Günümüzde sıradan vatandaş olarak hepimizi güvencesiz bir durumda bırakan hukukun tasfiyesi, 70’lerden beri Batıda işlemeye başlamış ve Türkiye’de 80’lerden itibaren uygulanmaya başlayan bir sürecin, siyasetin tasfiyesinin bir sonucudur. Demokratik toplumlarda hukukun kaynağı siyasettir; yani toplumdaki farklı kesimlerin çıkar, talep ve şikayetlerini ifade edebilecekleri ve bunlar için bir tartışma etiğine bağlı kalarak birbirleriyle iletişim kurabilecekleri, ama sonuçta mutlaka uzlaşmanın gerekmediği, dolayısıyla çatışmadan beslenen ve güçler ayrılığı ilkesine dayalı bir kurumun varlığı hukukun da dayanağıdır. Demokratik olmayan diğer toplumlarda, devletin niteliğine göre buyruklar ve yasalar vardır ama buyruk ve yasalar önünde eşitlik bir hukuk oluşturmasa da adalet oluşturur.
Günümüzde siyasetin ve hukukun tasfiyesine neden olan süreç neoliberal ideolojinin ekonomiden başlayarak topluma, kültüre ve siyasete egemen olmasıdır. Hukukun tasfiyesi ile ortaya çıkan boşluk kanunlar ve kanun hükmünde kararnamelerle doldurulmaya çalışılmış, ama bunların uygulamaları çok keyfi bir hal alınca şiddet belirleyici bir güç haline gelmiştir. Bu durum devletin ideolojik aygıtları yerine baskı aygıtlarını tekrar koymayı gerektirmiştir. Çünkü neoliberal politikalar toplumunun rızası üretilerek uygulanabilir olma düzeyini aşmıştır. Üretimin yerine finansın ekonomide belirleyici olması spekülatif sermayenin gücünü arttırmış, bu da illegal yapılanmaların desteğini ve desteklenmesini gerektirmiştir. Böylece siyaset bir yandan gladyo gibi diğer yandan da mafya gibi örgütlenmelerle yakın ilişkiye girmiş, öyle ki ordu ve polis gibi kuvvetlerin yerini bu tip örgütlenmeler almaya başlamıştır. Günümüzde merkez siyasetin aşırı sağ hareketlerle ittifak içinde olması bunun legal bir görünüme bürünmesini sağlamaktadır. Nitekim, İtalya, Rusya ve Meksika gibi ülkelerde finans piyasaları, medya ve siyasal iktidar, güçlerini kanunsuzluktan ve şiddetten alan odakların elindedir.
ABD’deki Haliburton veya Blackwater gibi şirketlerin rollerinden de bahsetmek gerekir elbette. Bu şirketler bölgesel savaşları ve çatışmaları alevlendirmekte, toplumları bölmekte, iç savaş potansiyellerini ortaya çıkartmakta, toplumlarda güvensizliği ve düşman algısını beslemekte, ülkeleri tehlikeye atmaktadırlar; çünkü onların gelir kaynağı ve faaliyet alanı budur. Toplumları ve ülkeleri birbirlerine düşürerek yeni pazarlar oluşturmaktadırlar.
Siyasetin tasfiye olduğu post-politik ülkelere ilk anda bakan biri bu ülkelerin akıl dışılığını çılgınlığın hüküm sürdüğü, çürümüşlüğün kuralsızlıkla kol kola girdiği, geç kapitalizmin kültürel mantığıyla aslında pek ilgisi olmayan bir “ne olsa gider” anlayışının geçerli olduğu eğlenceli ve maceralı bir yer olduğunu düşünebilir. Oysa gerçek bambaşkadır. Bu ülkeler, küresel kapitalist imparatorluğun yeni egemenlerinin laboratuvarı olmaktan başka yerler değildir. Modern dönemin faşizmleri, sermayesi endüstriyel üretime dayalı burjuvaziyle işbirliği yapıyordu. Postmodern dönemin faşizmleri ise yeni bir yönetim mantığının gerektirdiği şekilde, ekonomiyi yöneten yeni bir sınıfla, İtalyan kuramcı Franco Berardi’nin tanımıyla, “lümpen burjuvazi”yle iş birliği halindedir.
Lümpen burjuvazi girişimci burjuvazinin tutumluluk, çalışkanlık ve sisteme bağlılık gibi erdemlerine sahip değildir. Eski girişimcilerin toplumsal fayda amacı yitirilmiştir, zira yeni burjuvazi servetini üretim ve ticarete yatırmayıp, rantal ve finansal yatırımlarda değerlendirmektedir.
