18 Ağustos 2019

Bilgeliğin imkânı olarak gençlik

Kapitalizmin her şeyi tüketim toplumuna özgü değerlere göre dönüştürdüğü süreçte gençlik, tatminsizlikle öznelleşiyor. Arzunun dizginlenemezliğine karşı tatminsizlik uysallık ve duyarsızlığa neden oluyor. Böylece gençliğin asi karakteriyle devrimci harekete dönüşme potansiyeli iğdiş ediliyor

Bugünün dünyası, bir boyutta ortaya çıkan düşünce yapılarıyla ve icat edilen teknolojik aletlerle büyük ölçüde gençlere hitap ediyor gibi görünse de, bir başka boyutta gençlerin zihinsel ve kişisel gelişimleri için gerekli olan pek çok şeyi de artık verememektedir. Robert P. Harrison'un Gençleşme adlı kitabında belirttiği gibi, "Zamane gençleri, kimlik oluşumuna ve yaratıcı hayal gücüne kaynaklık eden aylaklık, sığınma ve yalnızlıktan; doğaçlama, hayrete düşme ve başarısız olma özgürlüğünden; gözlerini kapatıp hayal edebilme ve dolayısıyla sinema, televizyon ve diğer ekranların büyücülüğünün ötesinde düşünebilme yeteneğinden; hayatla aramızda bağ kuran ve hayatın anlamını düşünmek için çeşitli imkanlar barındıran doğayla ve evrenle doğrudan ve sahih bir ilişki kurmaktan, üzerine gelecek inşa edebilecekleri bir geçmişin mirasçısı olmaktan mahrumdurlar."

Modern zamanlar başladığından beri yeni olana tutkuyla bağlıyız ve ona sonsuz bir güven duyuyoruz ama gerçekten yeni olan her şey iyi midir? İçinde yaşadığımız çağ ve dünyanın hemen bütün sorunları ve krizlerinin nedeni aslında tam olarak "yeni"nin egemenliği ve hep "daha fazla"nın peşinden koşmamız değil mi? Kapitalizm her bireyi tüketici haline getirirken bu iki duyguyu istismar ediyor ve çelişkilerinin üzerini örtüyor. Teknolojik yeniliklerle aslında hayat kolaylaşmıyor, bilakis zorlaşıyor; kolaylaşan sadece yapıp etmelerimiz. Daha kolay ulaşıyoruz ama yolculuk edemiyoruz, daha kolay iletişim kuruyoruz ama sohbet edemiyoruz, daha kolay bilgiye ulaşıyoruz ama öğrenemiyoruz, daha kolay kendimizi ifade ediyoruz ama düşünemiyoruz, daha kolay tüketiyoruz ama ihtiyaçlarımızı karşılayamıyoruz… Yaşlanırken daha gençleşen dünya, sürekli bedenine özen gösterip, onu diri ve güzel yapmaya çalışırken ruhunu yitiren insanın evrim geçirmesiyle ortaya çıkan yeni bir türün, "tüketici"nin sömürgesi haline gelmekte ve bir yaşam alanı ya da habitat olmaktan çıkmaktadır.

Bedenler gençleşiyor, zihinler yaşlanıyor

Kapitalizmin her şeyi tüketim toplumuna özgü değerlere göre dönüştürdüğü süreçte gençliğin anlamı da değişti. Kapitalizmin insan sonrası evresinde gençlik libidinal enerjiyle yeğinliği artan arzuyla değil, tatminsizlikle öznelleşiyor. Arzunun dizginlenemez ve denetlenemez olma özelliğine karşı tatminsizlik uysallığa ve duyarsızlığa neden oluyor. Böylece gençliğin asi ve etkin karakteriyle devrimci harekete dönüşme potansiyeli iğdiş ediliyor. Ayrıca yeniliğin dönüştürücü etkisinin öngörülemezliği giderilmiş oluyor. Yeni olan insanı kendine çeker ama rahatsız da eder. Çünkü yeni olan bir yandan gelişmeyi ve daha iyileşmeyi getirirken diğer yandan bozulmayı ve kötüleşmeyi getirir. Bu yüzden insanda yenilik sevgisi ile yenilik korkusu bir aradadır. İnsanlar genellikle yeniliğe hem ilgi hem de kuşkuyla bakarlar.

