28 Temmuz 2019

Dünyevileşmiş cennet: Ütopya

Ütopyacı düşünürlerin, ideallerini tarihin yardımıyla somutlaştırabileceğine inandığı bir dönemde, hayal edilen toplumu ücra bir adada ya da bilinmeyen, erişilemeyen bir yerde konumlandırmak zorunluluk arz etmiyordu artık.

İnsanların daha iyiye dair özlemleri de farklı tarihsel ve toplumsal durumlara göre değişiklik gösterir. Geleneksel ve tarım toplumlarında daha iyi hep geçmişte olan bir durumdur. Çünkü geleneğe göre değişim bozulmadır ve köylü zihniyeti ilerlemeye karşıdır. Bunun bir nedeni onun zaman algısının döngüsel olmasına bağlanabilir. Ama asıl olarak köyün bir toplumsal vizyona sahip olamamasıdır. Farklılık yoksa başkalık yoktur, başkalık yoksa değişim yoktur. Değişim olmayınca da daha iyiye dair bir arayışa da neden yoktur. Geleneksel toplumun stratejisi ilerlemeye karşı direniş geliştirmektir. Bunun için de iyi, daha iyi ve mükemmel hayatın geçmişte olduğu, mutlu olmak için geçmişe dönülmesi gerektiği söylenir.

Kapitalizmin filizlendiği ve burjuvanın yükseldiği modern toplumun şafağında ise daha iyi gelecekte aranmaya başladı. Coğrafi keşiflerin başladığı Rönesans döneminde daha iyi mekânsal bir uzaklıkta aranmaya başladı. Kapitalizmin geliştiği Aydınlanma çağında ise daha iyi zamansal uzaklıkta aranır oldu ve böylece ilerleme düşüncesi gelişti. İnsan aklıyla daha iyi bir dünya kurabilirdi. Bunu başarmak için ya başka insanların deneyimlerinden yararlanmak gerekir ya da aklın potansiyellerini keşfetmek. Ama daha önemlisi hayal gücüdür; daha iyinin tasavvuru aklın değil, hayal gücünün ürünüdür. Çünkü umut akıldan değil, hayalden beslenir. Cennet akledilmez, hayal edilir ki dünyevi cennetler olan ütopyalar, bu saikle ortaya çıkmıştır.

Nitekim ütopya kelimesi bir cenneti andıran hayali yerleri adlandırmak için doğmuştur. Ütopya kelimesinin mucidi Thomas More, bu kelimeyi türetmeden önce hayali adasını adlandırmak için başka bir kelime kullanıyordu: Nusquama. Nusquama, Latince “hiçbir yer”, “hiçbir yerde” ve de “hiçbir durumda” demektir. Ama More sonra bundan vazgeçti. Çünkü eğer kitabını bu adla yayımlayıp, hayali adasına Nusquama adını verecek olursa, başka bir dünyanın olabileceği düşüncesini aslında reddeden bir kitap yazmış olacaktı. Oysa More, bir yandan içinde yaşadığı topluma karşı eleştirel bir düşünceyi, diğer yandan o dönemde Avrupa’da yaşanan Rönesans’ın heyecanını dile getirecek yeni bir duyguyu ifade etmek istiyordu.

More’un ütopya düşüncesi, aslında antik Yunan ve Roma dünyasının insanlığın uygarlık seviyesinin doruğu sayıldığı ve Avrupalıların bu antik dünyayı model aldığı dönem olan Rönesans’ın ürünüdür; ama aynı zamanda, insanın mutlak kaderine razı olarak yaşamak üzere var olmadığının, geleceği inşa edebilecek bir akla sahip olduğunun keşfi üzerinden temellenen hümanist bir düşüncenin de sonucudur. Ortaçağın ilahi düzeninin yıkıntılarının arasından, insan kendisine duyduğu güvenle çıkmıştır. Böylece cesaretle engin denizde yelken açan denizcilerin keşifleri sayesinde coğrafi ufukların emsalsiz genişlemesi, zihnin ufuklarının da genişlemesine neden oldu. More, Ütopya’yı yazarken Amerigo Vespucci ve Kristof Kolomb gibi kaşiflerin yeni dünyalar ve yeni halklar üzerine yazdığı mektuplardan esinlenmişti; coğrafi keşiflerin başkalarıyla karşılaşmaya neden olması kaçınılmazdı. More, yeni karşılaşılan bu başkalarına karşı ilgiyi ve merakı, başka mekanların, başka insanların ve başka örgütlenme biçimlerinin icadını meşrulaştırmakta kullandı.

More’un ürettiği yeni bir şeydi ve yeni bir ad gerektiriyordu. More hayal ettiği dünyayı adlandırmak için iki Yunanca kelimeye başvurdu. “Değil/olmayan” anlamına gelen ve “u” sesiyle telaffuz edilen ouk ile “yer” anlamına gelen topos kelimelerine, yer bildiren ia sonekini de ekledi. Dolayısıyla etimolojik olarak ütopya, olumlama ve değillemeyi aynı anda içeren bir anlamı olan, aslında olmayan bir yerdir.

