06 Ocak 2025
“Sihir, kalbin eşlik ettiği eylemdir” diyor yazar Meltem Reyhan ve bizi çocukluğunun Cuma salasından önce helva kavrularak yapılan Acele Bacı dualarından alıp bambaşka dünyalara götürüyor. Reyhan, henüz çocukken şahit olduğu, neden yaptığımızı bilmediğimiz ama bilmediğimiz halde tekrar ettiğimiz ritüellerin izini sürerken; geçmişin kadim öğretileriyle günümüzü harmanlayarak bizi insan olmanın en eski ‘büyüsü’yle buluşturan Ritüellerin Şifreleri kitabı ortaya çıkmış. Daha önce “Rüya Günlüğü”, “Niyet Defteri” ve “Sırlar Bohçası”nın da aralarında bulunduğu on kitaba imza atan Meltem Reyhan’ın beş yıllık çalışmasının ürünü olan Ritüellerin Şifreleri, Müptela Yayınları etiketiyle okuyucuyla buluştu.
Duygu Bay’ın da editör olarak katkı sunduğu 608 sayfalık kitapta; ateşin, suyun, toprağın ve havanın ritüellerdeki gizeminden, tarihsel yolculukla şekillenen cadılık, şamanlık, kâhinlik gibi kadim oyunculara; doğum, düğün, yas gibi hayatın dönüm noktalarından dans, müzik, semboller ve takvim kavramlarına kadar uzanan geniş bir yelpaze var. Her bölümde, “Biz böyle gördük, böyle öğrendik” diye aktarılan uygulamaların altında yatan tarihsel, antropolojik bilgi ve kimi zaman mitolojik hikâyelerle karşılaşıyorsunuz. Yazar, bir yandan çocukluğunda büyü olarak tanımladığı deneyimlerini paylaşırken, diğer yandan okumalarını, araştırmalarını ve aldığı antropoloji eğitiminin birikimini de bu deneyimlerle harmanlamış.
“Ritüeller zor zamanlarda elimizden tutar” fikrinden yola çıkarak yazılan kitap, günlük hayatımızdaki basit alışkanlıklardan en kadim geleneklere pek çok ritüelin “neden”ini ve “nasıl”ını anlatıyor. Bizler değişen çağın hızına rağmen, insan olma hâlimizin değişmezliğini hatırlıyoruz.
Aşağıda ilginize sunduğumuz söyleşide, ritüellerin geçmişten bugüne değişen, dönüşen yapısını; Reyhan’ın “dijital tapınak” olarak tanımladığı sosyal medyanın ritüelleri nasıl şekillendirdiğini; kolektif hafızanın ritüellerle nasıl beslendiğini ve modern dünyada bu bağları ne ölçüde koruyabildiğimizi konuşmaya çalıştık. Ha bir de, yeni yılda 12 adet üzümü kimler yiyordu? O zaman buyurun:
-Ritüellerin Şifreleri’ni beş yıl gibi sürede tamamladınız. Bu süre zarfında kendi hayatınızdaki hangi ritüelleri sorguladınız ya da yeniden keşfettiniz?
Yıllardır farkında bile olmadan yaptığım birçok ritüelimi keşfettim. Özellikle, yeni bir dönemin başlangıcında gerçekleştirdiğim alışkanlıkların hayatımdaki yerini ve önemini çok daha iyi anladım. Örneğin; yılbaşı, doğum günüm veya yeni bir işe başlamadan önce evi temizleyip dolaplarımı ve çekmecelerimi düzenler, ardından tuzlu suyla banyo yaparım. Zor geçen bir dönemin ardından tatlı pişirmek de benim için anlamlı bir ritüel. Bu verdiğim örnekler kişisel ritüellerim arasında yer alırken, kültürel ritüellerin bu süreçte benim için çok daha derin bir anlam kazandığını ekleyebilirim.
-Ritüelleri “insanlık anayasası” olarak tanımlıyorsunuz. Bu tanım, ritüellerin değişmez doğasını mı yoksa zamanla dönüşen yapısını mı daha çok vurguluyor?
