Koronavirüs'e karşı ilk aşıyı geliştiren BioNTech'in kurucusu Prof. Dr. Uğur Şahin'in bisikletle işe gidip geldiğini öğrenince çok şaşırdık. Aslında biz lüks arabalar ve şoförler görmeyi bekliyorduk. Ayrıca onun ve Dr. Özlem Türeci'nin dünyanın en zengin kişileri arasına girmelerine rağmen laboratuvarda beyaz önlükleri ile çalışmaktan keyif aldıklarını gördük. Belli ki onlar için önemli olan para değil milyonlarca insanın hayatını kurtarmak. Bence onlar bilim dünyasının yeni kahramanları. Hikâyeleri de daha yeni başlıyor.
Küresel rekabette, aşı gibi yüksek teknoloji ürünleri giderek daha fazla stratejik önem kazanıyor. Türkiye'nin 21. yüzyılın dünyasında güçlü bir oyuncu olabilmesi için bir bilim seferberliği başlatması gerekiyor. Bu amaçla yetenekli gençleri seçerek bu renkli dünyaya kazandırmalıyız. Bu yazıda, ilginç örneklerden bahsederek bilimin keyifli yüzünü tanıtmaya çalışacağım.
Bilimden keyif almak
Bilimsel araştırmaların pek azı başarılı olur. Bu nedenle bilim insanları "deneme ve yanılma" ile öğrenmeye alışkındır. Hatta başarısızlıkları ile dalga geçmeyi severler. Yoğun rekabet kadar şakalaşmalar da bilim insanları arasında yaygındır.
Harvard Üniversitesi'ne yönelik bir bilimsel şakadan bahsetmeden geçmek olmaz. New Scientist dergisine göre MIT'de bir öğrenci tez konusu olarak ilginç bir deney yapmaya karar vermişti. Yaz döneminde her gün öğle saatlerinde komşusu Harvard'ın futbol sahasının ortasına aynı çizgili tişörtü giymiş olarak kuş yemi serpmişti. Güz döneminde ilk Amerikan futbol maçı başlarken sahanın ortasına çizgili forması ile yürüyen hakemi gören yüzlerce kuş sahaya konmuştu. Bu beklenmedik durumun yarattığı kargaşa nedeniyle maçın başlaması ertelenmişti. Öğrenci tezini keyifle tamamlamıştı. Bu unutulmaz deneyden habersiz olarak maçı izlemeye gelen seyircileri eğlendirmeyi de başarmıştı.
Prof. Dr. D. H. Naftulin ve arkadaşları bilimsel kongreler konusunda şaka ile karışık bir deneme yapmaya karar vermişlerdi. Az bilinen bir artist ile anlaşarak onun bir kongrede konuşmacı olmasını sağlamışlardı. Toplantı öncesinde onun "meşhur Dr. Fox" olduğunu etrafa yaymışlardı. Dikkatle hazırlanan konuşma metni, anlaşılmaz cümlelerden ve çelişkili ifadelerden oluşuyordu. Sunum ilgiyle izlendi ve pek çok soru soruldu. Sorulara verilen yanıtlar da saçma sapan sözlerdi. Kongre sonunda yapılan ankette Dr. Fox'un sunumunun çok beğenildiği ortaya çıktı. Bu komik deneyim ışığında "Dr. Fox Fenomeni" hakkında bilimsel makaleler bile yazıldı. Anlaşılan bilim insanları bile, önemli olduğu söylenen kişilerin saçmalıklarını anlamlı bulabiliyor.
Harvard Üniversitesi'nde öğrenci derneklerinin düzenlediği, güldürerek düşündüren "Ig Nobel" ödülü bilimsel şakalara kurumsal bir nitelik kazandırmıştır. Bu ödüller genel olarak bilimsel yayınlar incelenerek veriliyor. Örneğin sakız çiğneyenlerin beynindeki uyarılmaların araştırılması bir ödül almıştı. Hidrojen bombasını yapan kişiyi eleştirmek için ona "barış" ödülü verilmişti. 2000 yılında Ig Nobel ödülü verilerek dalga geçilen Prof. Dr. Andre Geim'in 2010 yılında gerçek Nobel ödülünü de almış olması ilginç bir olaydır.