Gençliğe bakışımız da aynıdır; bir yandan neslin devamı olarak ve daha iyi olma umuduyla bakarız, diğer yandan kuşağımızla çatışan bir unsur olarak bir kopuşa neden olacağı kuşkusuyla bakarız. Bu bakımdan yeni ve genç olana insanların tavrı aynıdır. Yeni olana aynıyı yinelediği ölçüde, yani eskiyi sürdürdüğü için değer verilirken, genç olana da geleneği sürdürdüğü, yani yaşlıya tabi olduğu ölçüde değer veriliyor. Bu durumda değeri belirleyen eski ve yaşlı oluyor. Yaşadığımız siyasal ve toplumsal krizin nedeni de bu zaten. Eski olan köklü olanın, yaşlı olan deneyimli olanın yerine geçiyor.

Bugün bedenler gençleşiyorken zihinler yaşlanıyor. Bu çelişkili durumu düzeltmek için geleneksel anlayışı değiştirmeli, bilgeliği saçı başı ağarmış yaşlı biri ve dehayı da saçı başı dağınık çılgın biri gibi hayal etmeyi bırakmalıyız. Yaşlanınca bilge olunmaz. Bilgelik gençlikte oluşmaya başlar ve bitmeyen olgunlaşma ya da yetişkinliğe geçme hali olarak devam eder. Dolayısıyla bir bilge yaşlanmaz; o sürekli bir inşa halindedir, Antoni Gaudi'nin La Sagrada Familia Bazilikası gibi.

Demek ki bilgelik insan ömrünün son evresine özgü bir durum değildir. Birçok yaşlı insan boş laftan başka bir söz söylemeyebilir. Robert Harrison'un dediği gibi, "ömrü boyunca ahmaklık içinde yaşayan bir insan sanki doğal bir telafi süreci varmış gibi yaşı ilerlediğinde bilgeliğe kavuşmayı bekleyemez."

Bilgelik için gerekli olan eğitim süreci felsefi düşünme ya da sahih düşünmenin öğrenilmesini içerir. Bunun için kurumsal ya da akademik bir öğrenim görmek gerekmez. Anlam ve hakikat arayışıyla yola çıkıp, yolda iyi karşılaşmalar örgütlemek ve karşılaştığımız "hikmetli" ya da "hakikatli" kişilerle sohbet etmeyi gerektirir. Gençken felsefeye ilgi duymamış birinin hayatının sonraki aşamalarında felsefeye ilgi duyması pek beklenemez. Hatta gençliğinde felsefeyle ilgilenmiş kişilerin hepsi bu ilgiyi ömür boyu sürdürmezler. Çünkü felsefeyle ilgilenmek başta kendisinin olmak üzere, başkalarının, hayatın ve dünyanın sorumluluğunu almaktır. Böyle bir sorumluluğu almak istemeyenler yaşlılara saygıyı ve onların dinlerine inanmayı tercih ederler. Çünkü sorgulamak risk almayı gerektirir.

Tenin gençliği değil, tinin gençliği!

Sokrates, "sorgulanmayan bir hayat yaşamaya değmez" der. Nasıl ki hayata heyecan katmak için bazı insanlar sınır aşma deneyimleri yaşıyorlar, ekstrem sporlar yapıp hayatı ölümün sınırına getiriyorlar ve böylece vücudun adrenalin salgılamasını arttırarak haz üretiyorlarsa, bazı insanlar da sorgulayıp, karşı gelerek ve isyan ederek hayatı günahın sınırında yaşamakta ve böylece yasağı yaratıcı düşünce ve hayal gücünün esin kaynağı haline getirmektedir.

Zira gerçek gençlik tenin gençliği değil, tinin gençliğidir. Öğretilenden başka biçimde düşünebilmek ve gösterilenden başka biçimde görebilmek gençliğe özgü niteliklerdir. Bütün sanatçılar, edebiyatçılar, felsefeciler ve bilimciler başyapıtlarını ve icatlarını gençken ortaya çıkarmıştır. Yaşlılıkta ancak yılların içinde geliştirdikleri bir üslup sahibi olunabilir. Bu bakımdan sorgulamayan, eleştirmeyen, isyan etmeyen gençlik, gerçek bir gençlik değil, erken bir yaşlılıktır.

