01 Eylül 2019

Varlığın teni ve dokunmanın cinselliği

Beden tutkulu bir arzuyla başkasına yaklaşmak ve onunla birleşmek ister. Cinsellik başkasıyla ilişkidir, bu ilişkide ben başkası, başkası da ben olur

Maurice Merleau-Ponty davranış ve algı üzerine olan erken dönem çalışmalarında Kartezyen felsefeye bağlıdır ve bedene dair özne ve nesne ayrımına göre bir kavrayışı vardır. Aslında öznenin ruh ve beden olarak ikici kavranışından kurtulmaya çalışmaktadır. Ancak bunu geç dönem çalışmalarında başarabilecektir. Merleau-Ponty sonraki çalışmalarında Kartezyen kavramları ve onların neden olduğu sorunları aşmak için ten kavramına merkezi bir yer vermiştir. Ten kavramında Merleau-Ponty bedenin özne ve nesne ayrımına göre kavranmasını aşmanın imkanlarını bulmuştur.

Merleau-Ponty Görünür ve Görünmez'de ten konusunu ele alır. Ten kavramı onun için ontolojik önemi olan bir konudur. Görünür ve Görünmez'de daha önceki çalışmalarından daha derinlikli bir felsefi soruşturmaya girişir ve bedeni varlık alanına taşır.

Maurice Merleau-Ponty

Merleau-Ponty, ten kavramını önceleri pek ontolojik bir anlamda kullanmıyordu. Daha çok biyolojik bir anlamda kullanıyordu, insanın bedenini saran cilt olarak. Örneğin Algının Fenomenolojisi'nde dokunan ve dokunulan eller dolayımıyla tenin özne ve nesne ilişkisini aşmak için içerdiği imkanları araştırır. Bu örneği Husserl'den almıştır. Husserl, dokunan ve dokunulan eller aracılığıyla özne ve nesne ilişkisini sorunsallaştırır. Sağ elimle sol elime dokunduğumda, sol elimin kaygan ve yumuşak veya pürüzlü ve sert olduğuna dair hisler duyarım. Sol el, sağ ele bazı hisler veren bir nesne gibi gelir, ama Husserl'in belirttiği gibi, aynı anda sağ elim de sol elime dokunmaktan kaynaklanan hisler verir. Eller birbirine dokunurken dokunan ve dokunulan aynı anda sürekli yer değiştirir, birbirinin yerine geçerler. Bu deneyim bedeni karşı karşıya olmayan ama iç içe olan ikili bir yapı olarak yeniden inşa eder. Beden bir taraftan fiziksel bir nesnedir, diğer taraftan tinsel bir özne…


Abidin Dino - Eller

Husserl bedenin salt fiziksel bir nesne olmadığını göstermek için, bir şeyin başka bir şeye dokunmasını da ele alır. Aynı şekilde, bir şey başka bir şeye dokunduğunda da dokunan ve dokunulanın yerleri sabit değildir; dokunan aynı zamanda dokunulan ve dokunulan da dokunandır. Dolayısıyla dokunma deneyimleri bize algının özne ve nesne arasındaki ilişkilerin bir sonucu değil, özneler arası ilişkilerin bir sonucu olarak ortaya çıktığını gösterir.

Merleau-Ponty, Husserl'in örneklerinin neredeyse aynılarını kullanır ve aynı sonuçlara ulaşır. Ona göre de beden kendi bünyesinde hem özne hem nesnedir, dokunan bedende özne ve nesne iç içe geçer. Bir dokunma eyleminde bir şey sadece dokunan veya dokunulan değildir, şeyler hem dokunan hem dokunulandır. Dolayısıyla bir beden bünyesinde ikili bir yapıyı barındırır; hem özne hem nesnedir ve bu olgu iki elin birbirine dokunması sırasında üzerinde düşünmeye çağırır. Merleau-Ponty insan bedeni ile dünya arasındaki ilişkinin de aynı olduğunu söyler. Yani, algılananlar sadece şeyler değildir; algılayan beden de algılanandır.