Ritüellerin, biçimleri ve hikayeleri değişse de içeriklerinin aynı kaldığını ve hatta sadece zamandan değil, mekândan da bağımsız olduğunu keşfettiğim için bu tanımı yaptım. Genellikle bir coğrafyada toplumsal yapı ya da dini inanışlar değişse bile insanlar, ritüellerine yeni bir form vererek onları uygulamaya ve özde korumaya devam etmişler. Örneğin, eski zamanlarda çok önemli olan Ay ve Güneş tutulmaları, geçmişteki anlamlarından farklı bir forma bürünmesine rağmen, günümüzde hala tüm dünyada büyük ilgi görüyor ve ritüellerin konusu olmayı sürdürüyor.
-Ritüeller ihtiyaç mı, yoksa insanın bilinmezlikle baş etme yöntemi mi?
Her ikisi de diyebiliriz. Özellikle hayatın bir gün bir yerde biteceği ve genel olarak akışın insanın elinde olmadığını bilmenin getirdiği tedirginliği, değişimin yarattığı endişeyi gidermek ve geleceği tasarlamak için ritüel bir araçtır. Bu duruma bir örnek olarak, düğün oldukça pozitif bir etkinliktir. İki insanın hayatını birleştirmesine bunca ritüelin eşlik etmesini anlamamız için o topluluğun kaygısını da anlamalıyız. Farklı ailelerde yetişmiş iki insanın o güne kadar alıştıkları düzenden koparılmaları ve kurdukları yeni ailenin topluma uyumlanmasının yanında yeni kimliklerini de benimsemeleri gereklidir. Yeni ailede oluşabilecek bir aksama toplumda huzursuzluk yaratır. Geçimlerinin nasıl olacağı ise başka bir belirsizlik nedenidir. Bunun inşa edilmesi ve sağlıklı bir şekilde görevlerinin tanımlanması bir anlamda bu ritüeller aracılığıyla yerine getirilir. Bu yüzden de her ayrışma ve birleşme ritüele ihtiyacı gündeme getirir. Benzer bir senaryoyu mezuniyet törenlerinde de görürüz. Bir dönemin sonuna gelinmiştir ve birey bu eşikten bir tören aracılığıyla diplomasının kırmızı kurdele bağlanmış ve rulo haline getirilmiş sembolüyle ve taktir edilerek geçirilir. Bu sürecin sonrası yeni bir başlangıçtır ve bu süreç belirsizliği de beraberinde getirir.
-Zaman algısı ritüellerle mi şekillenir, yoksa ritüeller zaman algısını mı şekillendirir? Özellikle doğum, ölüm ve geçiş gibi eşik anlarında ritüellerin zaman kavramıyla nasıl bir bağı var?
Benim düşünceme göre, ritüeller zaman algısını şekillendirir. Zamanı doğrusal bir çizgide değerlendirmemizi kolaylaştıran takvimler, ritüelin başlama ve bitiş aralıklarını belirlememize yardımcı olurlar. Öte yandan, ritüelin asıl işlevi duygu ve düşüncelerimizi hizalamak, geçmişle olan bağı kesmek ve geleceği yeniden inşa etmek üzerine kuruludur. Ritüeller, zihinsel olarak bir değişime adapte olmamızı sağlamak için gerekli zamanı belirlememize olanak tanır. Bu şekilde, ritüeller hem bireyin hem de topluluğun zamanla olan ilişkisini yeniden tanımlar ve bu ilişkide bir denge oluşturur.
-Ritüellerin asıl işlevinin “değişim eşiklerinden geçişi kolaylaştırmak” olduğunu belirtiyorsunuz. Modern dünyada bu eşiklerin daha sık ve hızlı değiştiği düşünüldüğünde, ritüellerin bu tempoya ayak uydurabilmesi mümkün mü?
Modern dünyanın hızına tamamen yetişmenin pek de mümkün olduğunu düşünmüyorum. Bu nedenle de pek çok insan ruhsal bir bunalım içerisinde yaşıyor. Bununla birlikte, bu hızlı değişim sürecine adapte olabilmek için dijital platformlarda verilen tavsiyelerin giderek daha fazla ilgi gördüğünü gözlemliyorum. Bu tavsiyelerin çoğu, neyi, ne şekilde ve ne zaman yapmamız gerektiğiyle ilgili. Her ne kadar hepsine ritüel diyemesek de ritüelleştirme tekniklerinin öne çıktığını söyleyebilirim. Örneğin, farklı kültürlere ait olan bebeğin cinsiyetinin ilan edildiği partiler, döngü bayramları, astrolojik olaylar gibi pek çok alanda insanlar, başkalarının yaptıklarını taklit ederek kendi hayatlarını düzenlemeye çalışıyorlar. Bunlar arasında beni en çok şaşırtan, bebeklerin cinsiyetlerinin aileye duyurulduğu partiler oldu. Dünyanın farklı ülkelerinde pek çok aile bu yeni ritüeli hızla benimsedi.