Platon, Devlet'in girişinde yaşlı Kephalos ile Sokrates arasında geçen bir diyaloğu aktarır. Bu diyalog, yaşlıların felsefeye bulaşma isteksizliğini ortaya koymaktadır. Sokrates Kephalos'a kendisine miras kalmış olan büyük servetin en büyük nimeti olarak neyi gördüğünü sorar. Kephalos zenginliği sayesinde kimseyi dolandırmadığını, kimseye yalan söylemediğini, kimseye borçlanmadığını, tanrılara kurban kesebildiğini ve bu sayede öte dünyaya korka korka gitmeyeceğini söyler. Gerçekten zengin olma hırsı olan birisine kıyasla kendisine zenginlik miras kalmış birisi suç işlemeye daha az eğilimli olabilir, ama Balzac'ın dediği gibi, her zenginliğin ardında da suç vardır. Veya çok mal haramsız olmaz.

Kephalos'a göre, kendisi gibi yaşını başını almış birinin yapması gereken, tanrıların doğasını sorgulamak, ideal devletin nasıl olacağını merak etmek ya da adaletin bir özü olup olmadığını düşünmekten ziyade gidip kurban kesmektir. Böylece insan tanrıların gönlünü hoş tutabilir ve öte dünyadaki hayatı riske atmaz. Ölümün nefesi Kephalos'un ensesindedir ve o artık hayatı daha iyi nasıl yaşayabileceğini değil öte dünyada cezadan nasıl kurtulabileceğini düşünmektedir. O yüzden Kephalos'un Sokrates'le felsefe yapacak vakti yoktur. Yaşlı bir insan olarak sohbet etmeyi kesinlikle istemektedir; zira yaşlandıkça bedensel zevkler solmakta ve birisiyle konuşmaktan başka zevkli bir edim kalmamaktadır. Ama bütün o diyalog becerilerine karşın Sokrates çok da çekici bir sohbet arkadaşı değildir. Onunla felsefe yapmak zevkli bir sohbet değil, sözlü bir kavgadır.

Sokrates ve Kephalos neredeyse aynı yaştadırlar ama yaşayış tarzları bakımından aralarında büyük farklar vardır. Kephalos'un aksine Sokrates, felsefenin cazibesini en yoğun şekilde hissettirdiği o gençliğe özgü dürtüyü, hakikati ve hayatın anlamını arama dürtüsünü ömür boyu korumuştur. Sokrates, öldüğü güne kadar arayışından da sorgulamasından da vazgeçmeyişiyle, genç kalmanın çağlar ötesinden mükemmel bir örneği gibi durmaktadır. İçinde yatan tutkuyu hiçbir zaman yaşlılığa teslim etmeyen, son nefesinde bile felsefenin vadettiği bilgeliğe inancını kahramanca koruyan biridir Sokrates. Onun Atina gençliğine, gençlerin de ona bu kadar yakın olmalarının nedeni kuşkusuz budur.

Sokrates, libidoya karşılık vermiştir!

Sokrates'e yapılan, tanrılara saygısızlık ve gençliği ahlaksızlığa sevk etmek gibi suçlamaların bir dayanağı olsun ya da olmasın; verili fikirlere kuşkuyla yaklaşan, kendi hakikatinin zeminini arayan Sokrates'in felsefesi Atina gençliğine her şeyden çok cazip gelmiştir. Sokrates'in felsefesi doğrudan doğruya Atina gençliğinin en "genç" niteliklerine, yani libidolarına, hoşnutsuzluklarına, kahramanlık arzularına, merak kapasitelerine, sonsuz umutlarına, kuşku duyma eğilimlerine, sorgulamaya yatkınlıklarına, özgürlük tutkularına, ama aynı zamanda inanmaya hazır oluşlarına ve kendilerine yol gösterilmesine duydukları ihtiyaca karşılık vermiştir.

