22 Haziran 2019

İnsan olmak için hayvanlığı hatırlamak gerekir

İnsan yaşamı hayvan yaşamından ve diğer tüm organik ve organik olmayan yaşamlardan ayrılamaz. Çünkü bir yaşam formunun oluşumu, diğer tüm yaşam formlarının oluşumuna ayrılmazcasına bağlıdır

Hayvan sorunu, felsefede yeni bir ilgi alanı. Hayvan konusu, Agamben, Derrida, Deleuze ve Guattari gibi, yirminci yüzyılın son çeyreğinde felsefe gündemini belirleyen birçok düşünür tarafından ele alındı. Hayvan sorunu üzerine düşünürken, postmodern duruma özgü pek çok konuda olduğu gibi, Nietzsche’nin düşüncesi önemli bir esin kaynağı oldu. Nitekim hayvan sorunu söz konusu olduğunda Nietzsche’den başka yaratıcı düşünceler sunan kimse yoktur.

Hayvan konusu, bugün Nietzsche çalışmalarında da çokça işleniyor ve kısa bir süreden beri felsefe ve insan bilimlerinde geniş bir yer tutmaya başladı. Vanessa Lemm’in Nietzsche’nin Hayvanları adlı kitabı, Nietzsche’nin felsefesinde bir bütün olarak hayvanlığın ilk sistematik değerlendirmesini yapan bir çalışma olarak önem taşıyor. Lemm kitabında, Nietzsche’ye göre hayvanlığın metaforik bir aygıt olmadığını, onun daha çok Nietzsche’nin felsefesinde insanın anlamının kökeni olduğunu göstermeyi istiyor.

Nietzsche tüm yazılarında, insanın bir hayvan olduğunu vurgular. İnsanın hayvanlığını diğer hayvanlardan ayıran şey, ona göre bir kültüre sahip olmasıdır. Ama Batıdaki hümanizm ve aydınlanma geleneklerinin aksine Nietzsche, kültürü akli ve ahlaki bir fenomen olarak değil, bir yaşam fenomeni olarak incelemeyi önerir. Bu şekilde bakıldığında kültürü ilginç kılan şey, hayvanlıkla olan ilişkisidir. Oysa kültür, hep insanlığın kendini hayvanlıktan ve dolayısıyla doğadan ayırması ve özgürleştirmesinin aracı olarak anlaşılmıştır.

İnsanmerkezli bu bakış açısı, kültürü, hayvan yaşamından farklı bir şey olarak görür: Kültürel yaşam, insanın kendisini bir yaratma projesidir. Evrimci bakış açısı da, kültürü insanın biyolojik yaşamını korumasının bir aracına indirger. Evrimci yaklaşım, insan ve hayvan yaşamı arasındaki yakın ilişkiyi hesaba katsa da hayatta kalma mücadelesinin ötesinde kültürün anlamı ve önemiyle ilgili bir çözümleme yapamaz. Lemm, kitabında Nietzsche’nin üst-insan ve güç istenci kavramları üzerine bir çözümleme yaparak kültür ve yaşam arasındaki ilişkiyi inceliyor.

Hayvan, insan, üst-insan sürekliliği

Nietzsche’de hayvan, insan ve üst insanın birbirleriyle ilişkileri değişken ve agonistiktir; ayrıca birbirlerinden kopuşlarla oluşan değişim aşamalarına ayrılmaz. Nietzsche, Böyle Söyledi Zerdüşt’te, “İnsan, hayvan ve üst insan arasında gerilmiş bir iptir” der. Nietzsche’nin demek istediği, hayvan, insan ve üstinsan arasında süreklilik olduğudur.

İnsan yaşamı hayvan yaşamından ve diğer tüm organik ve organik olmayan yaşamlardan ayrılamaz. Çünkü bir yaşam formunun oluşumu, diğer tüm yaşam formlarının oluşumuna ayrılmazcasına bağlıdır. Nietzsche bu nedenle insan doğasının izole edilmiş bir ada olarak kurulması projelerini reddeder. Diğer yaşam formlarından bağını kesen herhangi bir yaşam formu, yaşamını üreten şeylerden ayrılması nedeniyle zayıflar. Dolayısıyla, insan yaşamı kendisini tek başına kendi gücüyle meydana getiremez, fakat başka yaşam formlarıyla ilişkisinden bağımsızlaşarak ve onların karşısında yaşayabilir.