Bilim ile sanatın arakesiti
Prof. Dr. R. Root-Bernstein ve arkadaşlarına göre, Nobel ödülü alan insanları diğerlerinden ayıran en önemli fark onların üç kat daha fazla hobiye sahip olmalarıdır. Yani bu dehalar sadece bilimsel çalışmalara değil keyifli işlere de zaman ayırıyorlar. Ben de şahsen tanıma fırsatını bulduğum seçkin bilim insanlarının sanatsal becerilerine ve hobilerine şahit olmuştum. Bu ilginç bulgudan kendisine bahsettiğim zaman, İslam bilim tarihçisi rahmetli Prof. Dr. Fuat Sezgin hiç şaşırmadığını söylemişti. İslam dünyasındaki tanınmış bilim insanlarının da bazı el sanatlarında usta olduklarını vurgulamıştı.
Vanderbilt Üniversitesi tarafından mezunlarının kariyerleri ile ilgili yapılan uzun dönemli çalışmalarda, görsel düşünme yeteneğine sahip olanların daha fazla patent aldıkları ortaya çıkmıştı. Bu bulgunun görsel sanatlarda ve bilimde yaratıcılığın benzerliğini ortaya koyduğunu düşünüyorum. Aslında araştırmalar, beyinde göz ve elin işlevleri için çok geniş alanların ayrıldığını gösteriyor. El ve göz koordinasyonu gerektiren sanat ve hobilerle uğraşanların beyinlerinde pek çok alanın uyarıldığını tahmin edebiliriz.
İngilizcede kısaca "STEM" olarak isimlendirilen Bilim-Teknoloji-Mühendislik-Matematik (Science-Technology-Engineering-Mathematics) ağırlıklı fen eğitim sistemi son yıllarda liselerde yaygınlaşmıştı. Vanderbilt Üniversitesi'ndeki çalışmaya dayanarak Prof. Dr. D. Lubinski görsel sanatların STEM eğitimini tamamlayacağını öne sürdü. Son dönemde bu eğitim sistemine sanatın (Art) da ilavesi ile "STEAM" oluşturulduğunu görüyoruz. Fen öğrencilerinin bu şekilde yaratıcılık yeteneklerinin artırılması hedefleniyor. Bu çerçevede onlara özellikle de görsel düşünme ve tasarım becerileri kazandırılmaya çalışılıyor.
Bilimsel çalışmalarda görsel sanatın önemini öne süren Prof. Dr. Halil Akdeniz, Işık Üniversitesi'nde "sanat bilimi" adı altında bir doktora programı oluşturmuştu. İkinci doktoramı bu konuda yaparken bilim ve sanatın arakesitinde yapılan çalışmaları incelemiştim. Tez sürecinde ortaya çıkan bazı ilginç bulgulardan burada bahsetmek istiyorum.
Bilim ve sanatın arakesitindeki kahramanlar
Galileo Galilei'nin hikâyesini çoğumuz biliyoruz. Ailesi ressam olmasına izin vermediği için matematik ve fizik alanında uzmanlaşmıştı. Ancak el sanatları ile uğraşmayı ihmal etmemişti. Teleskopun icat edildiğini duyunca kendi teleskoplarını yapmaya başladı. Onlarla gezegenleri gözlemleyerek keşiflere imza attı.
Johann Wolfgang von Goethe edebi eserleri ile bilinir. Onun ressam olduğu ve optik konusunda çalıştığı pek bilinmez. Meşhur ressam Georges-Pierre Seurat'nın Goethe'nin optik konusundaki eserinden etkilendiği anlaşılıyor. Seurat resim eğitimi aldıktan sonra kitaplardan yararlanarak optik alanında kendini yetiştirmeye çalışmıştı. Ana renkleri birbirine karıştırmadan, onları noktalar şeklinde yan yana getirerek gözün ara renkleri algılamasını sağladı. Böylece Puantilizm olarak bilinen sanat akımını başlattı. Günümüzde ekranlarda kullanılan piksellerin temelini Seurat'nın attığı kabul ediliyor.