Güç kavramı, beceri kavramıyla yer değiştirmiştir. Beceri, burjuvazinin planlama, idare ve organizasyon işlevlerini mümkün kılan ve mülkiyet hakkını meşru kılan zihinsel emekti. Fakat finansal kapitalizmde, geçmişin becerikli burjuvası, yerini her koşulda kazanmayı tek amaç haline getiren yeni burjuvaya kaptırdı. Hiç risk almadan sürekli kazanmak yatırımın amacı haline gelince, güç becerinin yerini aldı. Üretim için hala beceri gereklidir, ama artık girişimci için tek yeterli nitelik değildir. Bunun yanında oyunun kurallarını, aleyhine döndüğü durumda yeniden düzenleyebilecek bir güce yani şiddet tekeline de sahip olmak gerekir. Çünkü yeni ekonomide sadece karar mercilerinde etkin güce sahip olanlar, yatırımları sayesinde zengin olabilir.
Somut girişimcilik becerisinin temayüzünden başka olan etkin güç neleri içerir? Uydurma, hile, yalan, sahtekarlık, belgeleri tahrif etmek, baskı uygulayabilmek, gerektiğinde rakipleri her şekilde ortadan kaldırmak, yargı üzerinde baskı uygulama vs. Bu açıdan bakınca günümüzün yeni sermayesi eski mafyadan daha acımasız, ahlaksız ve kural tanımazdır.
Bugün siyasetin küresel ölçekte bir krizine neden olan şeylerden biri cehaletin iktidarda olmasıdır. Ekonomik ve politik kararlar günlük kazanca ve çıkara göre alınmaktadır. Maliyetlerin ucuzlatılması için tercih edilen tek yol emeğin ucuzlatılmasıdır, çünkü günümüzde gösterge değeri artık nitelikli üretimle değil, anlık haz vaat den baştan çıkarıcılıkla sağlanmaktadır. Bu bakımdan üretime dair kararları mühendisler, planlamacılar veya uzmanlar değil, hiçbir yönetici vasfı haiz olmasa bile bir takım politik ve sosyal ilişkilerle yönetim erkine sahip olanlar, taşeronlar aracılığıyla emek maliyetlerini düşürüp kazanç sağlayanlar vermektedirler.
Neoliberalizmin dinamikleri üretici burjuvaziyi yok etmiş, yerine toplumcu bir düşünüşe ve siyasal akla sahip olmayan lümpen burjuvaziyi koymuştur. Küresel kapitalist üretimin taşeronluğunu yapan bölgelerde sıklıkla görüldüğü gibi, rekabet aşırılaşınca husumet ortaya çıkmaktadır. Böyle bir durumda politikadan ekonomiye kadar her alanda ilişkiler dost düşman arasındaki mücadele olarak kurulmaktadır. Rekabet husumete dönüşünce rakiplerin hukuk dışı yollarla elimine edilmesi, hatta yargının bir infaz kurumuna indirgenmesi, güçlü olanın çıkarına uygun olmayan her şeyin sistemin dışına çıkılma pahasına tasfiyesi geçerli olur.
Kapitalizmin neoliberal aşaması durdurulamaz ve müdahale edilemez bir serbestleşme süreci olarak görünüyor. Oysa gerçeklik tam tersidir. Toplum olmayı sağlayan bir arada varoluşun etik değerleri ve yasaları değersizleştiriliyor ve yürürlükten kaldırılıyor. Bunların yerine şiddetin yasaları dayatılıyor. Rekabet ilişkilerinin bozulmasını engelleyen düzenlemeler ortadan kaldırıldıkça etik değerler ve hukuki kurumlar yozlaşıyor. Neoliberalizmde “serbestleşme” denen şey sonuçta üretimin gelişmesini ve sermayenin toplumsallaşmasını engelleyecek şekilde güçlü olanın kendi koyduğu kurallara bile, eğer kendi çıkarına göre sonuç vermeyen bir durum ortaya çıktığı takdirde uymadığı, siyasette ve hukukta usul boyutunun tamamen yok edildiği bir güvensizlik ortamını üretmektedir. Böylece neoliberal hükümetlerin vaat ettiği serbestleşme, modernlik projesinin inşa etmeye çalıştığı uygarlık kurumları ve hukuk sisteminin ortadan kalkması anlamına gelmektedir.