Merleau-Ponty'ye göre dünyanın da teni vardır ve bu sayede insan dünyayı algılayabilme yetisine sahip olduğu kadar dünya da insanı algılayabilme yetisine sahiptir. Merleau-Ponty'nin ontolojisine göre gören ve görülen, dokunan ve dokunulan aynı varlığın farklı boyutlarıdır. Bu iki farklı boyut sadece birbirlerini tamamlamaz, birbirlerinin yerine de geçer; yani hem birbirlerinden farklı hem de birbirlerinin aynıdırlar.

Bu düşünce Merleau-Ponty'yi varlık ile ten kavramlarını aynı anlamda kullanmaya götürür. Ona göre ten varlıktır; bundan dolayı teni düşünmek varlığı düşünmektir. Merleau-Ponty'de ten, artık derinin diğer adı değildir, varlığın diğer adıdır ve böylece ontolojik bir anlam kazanmıştır. Tenin ontolojik kavranışı ruh ve beden ikiliğine de son vermiştir, beden kendi kendisiyle bir bütün olmuştur.

Merleau-Ponty bedeni tenden hareketle düşündüğü için, bedenlerin arasındaki ilişkiyi de özne-beden ve nesne-beden arasındaki ilişki olarak düşünmez. Bir beden hem özne-beden hem nesne-bedendir. Beden bizi dünyaya ve başkasına açar. Beden hem hisseden hem hissedilen olduğu için dünya ve başkasıyla ilişkilerimiz bir iç içe geçme veya birbirine dolanma şeklindedir. Böylece beden kendisini aynı varlığa ve tene ait olarak algılar.

Ten başkasıyla ilişkilerde karşılıklı duygusal bağlar kurmayı sağlar. Bunlardan birisi de arzudur. Arzu ben'i başkasına bağlar, böylece ben ve başkası tensel ilişki sayesinde aynı vücuda ait olduklarını fark ederler. Tenin ontolojik anlamı Merleau-Ponty'nin cinsellik konusundaki araştırmalarında daha açıklık ve genişlik kazanır.

Cinsellik sayesinde ben başkasıyla daha derin ve özel, mahrem bir ilişki kurar. Herkes aynı tene doğar, yani doğduğumuz andan itibaren başkası benim vücuduma ait, başkası da benim vücuduma aittir. Bu insan varlığının ortak, benzer, aynı olduğu anlamına gelir. Ancak bu aynılık benin başkasının içinde yok olmasını gerektirmez. Her bir bedenin ayrı teni ve buna bağlı olarak ayrı hisleri ve algıları vardır. Bu bağlamda iki insan arasındaki tokalaşma insanları birbirine eşitleyen bir tensel ilişki olarak aynılığın onaylanması ve farklılığın tanınmasını sağlayan bir davranıştır.

Bir tokalaşmada dokunan ve dokunulan, özne-nesne ilişkisine göre belirli değil, muğlaktır; birbirine dönüşlüdür. Tokalaşan kişiler aynı anda kendilerini dokunan ve dokunulan olarak hissederler. Böylece özne ve nesne ilişkisi ortadan kalkar ve kişiler birbirlerini özneler arası bir ilişkiye açarlar. Bu yüzden tokalaşmak çok sembolik bir davranıştır. Başkalarıyla hiyerarşik bir ilişki kurmak isteyenlerin herkesle tokalaşmaması veya şöhretli kişilerin hayranlarının sevgisine karşılık vermek için ellerine dokunarak geçmeleri gibi.

Ayrıca bazı Müslümanların karşı cinsle tokalaşmayı haram saymaları, tensel temasın şehvet uyandırıcı etkisinden kaçınmaktan çok, erkek ve kadın arasındaki özne ve nesne ayrımına göre kurulmuş ilişkiyi bozması ve kadın ve erkek arasında özneler arası ilişkiyi sembolize eden bir davranış olmasındandır.