Felsefenin gençleri baştan çıkaran bilgelik aşkı, tüm yaşlıları ve bilginleri aşacak bir olgunluğu gerektirir. Sokrates o zamana kadar kimsenin erişemediği, mükemmel bir olgunluğun peşindeydi. Bilgelerin yetkin duruşunu reddederek ve hakikati bilmediğini söyleyerek, bilgelik okulundan hiçbir zaman mezun olamayan ebedi öğrenci rolünü oynuyordu. Sokrates öğretmeyle öğrenme, ustayla çırak, yorumcuyla yasakoyucu arasındaki sınırları bulanıklaştırarak felsefeyi öğretmenle öğrencinin aynı aşkı paylaştığı ve aynı olağanüstü amacın peşinde koştuğu bitmek bilmez bir pedagojiye dönüştürmüştür. Sokrates'in dehası eğitimi felsefenin hem aracı hem amacı haline getirmesinde yatar. Felsefe yolculuğuna ya da bitmeyen bilgelik sürecine devam etmek, ruhun bütünüyle gençleşmesini gerektirir.

Öğrenmek hayattır, hayat da öğrenmek…

Sokrates'i büyük bir "genç kalma" uzmanı yapan, yalnızca hayatının son gününe kadar gençlik tutkusunu koruması, hatta o tutku uğruna ölmesi değil; aynı zamanda o tutkuyu yeni bir tefekkür seviyesine yükseltmesidir. Genç öğrencileri üzerindeki baştan çıkarıcı gücü de bundan beslenir. Bir öğretmen, öğrencilerinin arzusunu hem kışkırtmak hem de eğitmek için aynı zamanda hem onlardan yaşça büyük hem de onlarla aynı "ruhsal" yaşta olmalıdır. Sokrates'in bir pedagog olarak en ayırt edici özelliği, öğrencilerinin karşısına yaşlı bir bilge adam kılığında değil, onları kavuşamayacakları bir aşkın peşine düşüren gençliğe özgü arzularının nesnesi olarak çıkmasıdır. Sokrates'in yaşam biçimi felsefenin sürekli arayış halindeki gençlik ruhunun bir bedene girmesi gibiydi.

Sokrates'e göre öğrenmek hayattır, hayat da öğrenmek. Sokrates'in idam edilmeden önce ölümü mütevekkil olarak beklerken hala öğrenme çabası içinde olması bundandır. Sokrates zindandaki hücresinde celladının gelmesini beklerken, yanındaki sadık öğrencilerinden flütle bir melodi çalmayı öğrenmekteydi. Sokrates ölüm yaklaşmaktayken bile öğrenme tutkusunu canlı tutarak öğrencilerine, öğretmenlerinin her şeyden önce bir öğrenen olduğunu, öğrenmenin hiçbir zaman bitmeyeceğini, gerçek anlamda genç kalmanın, öğrenme sürecini ölümün gelip bitireceği ana kadar uzatmak demek olduğunu göstermiştir.

Yazarın Diğer Yazıları

Plastik mutlak

Varoluşçuluk bakımından insanın kendini gerçekleştirebileceği en mümkün alanlardan biri sanattır. Varoluşçuluk için insanın kendini tasarlaması ve özgürleşmesi en iyi sanatla sağlanabilir. Çünkü sanatçı bir yandan varlığını tasarlarken diğer yandan kendini keşfeder, kendinin bilincine varır

Distopyadır bu yolda her ütopya

Yabancı yatırımcılar için cazibe merkezi oluşturmak için tasarlanan ve inşa edilen mega projeler, ne beklenen ekonomik geliri sağlamakta ne de toplumsal fayda sağlamaktadır

Böyle söyledi Nietzsche

Nietzsche'nin Yunan tragedyalarında karşılaştığı iki tanrı, Apollon ve Dionysos insanın iki ayrı yönünü temsil eder. Apollon, düzen, denge, uyum tanrısı olarak akılsal olanın kurucusudur. Dionysos ise coşkunluk ve sarhoşluk tanrısı olarak eğlence, zevk, çılgınlık ve taşkınlığı temsil eder