Çankaya Üniversitesi’nde yaşanan bu cinayet, son zamanlarda yükselen entelektüalizm karşıtlığının, aydın düşmanlığının, üniversitelerin şer odağı olarak gösterilmesinin, cehalet güzellemesini ve bunlarla bezeli popülist sağ söylemin vuku bulmuş halidir
Geçen haftanın en sarsıcı ve üzücü olayı araştırma görevlisi Ceren Damar Şenel’in öğrencisi tarafından öldürülmesiydi. Ankara’da Çankaya Üniversitesi, Hukuk Fakültesi’nde meydana gelen olayda bir öğrenci sınavda kopya çekerken kendisini yakalayan ve hakkında tutanak yazarak disiplin işlemi yapan gözetmen hocasını daha sonra odasında hem bıçaklayarak hem tabancayla öldürdü.
Olayın ayrıntıları ortaya çıktıkça ve olayla ilgili kişilerin bilgileri verildikçe, sıradan bir cinayetten çok daha karmaşık, aslında birçok toplumsal, eğitimsel ve siyasal sorunun iç içe geçtiği bir durum olduğunu görüyoruz.
Katledilen kişi, bir özel üniversitede (resmiyette vakıf üniversitesi) genç bir kadın araştırma görevlisi. Cinayeti işleyen kişi, bir hukuk fakültesi 4. sınıf öğrencisi. Babası emekli bir özel harekat polisi.
Bütün bunlar birçok sorunu gündeme getiriyor.
İçinde bulunduğum akademik ortamlarda ben de şahit oluyorum ki bir genç kadın araştırma görevlisi olmak, birçok zorlukla karşı karşıya olup mücadele etmeyi gerektiriyor. Unvan her ne kadar bir ağırlık taşıyorsa da, pratikte o ağırlık bir külfete dönüşüyor. Yani bir araştırma görevlisinin, düşününce, bir akademik kurumda teziyle uğraşan, araştırma projelerinde yer alan, ayrıca müstakbel bir hoca olarak verilen dersler ve yapılan sınavlar gibi akademik işlerde yardımcı olarak görevlerini yerine getiren birisi olmasını beklersiniz, değil mi? Pek öyle olmuyor.
Araştırma değil, angarya görevlileri!
Çalıştığı akademik kurumda birçok bürokratik işleri yerine getiren, bazen bir ofisteki sekreter ya da memur gibi çalışan, bazen bir hoca gibi derslere giren, sınav yapıp, onları değerlendiren, hatta bazen kerli ferli profesör ve doçentler adına makaleler yazan, ama yaptığı özverili işler hep angarya şeklinde olan, taltif almayan, emeğiyle kurumunda hep bir gölge halinde var olan, ancak bütün bu çalışma süresinden artan kendi boş zamanında teziyle ilgilenebilen bir kişidir, araştırma görevlisi.
Ayrıca, genç olmaktan dolayı öğrenciler tarafından da bir akran muamelesi görme durumu var. Bırakın bazı erkek öğrencileri, bazı kız öğrencilerden bile, “Bana hocalık taslayamazsın” tavrı görebiliyorlar. Eğer üniversite disiplin süreçlerini ciddiyetle işletmiyorsa öğrencilerin olumsuz tavırlarıyla baş edebilmek çok zorlaşıyor. Saygısızlık, tehdit ve tacizle sürekli olarak karşılaşılabiliyor.
Burada vakıf üniversiteleri, yüksek öğretimin kalitesi ve doğasıyla ilgili olarak başlı başına bir sorun teşkil ediyor. Birkaç istisnai üniversite dışında, vakıf üniversiteleri ve hatta birçok devlet üniversitesi birer “yüksek öğretim endüstrisi” gibi işliyorlar. Yani üniversite diploması satmaktan başka bir şey yapılmıyor.
Ama bir yandan da sanki akademik bir eğitim veriliyormuş gibi yapılması isteniyor.
Bu konuda da araştırma görevlileri dahil olmak üzere akademik personelden iyi bir rol becerisi bekleniyor. Yani aynı sahne sanatlarında ya da sinemada olduğu gibi, bir üniversite temsili sahneleniyor.
Devletin de beklentisi bu yönde zaten; o da üniversite mezununun nüfustaki oranıyla daha çok ilgileniyor. Böylece nitelik daha önemsiz hale geliyor. Eğitimin niteliği önemsenmeyince, işte 4. sınıfa gelmiş bir hukuk fakültesi öğrencisi vahşice bir cinayet işleyebiliyor.
Keşke psikolojik sorunları olan bir öğrenci olsaydı, ama değil. Tamamen sistemdeki arızanın bir ürünü.
Mevzubahis 'Devlet'se hukuk eğitimi teferruattır
Cinayeti işleyen öğrenci, emekli bir özel harekat polisinin oğlu. Bu durum, bir rol modelin etkisi ihtimalini akla getiriyor. Özel harekat polislerinin 90’lı yıllardan gelme bir imajı vardır. Sıradan polisler gibi değillerdir; nitekim herhangi bir polis, görevi sırasında bir kabahat işlemişse veya aşırı bir şiddet uygulamışsa ceza alabilir. En azından bir ihtar alır, disiplin cezası alır falan. Ama özel harekat polisleri dokunulmazdır, onlar korunurlar. İnsan haklarına aykırı bir suç bile işleseler, görevleri itibariyle göz ardı edilir hep.
Muhtemeldir ki cinayeti işleyen öğrenci için de kendisi benzer şekilde dokunulmaz olmalıydı.
Yine muhtemeldir ki onun hedefi bir an önce mezun olup, belki babasının içinde olduğu ilişki ağını kullanıp, hemen cevval bir savcı olmaktı. Devlet düşmanlarını tespit edip, layık oldukları cezaya çarptırılmalarını sağlayacak sezgi ve bilgiyi zaten aile ortamında almıştı.
Hukuk öğrenimi bir teferruattan ibaretti.
Yükselen entelektüalizm düşmanlığı
Kendi ifadesiyle, o kalın hukuk kitaplarını okumanın zorluğuna katlanmanın hiçbir gereği yoktu. Zaten bazı hükümet yetkilileri, bakanlar, milletvekilleri de sıklıkla, üniversitelerin devlet düşmanı yetiştiren mihraklar olduğunu vurgulayarak, o tehlikeli olabilecek kitapları okumanın gereksiz olduğu fikrini destekliyorlardı.
O yüzden üniversitede verilen bilgiyle ilişkiyi çok mesafeli tutmalı, kopyayla sınavları geçip bir an önce diplomayı almaya çalışmalıdır!..
Böylece kopya çekerken yakalayan bir hoca, kendisine kafayı takmış biri olabilmektedir.
Bir öğrenciden sınıfı geçip mezun olmasının şartı olarak derslerini çalışmasını istemek de “mobbing” olabilir.
Bir üniversitede yaşanan bu cinayet, son zamanlarda yükselen entelektüalizm karşıtlığının, aydın düşmanlığının, üniversitelerin şer odağı olarak gösterilmesinin, cehalet güzellemesinin, popülist sağ söylemin vuku bulmuş halidir.
Ne yazık ki bu bir istisna değildir. Zira cinayet üzerine öğrencilerin sosyal medyada paylaştıkları görüşler durumun vahametini gösteriyor.
Üniversitede bilim yaparken ortaya çıkarttığı bilimsel gerçekler iktidarın söylemine ters geldiği için, eğer bir akademisyen işinden olabiliyorsa, sınavda görevini yaptığı için bir akademisyen de canından olabiliyor maalesef.