Samuel F. B. Morse matematik okumuştu ama meşhur bir portre ressamı oldu. Ancak biz onu telgraf için geliştirdiği Morse alfabesinden dolayı tanıyoruz. Nobel ödüllü nörobilimci Prof. Dr. Santiago Roman y Cajal'ın müzelerde resimlerini görürseniz şaşırmayın. Doğabilimciler Maria Sibylla Merian ve John James Audobon da yaptıkları böcek ve kuş resimleri ile meşhur oldular.
Bence bilim dünyasının en ilginç şahsiyetlerden biri Prof. Dr. Alexander Fleming'dir. Laboratuvarında çalışırken mikropların renklerini kullanarak resimler de yapıyordu. Hatta bu resimlerle İngiltere Kraliçesi şaşırtan bir sergi bile açmıştı. Doğadaki farklı renkleri bulmaya çalışırken tesadüfen bir mikrobun diğerlerini engellediğini fark etti. Bu şekilde ilk antibiyotiği keşfetti ve Nobel ödülünü aldı. Fleming penisilin ile milyonlarca insanın hayatını kurtaran ilginç bir kahramandır.
Polimat = Hezarfen
Bilim insanı olarak yetiştirilmeksizin önemli keşif ve icatlar yapan kahramanlara da rastlıyoruz. Onların "polimat" tabir edilen aynı anda birkaç alanda bilgili ve yetenekli kişiler oldukları düşünülüyor. Osmanlılar bu tip insanlara "hezarfen" diyorlardı. Kanat takıp Galata'dan Üsküdar'a uçan Hezarfen Ahmet Çelebi'yi duymuşsunuzdur.
Leonardo da Vinci mimar ve mühendis olarak olağanüstü eserler yapmıştı. Yayınlamadığı çizimlerine bakılırsa insan anatomisini dönemin hekimlerinden daha iyi biliyordu. Bu özelliklerinden daha çok biz onu büyük bir ressam olarak tanıyoruz. Onun görsel ve uzamsal yeteneklerinin sanattan tıbba, mühendislikten mimarlığa kadar geniş bir yelpazede faydalı olduğunu görüyoruz.
Hollandalı Antonie van Leeuwenhoek bilim eğitimi almamıştı. Çeşitli küçük işlerle uğraşıyordu. Kumaşların ipliklerini kontrol etmek için kendi elleriyle mercekler yapmaya başladı. O kadar iyi mercekler yaptı ki onlarla mikropları bile görebildi. Şimdi onu mikrobiyolojinin kurucusu olarak kabul ediyoruz.
Bilime yeni bir bakış
Şahin ve Türeci çiftinin başarıya ulaşmasını sağlayan şartlar nelerdir? Bu soruyu sorarak Türkiye'de gençlerin neden bilimsel araştırmaya ilgi duymadığını irdeleyelim. Öncelikle bilim bir kurumsallaşma ve kültür meselesidir. Seçkin üniversite ve araştırma merkezlerine sahip olmayan ülkelerde bilim kültürü oluşmuyor. Bilimin ne kadar renkli ve keyifli olduğu yeterince bilinmiyor. Küçük ölçekli araştırma ve geliştirme faaliyetlerinden başarılı sonuçlar alınamıyor. Temel bilim alanlarından mezun olanlar iş bulamıyor. Bu nedenle yetenekli gençler tıp, mühendislik ve pazarlama gibi uygulamalı alanları tercih ediyor. Daha işin başında gençlere bilimsel kariyer yolu kapanıyor.