Ama tokalaşmadan farklı olarak birinin elinin bir başkasının eline dokunması, bir bedeni başka bir bedene açmanın, iki bedenin birbirini arzulamasının ve erotik tende buluşmasının bir sembolüdür. Tokalaşmada el başkasının eline sadece dokunur ve bu durum bedenleri ontolojik tende buluşturur. Oysa bir ele arzuyla dokunma hemen sonrasında okşamaya dönüşür ve bu durum bedenleri erotik tende buluşturur.

Okşamanın da tokalaşmaya benzer bir işlevi vardır. Şöyle ki bedenler arasındaki özne ve nesne ilişkisini aşındırır. Çünkü okşama da dokunma gibi birbiri yerine geçişli bir eylemdir. Bir okşama eyleminde, okşama karşılıklı olmasa bile, okşayan el okşanan bedenden hisler alırken, okşanan beden de okşayan elden hisler alır, dolayısıyla bir okşama eyleminde okşayan ve okşanan bedenler tende anonimleşir ve özne-beden ve nesne-beden ortadan kalkar.

Yine bazı Müslümanların, hatta bazı Yahudilerin ve Hıristiyanların, cinsel ilişkide tensel ilişkiye fırsat vermemek üzere çıplaklığı yasaklamaları da bununla ilgilidir. Çıplaklık okşama eylemine ve böylece iki bedenin içli dışlı olmasına, sarılıp sarmalanmasına ve sonunda bedenlerin dönüşümlülüğüne imkan verir. Oysa, çıplak olmayan bedenlerin cinsel ilişkisi ya da okşamaya fırsat vermeyen diğer stratejik cinsellikler, bedenleri özne ve nesne olarak kurar ve cinselliği eril bir boşalma eylemine indirgerler. Bedenlerin özne ve nesne, arzulayan ve arzulanan, etkin ve edilgen olarak tanımları böylece sürekli yeniden onaylanmış olur. Ayrıca bedenlerin organları ve kısımları da eril bakışın etik ve estetik ölçütlerine göre terbiye edilir.

Luce Irigaray, Merleau-Ponty'nin ten ontolojisinde dokunmanın olanaklarıyla ilgili araştırmasını daha ileriye taşır. Irigaray kendine dokunmanın kadının özneleşmesindeki önemini vurgular. Irigaray'a göre sadece kadında olan, kendine dokunan, birbirine sürtünen iki dudak kendine yeten ve bağımsız kadın imgesiyle ilgilidir. Irigaray'ın cinsellik teorisi, kadınların bir başkasının varlığına ve desteğine ihtiyaç duymadan eyleyebilme yetisine sahip olduğunu söyler. Kadın cinsel organı kendi kendine dokunma özelliğine sahiptir. Oysa bir erkeğin cinsel organına dokunmak için her zaman bir arac(ıy)a ihtiyacı vardır: kendisinin veya başkasının eli ve diğer organları gibi. Kadın ise bir aracıya ihtiyaç duymadan, etkin ile edilgen konumlarda olmadan, her iki konumu bir bedende bir araya getiren bir cinselliğe sahiptir. Çünkü kadının cinsel organı birbirine dokunan iki dudaktan oluşur.

Irigaray'a göre cinselliği belirleyen biyolojik ve ruhsal farklılıklardır. Cinsellikle ilgili tüm tanımlar eril ölçütlere göre yapılmıştır. Cinsel fark erkeğin cinselliğine göre, yani bir penise sahip olup olmamaya göre belirlenir. Freud'dan Lacan'a kadar psikanaliz de erkeği temel alır; böylece kadın eksik olarak tanımlanır. Oysa Irigaray'a göre, kadının cinsel organının fiziksel yapısı, yani vulva özgün bir cinsel farkı temsil eder. Vulvanın özgül yapısı onu ten ontolojisinin kavramları ve birbirine dokunmanın veya sürtünmenin etkileriyle düşünmeye davet eder.