-Ritüellerin ve sembollerin anlamı zamanla değişebiliyor. Sizce günümüz dünyasında farklı kültürlere ait ritüellerin küreselleşme nedeniyle homojenleşmesi bir kayıp mı, yoksa zenginleşme mi?
Dinler tarihçileri ve antropologlar, sembollerin asıl anlamlarının değiştirilemeyeceğini savunurlar. Bizler ona yeni bir anlam yüklemeye çabasında olsak da, uzun zamandır yürürlükte olan bir sembolün öz anlamını tamamen değiştirmek pek mümkün değildir. Çünkü semboller birer hikâye anlatıcıdır; bir şeyin yerine geçerek, kendi anlamı dışında bir anlatıyı bize hızlıca iletirler. Örneğin, Venüs’ün sembolünün kadınlar tuvaletlerinde bir işaret olarak kullanılması, bu sembolün işlevini değiştirir, ancak bilinçdışı düzeyde sembolün asıl mesajı hâlâ net bir şekilde algılanır.
Küreselleşmenin, ritüeller ve semboller açısından bir kayıp olduğunu düşünüyorum. Ritüeller ve semboller, bir toplumu birbirine bağlayan, ortak değerleri hatırlatan ve aidiyet duygusu yaratan kültürel unsurlardır. Ancak küreselleşme, bu unsurların zengin anlamlarını silikleştiriyor ve onları tüketim kültürünün bir parçası haline getiriyor. Örneğin, yoga Hindu inancının önemli bir ritüelidir; oysa modern dünyada matlar, taytlar ve kalabalık grup etkinlikleriyle popüler bir sportif aktiviteye dönüştü. Benzer şekilde, birçok Hindu tanrısının minik heykelleri dekoratif bir unsur haline geldi. Bu dönüşümler sadece ritüellerin anlamlarını yüzeyselleştirmekle kalmıyor, aynı zamanda kültürel bağlamdan koparıldığı için kafa karışıklığına da yol açıyor.
-Modern toplumlarda bireyselliğin artışıyla birlikte, ritüellerin grup kimliğini destekleyici rolü zayıflıyor mu? Bu kırılmanın kültürel etkileri neler olabilir?
Çağımızda bireyselliğin ve özgürlüğün, genellikle diğerlerinden farklı olmaya cesaret etmek üzerinden tanımlandığını düşünüyorum. Birey, kendine özgün bir yaşam inşa etmek adına toplumsal dogma olarak gördüğü geleneksel yöntemlerden uzaklaşıyor. Birçok ritüel için "demode" veya "bağnaz" gibi tanımlamalar yapılıyor. Ancak, ritüelin işlevini tam anlamıyla yerine geçebilecek başka bir kavramın ortaya koyulamadığını görüyoruz.
Bununla birlikte, modern çağda yeni semboller ve ritüellerin oluşturulduğuna tanık oluyoruz. Örneğin, tek taş yüzükle evlilik teklifi, büyük bir reklam çalışması ve Hollywood desteğiyle, yaklaşık yüz yıl içinde tüm dünyada evliliğin ve “değerli hissettirme”nin sembolü haline getirildi. Bu, tüketimi normalleştirmek ve toplumsal manipülasyon yaratmak için tasarlanmış bir çalışmadır. Burada kendimize şu soruyu sormalıyız: Tek taş yüzük neden bir kadının değerli olduğunu işaret eden bir sembol haline getirildi?
“G. Yung’un ‘Ritüellerle oynarsanız, ruhsal sağlığınız bozulur’ uyarısını hatırlamak oldukça kıymetli”
Geleneksel ritüellerde, evliliklerin iki aile arasında bir birleşme olduğu hatırlanırdı. Örneğin, kızın ailesinden istenmesi, yalnızca bir formalite değil, iki ailenin bu evliliği desteklediğini ve ortak değerlerin değerlendirildiğini gösterirdi. Bu sistem her ne kadar "demode" olarak görülebilse de, çiftlere sorumluluklarını hatırlatma ve evliliklerin uzun vadede sağlam kalmasına katkı sağlama işlevi vardı. Ancak günümüzde evliliklerin ömrünün kısalmasının, romantik filmlerin oluşturduğu "yeni çağ mitleri" gibi kültürel unsurların etkisiyle bağlantılı olduğunu düşünüyorum.