Pandemi ile birlikte televizyonlarda bilim daha fazla konuşulmaya başlandı. Viroloji, immünoloji ve epidemiyoloji uzmanları sayesinde gelişmelere anlam verebildik. Salgın sırasında aşı geliştirme ve üretme becerisine sahip olmadığımızı fark ettik. Aslında bilim şemsiye gibidir, gerektiğinde kıymeti anlaşılır. Biz bu defa yağmura şemsiyesiz yakalandık.
Salgın başlayalı henüz bir yıl bile olmadan kendi aşımızı niye üretemedik diye tartışmaya başladık. Geçmişte bir aşı geliştirme projesinde görev almış biri olarak bu işin hiç de kolay olmadığını biliyorum. Kısa zamanda sonuç alınmasa da, bu amaçla yapılmakta olan çalışmaların gelecekte ülkemize faydalı olacağına inanıyorum.
Bilimi toplum ve özellikle de öğrenciler için sevimsiz hale getiren bazı kalitesiz akademisyenlerin yanlış meslek seçtiklerine inanıyorum. Azınlık olduğuna inandığım bu kişiler yarattıkları imaj ile gençleri bilim dünyasından uzaklaştırıyorlar. Oysa ülkemizin başarılı bilimsel araştırmalara ve buluşlara çok ihtiyacı var.
Son dönemde yaygınlaşan intihal (Fikir ürünlerinin çalınması) haberleri de üniversiteleri yıpratıyor. Ancak ne yazık ki bu sorun gerçek ve ciddi. Ben de geçenlerde şahsen yakaladığım bir intihalci hakkında resmi şikayette bulunmuştum. Bir tesadüf sonucunda bir intihalcinin birkaç yayınımı sahiplendiğini fark ettim. İsim benzerliğinden yararlanarak, benim kırk yıl önce yazdığım üç makaleyi bir bilim sitesinde (Researchgate) kendi adına kaydetmişti. Bu hatanın düzeltilmesi için kendisine yaptığım taleplere cevap alamadım. Sonunda bu kuruluşa şikayet ederek durum düzeltilmesini sağladım. Aslında biyoteknoloji alanı ile ilişkisi olmayan birinin, kendisi henüz doğmadan önce yazdığım makalelerimi sahiplenmeye çalışmasını çok garip ve komik bulduğumu itiraf etmeliyim. Güleriz ağlanacak halimize!
Türkiye uluslararası patentler ve yayınlar açısından iyi bir konumda değil. 21. yüzyılda Türkiye'nin çok sayıda bilimsel araştırmacıya ihtiyacı olacağını düşünüyorum. Bu nedenle bir bilim ve teknoloji seferberliği başlatmak gerekeceğini düşünüyorum. Bu amaçla liselerden itibaren yetenekli gençleri seçerek yetiştirmeliyiz. Bir taraftan da bilimsel araştırmaya odaklanmış elit üniversiteler oluşturmalıyız. Kaynakların verimli bir şekilde kullanabilmesi için küresel ölçekte mükemmeliyet merkezlerine ihtiyaç var. Bilim ve teknoloji seferberliği için yapılacak yatırımlar geleceğin teknolojilerine ve çözümlerine temel teşkil edecektir.
Son söz
Bilim aslında keyifli bir iştir. Başarılı bilim insanları genel görüşün aksine renkli, neşeli ve yaratıcı insanlardır. Onların özverili çalışmaları ile insanların sorunları çözülür ve ihtiyaçları karşılanır. Bu ilginç insanlardan bir kısmı bugün ödüller alır ve kahraman ilan edilirken binlercesi de laboratuvarlarında geleceğin sorunlarını çözmek için çalışmaktadır.
Bilim laboratuvarda durduğu gibi durmuyor. Keyifle çalışan bilim insanları aşılar ve cep telefonları icat ediyorlar. Bizim gelecekte beyaz önlüklü kahramanlardan oluşan ordulara ihtiyacımız olacak. Onlar için keyifli eğitim ve çalışma ortamları hazırlamaya bir an evvel başlamalıyız.