Ayrıca More icat ettiği kelimeye bir anlam daha yükledi. Bu ikinci anlam, Ütopya’nın sonunda adanın özellikleri anlatılırken ortaya çıkar. More, Utopia adasının başlıca üç özelliğini şöyle sıralar: 1) uzakta, ücra bir yerdedir; 2) Platon’un ideal devletine rakiptir ve hatta ondan üstündür, zira Platon’un devletinde sadece siyasal bir vaat olarak yer alan kurumlar ve düzen, Utopia’da zaten tesis edilmiş halde bulunmaktadır; 3) Utopia’nın sakinleri ve yasaları o kadar mükemmeldir ki buraya Utopia yerine Eutopia (iyi yer) demek daha doğru olur.

More, böylece hem olmayan yer (utopia) hem de iyi bir yer (eutopia) anlamlarına gelen bir kelime türeterek ütopya düşüncesine mükemmel bir ifade kazandırmış oldu. Gerçekten ütopya, bir yandan gündelik dilde de kullanıldığı şekilde hayali bir yeri, fantastik bir dünyayı, “yok böyle bir yer!” dedirtecek denli imkansız bir düzeni, gerçek olamayacak denli uyumlu bir toplumu ima etmekte, diğer yandan cennet gibi bir yerin olabilirliğini, başka bir dünyanın mümkün olabileceğini, insanların aklıyla doğru işleyen bir düzeni kurabileceğini ve birarada uyum içinde yaşanabilecek ahlaki ilkelerin olabileceğini savunmaktadır. Dolayısıyla ütopya daha iyiyi arayışın modelini, daha iyi bir geleceğin umudunu ifade etmektedir.

Platon’dan beri düşünürler, toplumu daha iyi örgütlemenin yollarını düşlemişlerdir. Birçok düşünür daha iyi bir toplumun nasıl olabileceğine dair seçenekleri tartışmak için kurmacaya başvurmuştur. Her bir düşünürün bu minvalde kurmacalarını sunuş şekilleri birbirinden farklıdır. Platon gibi bazıları ideal bir toplumun nasıl olması gerektiğine dair bir siyasal proje yapmış, More gibi bazıları da uyum içinde bir toplumun nasıl olabileceğine dair hayali bir model icat etmişlerdir. Bugün ütopya kelimesi, fantazya aracılığıyla gerçek topluma alternatif toplum modellerinin düşünülmesi üzerine temellenen bir düşünce geleneğine atıf yapmaktadır.

More, antik Yunan’a kadar uzanan mitsel ya da dinsel arketiplerin yanı sıra Altın Çağ efsanesinden de beslenen bir düşünce geleneğine aittir. Dahası bu gelenek Ortaçağı kat ederek, bolluk ülkesi mitinin yanı sıra ölümden sonra mutlu bir yaşam vaadinden de etkilenmiştir. Bu bakımdan her ne kadar ütopya kelimesinin mucidi More olsa da daha iyi bir yaşam arzusunu her zaman var olmuştur.

Ama ütopya, modern düşüncenin bir özelliği ve en görünür sonuçlarından biridir kuşkusuz. Tarihsel olarak ütopya şu karakteristik özelliğiyle tanımlanır: Kişinin içinde yaşadığı topluma karşı duyduğu hoşnutsuzluğun neden olduğu daha iyi bir yaşam arzusu. Bu özellik, hiç kuşkusuz, çok önemlidir; çünkü geniş bir tarihsel dönem ve coğrafi bölgeye yayılmış metinlerin ütopya olarak ele alınmasını sağlamaktadır. Bu tarz metinler, Ernst Bloch’un ütopyanın başlıca enerjisi saydığı şeyden feyz alır: umut. Öyleyse ütopyanın eleştirel bir tavır meselesi, arzulanır olmayan bir şimdiye tepki ve olası alternatiflerin tahayyül edilmesi sayesinde tüm olumsuzlukları aşma isteği olarak görülmesi gerekir.

Önemle vurgulanması gereken bir diğer husus, ütopya fikrini mükemmellik fikriyle karıştırmamaya dikkat etmektir. Mükemmellik fikrinin kaynağı genellikle aşkındır, ama ütopya fikrinin kaynağı içkindir. Yani mükemmel toplum ilahi emirlere dayalı inşa edilir, oysa ütopyalar insan aklının ürünleridir. Dolayısıyla ütopyalar insan merkezlidir, topluma düzen getirmek için rastlantıya ya da dış, ilahi güçlerin müdahalesine bel bağlamaz. Ütopyaları insanlar inşa eder, ama ütopyaları tasarlayanlar insanların bir arada yaşama kapasitelerine pek güvenmediğinden ütopyalarda çoğunlukla katı yasa ve kurallar vardır.