Romantik filmler, genellikle düğün sahnesi veya evlilik teklifiyle biter; fakat ertesi gün veya evliliğin devamında ne olduğunu göstermezler. Bu durum, ritüelin başlangıç noktasına odaklanıp bireyi varış noktasında yalnız bıraktığını ortaya koyar. Bu bağlamda, ritüel ve niyet ikilisinden de bahsetmek önemlidir. Ritüelin ilk adımı, varılmak istenen sonucu belirlemekle ilgilidir. "Ne yapacağız?" sorusunu "Bunu neden yapacağız?" sorusu takip eder. Bu da bizi, ulaşmak istediğimiz sonuca götürür. Ritüelin bu başlangıç noktası, en önemli adımıdır. Geleneksel adı verilen ritüellerin içeriğinin ve işlevselliğinin önemini fark etmeliyiz. Ritüellerin şekli ve sembolleri farklılaşabilir ancak onların hayatımızdaki yerine ihtiyacımız var. Bu bağlamda G. Yung’un “ Ritüellerle oynarsanız, ruhsal sağlığınız bozulur” uyarısını hatırlamak oldukça kıymetlidir.
-Sosyal medyanın, modern ritüelleri yaymak ve yeniden üretmek açısından bir tür “dijital tapınak” işlevi gördüğünü söylüyorsunuz. Dijitalleşen ritüellerin ruhsal ve toplumsal etkilerini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Tam bu noktada hız kavramından bahsetmeliyiz. Sosyal medyanın beynimiz üzerindeki en önemli etkilerinden biri, dikkat süremizin giderek azalmasıdır. Bu durum, bireylerin kendi duygularına, düşüncelerine ve gerçek anlamda neye ihtiyaç duyduklarına karar vermelerini zorlaştırıyor. Sosyal medyada, bir içerik üreticisinin "bir şey yapıp hayatını tamamen değiştirdiğini" iddia ettiği paylaşımlar, adeta bir ayin yönetircesine dikkat çekiyor. Aynı bağlamda, bireyin kurban ve kurtarıcı ilişkisi içine çekildiğini görüyoruz. Kişi, kendini kurtaracak bir yöntem ya da kişi arayışına giriyor ve bu süreçte dini inancı ya da kültürel değerleri önemini yitirebiliyor.
Bu nedenle bireyin sağlıksız bir yalnızlığa itilmesi ve kendi değerlerinden uzaklaşması söz konusu oluyor. Ayrıca, geleneksel uygulamaların bile sosyal medya aracılığıyla deforme edilebileceğini unutmamalıyız. Birkaç saniyelik bir video ile anlatılan bir uygulamayı sorgulamadan, hızla hayata geçirme isteği, bireyin iradesini devre dışı bırakabiliyor. Bu durum, bireysel ve toplumsal anlamda ciddi bir kültürel deformasyona yol açabilir. Aynı zamanda, "tek dünya düzeni" veya "tek inanış sistemi" gibi kavramların da sosyal medya aracılığıyla yayılma ve uygulamaya konulma potansiyelinin yüksek olduğunu düşünüyorum.
-Kadim bilgilerin içeriğinin “boşaltıldığı” fikrinden bahsediyorsunuz. Popüler kültürdeki ritüel temsillerinin en büyük tehlikesi ne olabilir?
