğini söylüyordu. Böylece bilim, mühendislik ve mimarlık alanında Avrupa'nın gerisinde kaldık. Artık roller değişiyordu. Şimdi saat hediye edenler Avrupalılardı. 18. yüzyılda mühendislik okulu kurmak için Fransa'dan yardım istedik.
İslam dünyasının ve özellikle de Osmanlıların gerileme döneminde, Batı Dünyası bilim ve teknoloji alanlarında yükselişe geçti. 16. Yüzyıldan itibaren Batı'da keşif ve icatlarda önemli ilerlemeler kaydedildi. Avrupa'da teleskopun ve mikroskopun icat edildiği dönemde, Doğu'da insanlar savaşla ya da saray inşa etmekle meşguldü. İslam dünyasındaki iç çekişmeler, büyük malî ve insanî kayıplara neden oluyordu.
Geçmişte İslam dünyasında yazılan bilimsel eserler, Batılılar tarafından Latinceye çevrilmişti. Buna karşılık, İslam dünyası Batı'daki gelişmelere ilgi göstermedi. Prof. Dr. Emrah Safa Gürkan'ın Sultanın Casusları kitabına göre, Batı'daki Osmanlı casusları sadece askeri istihbarat topladılar. Örneğin, Kopernik, Brahe, Kepler ve Newton'un görüşleri tercüme edilmedi. Bilim ve teknoloji alanlarındaki gelişmeleri merak eden ve öğrenmeye çalışan nesiller artık yetişmiyordu. Nobel Ödüllü Prof. Dr. Aziz Sancar'ın tabiriyle, artık 500 yıllık uyku başlamıştı.
Prof. Dr. Mehmet Azimli'nin iki ciltlik "Müslümanların Engizisyonu" kitabı, İslam dünyasında asırlar boyunca İbn Sina ve İbn el-Heysem gibi pek çok değerli bilim insanının yaşadıkları sıkıntıları anlatıyor.
Bağdat'ta 9. yüzyılda Beytül Hikme ile başlayan bilim ve teknoloji devrimi, kütüphanelerinin yakılması ve rasathanelerinin yıkılması ile sona erdi. Günümüzde Müslümanlar okuryazarlık, eğitim, keşif ve icat konularında hâlâ yetersiz kalıyor. Örneğin, bütün İslam dünyası tarafından alınan uluslararası patentlerin toplamı, sadece Güney Kore'nin seviyesine bile ulaşamıyor.
Fuat Hoca ve resim
Fuat Hoca İslam dünyasında resim yasağının bilginin yaygınlaşmasını engellediğini söylerdi. Eski kitapları kopyalayan hattatlar çizim yapmayı bilmedikleri için resimli sayfaları boş bırakırlardı. Daha sonra bir ressam (musavvir) bulunur ve boş sayfalara resimler yapılarak kitaplar tamamlanırdı. Hoca, yeterince ressam bulunamadığı için pek çok el yazması kitabın resimli olması gereken sayfalarının hâlâ boş kaldığını söylerdi.
Fuat Hoca'nın, resme olan ilgisine rağmen hiçbir portresinin olmadığını fark etmiştim. Bir portresini yapıp, Frankfurt'taki merkeze (Institut für Geschichte der Arabisch-Islamischen Wissenschaften) götürmüştüm. Hoca çok sevinmiş ve merkezde duvara astırmıştı.
Gülhane Parkı'nda kütüphane kuruluşu sırasında Fuat Hoca ile Ursula Hanım hedeflerine ulaştıkları için çok mutluydular. Hoca benden onların bir resmini yapmamı istemişti. Bu değerli çiftin resmi tamamlanamadan, ne yazık ki Hoca'yı kaybettik.
Son söz: "Çalışıyor musunuz, oynuyor musunuz?"
Gülhane Parkı'ndaki kütüphane kurulurken, üniversite öğrencileri kitap ve belge kataloglarının düzenlenmesi için çalışıyordu. Onların yaptıkları işi yeterince ciddiye almadıklarını gören Fuat Hoca çok rahatsızdı. Sık sık izin alıp ortadan kaybolduklarını söylüyordu. Kütüphanede bir beyaz tahtada, Hoca'nın şu sorusu yazılıydı; "Çalışıyor musunuz, oynuyor musunuz?"
Değerli eşi Ursula Hanım onun hayatı boyunca her gün çalıştığını söyler. Son günlerini geçirdiği hastane odasında bile kütüphaneden uzakta kaldığı için şikâyet ediyordu. Ayrıca, yazdığı Almanca kitapların Türkçeye doğru bir şekilde çevrilemeyeceğinden korkuyordu. İstanbul'da bilim ve teknoloji araştırma merkezi kurmak hedefine ulaşamadığı için de mutsuzdu. Hoca 94 yaşındayken bu konularla meşguldü.
Bence, Fuat Hoca'nın öğrencilere sorduğu soru bütün İslam dünyasına yöneliktir. O, bizlerin yeterince çalışmadığımızı ve bu değerli bilim ve teknoloji mirasına layık olmadığımızı düşünüyordu. Ona göre biz çok konuşuyorduk ama medeniyete katkı yapmıyorduk. Örneğin, Türkiye'de yeterince kitap okunmadığından dolayı şikâyetçiydi.
Geçenlerde Marmara'nın yüzeyi salya ile kaplanınca, Rahmetli Hoca'nın İstanbul sevdası aklıma geldi. "İyi ki bu rezaleti görmedi." dedim. Sağlığında olsaydı, muhtemelen bize sorardı: Çalışıyor musunuz, oynuyor musunuz? Aslında, bu sorunun cevabını da biliyordu.
Prof. Dr. Fuat Sezgin'i saygı ve rahmetle anıyorum.