Nietzsche’ye göre insan yaşamı verili bir şey, bir töz ya da varlık değil, daha ziyade olmakta olan bir şeydir. İnsan sürekli oluş halindedir. İnsanın ontolojik anlamı, varlığa ulaşmak üzere kendisini bir amaç olarak görmesinde değil, sürekli yenilenmek üzere bir oluş halinde görmesinde açığa çıkar. Nietzsche Böyle Söyledi Zerdüst’te bunu şöyle ifade eder: “İnsanda büyük olan şey, onun bir amaç değil köprü olmasıdır”.

İlerleme anlayışının hiyerarşisi

Nietzsche’nin süreç olarak yaşam kavramı, Batı metafizik geleneğinde bulunan insanın evrenin merkezi olduğuna yönelik yaygın kavramdan ayrılır. Süreç anlayışı, insan yaşamının, yaşamın bütününde merkezi bir rol oynamadığını, yaşamın yalnızca küçük ve önemsiz bir parçası olduğunu varsayar. Oysa aşmayı içeren ilerleme anlayışı, insanı hayvana üstün kılarak hiyerarşik bir düzen kurar. Bu üstünlük, insanı hayvandan ayırır ve böylece türler arasında eşit bir karşılaşma olanağına engel olur. Ahlaki bir varlığı ifade eden “üstün-insan” kavramı doğadaki agonostik ilişkilerden beslenen duyguların yok edilmesini gerektirir. Bu bakımdan “üstün-insan”la Nietzsche’nin “üst-insan” kavramı tamamen birbirine karşıttır.

“Üstün insan”, insanın kendini ve dolayısıyla hayvanlığını aşarak hayvanlardan ve öteki insanlardan üstün olmayı işaret eder. Böylece insanın hayvan üzerinde egemenlik kurmasını meşrulaştıran bir hiyerarşi tesis edilir. Ama “üst-insan”, insan ve hayvanın birbirini eşitler olarak tanıdığı bir karşılaşmayı sağlayan bir insanlık durumudur. Yani, “üstün insan”, insanın hayvanlığı aşmasını ve böylece hayvan üstünde egemen olmasını tesis ederken, “üst-insan” insanın insanlığı aşmasını ve böylece hayvanla eşitlenmesini sağlar.

Nietzsche’nin “güç istenci” kavramı üzerinden bir yaklaşımla da yaşam, her bir canlı formun doğası gereği kesintisiz çoğullaşmasıyla ve birbirleriyle dayanışmacı ya da rekabetçi agonistik ilişkisiyle kurulur. Nietzsche, doğanın yaşamın artan çoğullaşmasını amaçladığını düşünür ve insan, hayvan ve yaşamın başka formlarının bütününde var olan sürekliliğin olumlanmasından doğan kültür aracılığıyla bu çoğullaşmaya ulaşılabileceğine inanır. Nietzsche, insanlığın ilerlemesi gibi bir sürecin olduğunu kabul etmez ve onun yerine ilgisini insandaki çoğulluğun beslenmesine yöneltir.

Bir tahakküm projesi olarak uygarlık

Lemm, kitabında kültürü yetiştirme ve eğitim olarak tanımlıyor ve onu evcilleştirme ve terbiye olarak belirlediği uygarlıktan ayırıyor. Nietzsche’nin görme biçimiyle uygarlık, hayvan yaşamının yok edildiği, hayvanlığın bastırıldığı bir süreçtir. Uygarlık süreci, insanın ahlaki ve akli gelişimini amaçlar. Uygarlık böylece insanın ilerleme süreci olarak kavranır ve insanın hayvan doğasının karşısına konur.

Kültür ise hayvan yaşamı üzerinde baskı kuran güç biçimlerini değil, canlı ve mutlulukla dolup taşan yaşam ve düşünce biçimlerini doğurur. Eleştirel işleviyle kültür, uygarlığın “ilerlemesinin” sahte aşamalar olduğunu açığa çıkartır. Kültür ayrıca, özgürleştirici işleviyle uygarlığın tahakkümünü aşmaya çalışır. Kültür, insanın hayvanla bağının olumlanması ve süregelmesiyken, uygarlık, hayvanlığın unutulması, insandaki hayvanlığın susturulmasıdır.