Kadın cinselliği çok katmanlıdır. Vulvanın dudakları birbirine dokunur ve sürtünürken sürekli yer değiştirir. Irigaray'a göre kadın cinselliğinin bu nedenle farklı uyarılma, temas ve arzulama bölgeleri vardır. Böylece kadın kimliği belirlenebilir olmaya direnir. Irigaray'a göre kadın daima birden çok özne konumunu bedenleştirir. Kadınlar çoğuldur, çünkü aynı anda farklı özne konumlarında varolurlar.

Kadın cinselliğinin ve kimliğinin bu çok katmanlılığa dayalı belirsizliği eril tahakküm için hep rahatsız edicidir. Eril tahakkümün kurulu düzeni için tehdit edici diğer unsurlar özne-beden ve nesne-beden ayrımının ortadan kalkması, kadın bedeninin arzulanan değil arzulayan olarak kendini ifade etmesidir. Bu bağlamda cinselliği eril tahakkümün sembolik şiddetinin bir ifadesi olmaktan çıkaracak tensel ilişki biçimleri de sınırlandırılmaya çalışılır.

Merleau-Ponty'nin ten ontolojisine göre kurulmuş bir özneler arası ilişkide başka bir bedenin arzusu ve başkasına karşı duyulan cinsel arzu mekanik bir ilişkiden ve eril şiddetten uzaktır. Ontolojik bir ten kavrayışından neşet eden dişil bir erotizmin ifadesi olan cinsellik başkasını nesneleştirmeyi ve onu bastırmayı hedeflemez. Tensel bir erotizm cinselliğin tinselliğe dönüşümünü sağlar. Bu, benin başka bir bedende kendini arayışa çıkması, başkasının arzusuyla kendi arzusunu mübadele ederek fallus merkezli cinsellik biçimlerinin ötesine geçme deneyimi ve bedenlerin birbirini sarmalayarak bütünleşmesidir. Merleau-Ponty tene ontolojik bir anlam vererek eril bedeni diğer bedenler karşısında ayrıcalıklı bir özne olarak görmeyi terk etmeyi ve bedeni özgürleştirmeyi sağlayacak bir okuma biçimi önermiştir.

Beden tutkulu bir arzuyla başkasına yaklaşmak ve onunla birleşmek ister. Bu iç içe geçme isteği, özne ve nesne ayrımını geçersiz kılarak özneler arası ilişkiye imkan verir. Böylece cinsellik yoluyla kimliklerin yer değiştirmesinden bile söz edilebilir. Cinsellik başkasıyla ilişkidir, bu ilişkide ben başkası, başkası da ben olur.

Yazarın Diğer Yazıları

Plastik mutlak

Varoluşçuluk bakımından insanın kendini gerçekleştirebileceği en mümkün alanlardan biri sanattır. Varoluşçuluk için insanın kendini tasarlaması ve özgürleşmesi en iyi sanatla sağlanabilir. Çünkü sanatçı bir yandan varlığını tasarlarken diğer yandan kendini keşfeder, kendinin bilincine varır

Distopyadır bu yolda her ütopya

Yabancı yatırımcılar için cazibe merkezi oluşturmak için tasarlanan ve inşa edilen mega projeler, ne beklenen ekonomik geliri sağlamakta ne de toplumsal fayda sağlamaktadır

Böyle söyledi Nietzsche

Nietzsche'nin Yunan tragedyalarında karşılaştığı iki tanrı, Apollon ve Dionysos insanın iki ayrı yönünü temsil eder. Apollon, düzen, denge, uyum tanrısı olarak akılsal olanın kurucusudur. Dionysos ise coşkunluk ve sarhoşluk tanrısı olarak eğlence, zevk, çılgınlık ve taşkınlığı temsil eder