Ütopyanın diğer bir özelliği gerçeklikle ilişkisidir. Ütopya yazarları içinde yaşadıkları topluma ilişkin gözlemlerinden yola çıkarlar, değiştirilmesi gereken yönleri not ederler ve bu sorunların çözülmüş olduğu bir yer tahayyül ederler. Sıklıkla, hayal ürünü toplum gerçek toplumun zıttı, adeta tersine dönmüş bir imgesidir.

Ütopya bizi tahayyül edilen daha iyi bir yere doğru yolculuğa davet ederek, gerçek yerden kopuşa yol açar. Bu mekansal kopuş zamansal bir kopuşa da neden olur ve bu kopuş gerçek dünyanın tarihiyle tahayyül edilen yerin tarihi arasında bir zıtlık oluşturur. Gerçek dünyada tarih ilerlemektedir, ama ütopyada tarih sona ermiştir. Ütopyalarda tarih, donmuş bir şimdiki zaman olarak yaşanır ve böylece gelecek ve ilerleme düşüncesi zamanın dışına atılır. Çünkü ideal toplumun tesis edilmesinden sonra ilerleme durmuştur. Özellikle Rönesans ütopyalarında zaman bir süreklilik olarak yaşanır, monotonluk vardır. Tahayyül edilen yerlerin sakinleri mekanda bir varoluşa sahiptir ama zamanda bir oluş sürecinin dışındadırlar.

Rönesans’tan Aydınlanmaya geçilirken ütopyacı isteklerin geleceğe yönelmesi ütopyanın doğasında bir değişime neden olur. Böylece, uzaktaki, olmayan iyi yerden, gelecekteki iyi yere geçilmiştir. Bu dönüşüm, Aydınlanma döneminde Avrupa’da egemen olan iyimser dünya görüşünün önünü açtığı bir zihniyet değişimi sayesinde gerçekleşmiştir. Rönesans’ta insan, ötekinin keşfiyle yaşadığı topluma alternatif bazı seçenekler olduğunu görmüştür. Aydınlanma döneminde de, aklın sınırsız güçlerinin keşfedilmesiyle geleceğin inşasının kendi elinde olduğunu kavradı. Aklın sadece mutlu bir yaşamı değil, mükemmel bir dünyayı kurabilecek yetkinliği de haiz olduğu düşünülüyordu. Edebi ütopya Rönesans’ta gerçekleşen keşfin bir sonucudur, siyasal ütopya ise Aydınlanma çağının sonucudur.

Aydınlanmanın siyasi ütopyaları doğurmasının nedeni bilim alanında gerçekleşen keşif ve icatlardı. Ama asıl önemlisi halkın arasında mevcut yönetim biçimini devirip halkın kendi kendini yönetmesine dayalı yeni bir rejimi kurma iradesinin güç kazanmasıydı. Bu bağlamda siyasal ütopyanın ilk örnekleri Fransa’da ortaya çıkmıştır. İlerleme düşüncesine dayanan ve mutlu bir gelecek vaat eden ütopya, siyasal bir boyut kazanmıştır. Artık ütopyalarda da tarih sınırsız bir gelişme süreci olarak tasavvur ediliyordu.

Ütopyacı düşünürlerin, ideallerini tarihin yardımıyla somutlaştırabileceğine inandığı bir dönemde, hayal edilen toplumu ücra bir adada ya da bilinmeyen, erişilemeyen bir yerde konumlandırmak zorunluluk arz etmiyordu artık. Böylelikle insanın kendi zihinsel yetilerine duyduğu güven, içinde yaşadığı toplumun devrimci potansiyeline doğru uzandı; ütopya artık “burada” konumlandırılacaktır.

Yazarın Diğer Yazıları

Plastik mutlak

Varoluşçuluk bakımından insanın kendini gerçekleştirebileceği en mümkün alanlardan biri sanattır. Varoluşçuluk için insanın kendini tasarlaması ve özgürleşmesi en iyi sanatla sağlanabilir. Çünkü sanatçı bir yandan varlığını tasarlarken diğer yandan kendini keşfeder, kendinin bilincine varır

Distopyadır bu yolda her ütopya

Yabancı yatırımcılar için cazibe merkezi oluşturmak için tasarlanan ve inşa edilen mega projeler, ne beklenen ekonomik geliri sağlamakta ne de toplumsal fayda sağlamaktadır

Böyle söyledi Nietzsche

Nietzsche'nin Yunan tragedyalarında karşılaştığı iki tanrı, Apollon ve Dionysos insanın iki ayrı yönünü temsil eder. Apollon, düzen, denge, uyum tanrısı olarak akılsal olanın kurucusudur. Dionysos ise coşkunluk ve sarhoşluk tanrısı olarak eğlence, zevk, çılgınlık ve taşkınlığı temsil eder