Nietzsche, uygarlığı tahakküm ve dayatma projesi olarak görür. En yüksek mertebesinde uygarlık kendisini, insanın hayvanlığına karşı yöneltilen şiddette ve aynı zamanda tahammülsüzlükte gösterir. Uygarlık, insanın hayvani doğasına ahlaki bir üstünlüğün dayatılmasıyla tahakkümde bulunmayı belirtirken kültür, uygarlığın baskıcılığından kurtulma ve ona direnmeyi yansıtır. Kültürü tanımlayan şey, ahlakileşmeden, uygarlığın hayvanlığı zor ve tahakkümle evcilleştirmesinden arınmış olmasıdır. Kültürün işlevi böylece insanın hayvanlığını yeniden onaylamaktır.

Apollon – Dionysos karşıtlığı

Uygarlığın egemenliği altında insan, ne olduğunu ve olduğu şeyi, yani hayvanlığını, olması imkânsız olan ve olduğu takdirde kendisini huzursuz edecek şey için, akli ve ahlaki bir varlık olmak için unutur. Bu anlamda insanın akli ve ahlaki bir varlık oluşu, insanın hayvanlığını gitgide unutmasına dayanır. Uygarlık, insanın hayvanlığını reddeder ve böylelikle insanlığın büyüyüp serpildiği ve bu büyümeyi sürdürdüğü doğayı tahrip eder.

Kültür ve uygarlık arasındaki karşıtlık, Nietzsche tarafından Tragedyanın Doğuşu’nda Dionysos ve Apollon arasındaki karşıtlıkta temsil edilir. Apollon, akli ve ahlaki bir dünya düzeninin yanılsamalarıyla uygarlığın perspektifini yansıtır. Dionysos ise dünyayı, herhangi bir düzenli yapısı olmayan ve bir temelden yoksun kaotik bir yapı gibi gören kültürün perspektifini yansıtır. Apolloncu yanılsama ve hayalin etkisi altındaki insan, kendisinin bir hayvan ve bu yüzden yaratıcı bir güce sahip olduğunu unutmuştur. Apolloncu kişiliğiyle insan akli ve ahlaki bir varlık, Dionysoscu kişiliğiyle insan sanatsal ve yaratıcı bir varlıktır. Bu nitelikleriyle biri bilimsel ve uygar dünyaya, diğeri trajik ve kültürel dünyaya aittir.

Nietzsche gerçek özgürleşmeye hayvanlığı aşarak değil, daha ziyade uygarlığın araçları olarak akılsallık ve ahlakiliğin tüm o “insanca, pek insanca” biçimlerini aşarak ulaşılabileceğini iddia eder. Nietzsche, insanın hayvanlığını onaylar ve onun “hayvan sağduyusunu” yeniden kurmak amacıyla insana “üst-insan” hedefini gösterir.

Nietzsche’nin düşüncesinde, hayvanlığa özgü nitelikler, insanın “üst-insan”a ulaşmasına olanak tanıyan yaratıcı bir hazneyi ve yaşamın yenileyici güçlerini içerir. Nietzsche’ye göre insanın kendini aşması için hayvanlığına geri dönmesi gerekir. İnsanların insanlıklarına yol gösteren onların hayvanlıkları ve hayvanlıklarına dönüşleridir. Buna göre, insanın üst-insan olmak ve geleceğini yeniden kurmak üzere uygarlığı parçalayan, aşan ve sarsan bir güç olarak hayvanlığına dönmesi gerekir.

Yazarın Diğer Yazıları

Plastik mutlak

Varoluşçuluk bakımından insanın kendini gerçekleştirebileceği en mümkün alanlardan biri sanattır. Varoluşçuluk için insanın kendini tasarlaması ve özgürleşmesi en iyi sanatla sağlanabilir. Çünkü sanatçı bir yandan varlığını tasarlarken diğer yandan kendini keşfeder, kendinin bilincine varır

Distopyadır bu yolda her ütopya

Yabancı yatırımcılar için cazibe merkezi oluşturmak için tasarlanan ve inşa edilen mega projeler, ne beklenen ekonomik geliri sağlamakta ne de toplumsal fayda sağlamaktadır

Böyle söyledi Nietzsche

Nietzsche'nin Yunan tragedyalarında karşılaştığı iki tanrı, Apollon ve Dionysos insanın iki ayrı yönünü temsil eder. Apollon, düzen, denge, uyum tanrısı olarak akılsal olanın kurucusudur. Dionysos ise coşkunluk ve sarhoşluk tanrısı olarak eğlence, zevk, çılgınlık ve taşkınlığı temsil eder