Çok yakın bir örnekle açıklayayım. Bir yakınım, yeni yıl kutlamaları için sosyal medyada "Yeni yıla on iki adet üzüm tanesi yiyerek girenler..." şeklindeki bir paylaşımın viral hale geldiğinden bahsetti ve bunun geçerliliği olup olmadığını sordu. Üzüm, sonbaharda hasat edilen bir meyvedir. Yeni yıla girerken on iki adet üzüm yeme geleneğinin kökeni, 19. yüzyılın sonlarında İspanya’da yaygın hale gelen bir ritüele dayanır. Akdeniz halkları için üzüm, yalnızca meyve olarak tüketilmekle kalmaz, aynı zamanda şarap üretimi için de büyük önem taşır. Aslında orijinal ritüelde üzümle birlikte şampanya içilmesi de yaygındır. Şehir yaşamının hızlandığı o dönemde burjuva sınıfına tüketimi artırıcı bazı ritüeller, günümüzde olduğu gibi empoze ediliyordu. Tıpkı tek taş yüzük örneğinde olduğu gibi, bu ritüelin de o dönemki şarap tüccarları tarafından yeni piyasaya sürülen şampanyanın tüketimini yaygınlaştırıldığı düşünülüyor.
Son yıllarda içerik üreticilerinin, "Yeni yıla girmeden önce masanın altında 12 üzüm tanesi yemenin ruh eşini bulmaya yardımcı olacağı" iddiasıyla yaptıkları paylaşımlar bir anda tüm dünyada viral hale gelmiş. Tam bu noktada, bireysellik adı altında giderek yalnızlaşan insanların duygusal ve ruhsal boşluklarını doldurmak için "dijital tapınak" adını verdiğim mecralar tarafından nasıl yönlendirildiğini net bir şekilde görebiliriz. “Bir şey yapacağım ve ondan sonra çabalamama gerek kalmayacak” düşüncesi insanın kurtarıcı arayışının bir yansımasıdır. Oysa yaptığınız şey duygu ve düşüncelerinizi netleştirmenize yardımcı olmalıdır. İnsanın kendi hayatının kararlarını alırken, sorunları çözerken iradesinin önemini fark etmesi önemlidir. Kriz zamanlarında hedeflerimizi netleştirmek hatta günlük hayatımızın olağan akışında dahi ritüelleştirme işe yarar.
İnsanı güvende hissettiren en önemli kavram aidiyet duygusudur. İnsan, doğada tek başına yaşayamaz; sosyal bir varlıktır. Bu nedenle sıcak bir ortamda, sevdikleriyle paylaşılan bir yemeğin yerini bu tür yeni ritüeller dolduramaz. Aksine, bu tür ritüeller ruhsal bunalımı artırır. Çünkü yıl boyunca yaptığı bu ritüelin karşılığını bulamayan kişi, kaçınılmaz olarak hayal kırıklığı yaşar. Ancak değerlerini oluşturan ve gerçek ihtiyaçlarının farkında olan bir insan, bu tür manipülasyonlara kapılmaz. Ne yazık ki, bilgi çağında bile düşünmeden empoze edilen fikirlerin peşinden koştuğumuz bir dönemdeyiz. Burada hatırlamamız gereken en önemli noktanın, insanın hayatındaki değişimlere, kararlarıyla yön verdiği; çabasıyla varmak istediği noktaya ulaşabileceğini hatırlamak olduğunu düşünüyorum. Ritüel, niyetimizi elle tutulur hale getirmek; duygu ve düşüncelerimizi hizalamak için bir araçtır. Büyü değildir.
-Ritüellerin toplumu bir arada tutan bir “kolektif hafıza” oluşturduğunu savunuyorsunuz. Ki ben de öyle düşünüyorum. Peki bireyselleşen dünyada bu hafızanın kopuş yaşaması ritüellerin işlevini nasıl etkiliyor?
Ritüelin işlevselliği sadece bireyin değil, aynı zamanda parçası olduğu toplumun da korunmasına yöneliktir. Bireyin, yalnızca kendi hayatındaki olaylara değil, ortak değerleri paylaştığı diğer insanların yaşamlarındaki değişikliklere de önem vermesi, onun duygusal ve mental olarak korunacağının garantisidir.
Örneğin, bir yakınını kaybetmiş bir arkadaşınıza gösterdiğiniz ilgi, hem onun yasını paylaşma gayretinizi hem de sizin hayatı anlamlandırma çabanızı destekler. Benzer şekilde, evlilik arifesinde olan bir akrabanızın yanında bulunarak ona destek olmanız, hem onun hayatını kolaylaştırır hem de sizin yaşamın içinde desteklenme fikrinizi pekiştirir. Bu tür etkileşimler, bireyin yalnız hissetmemesini sağlar.
Bir topluluğun parçası olmak, insanın temel ihtiyaçlarından biridir. Ancak bireyselleşen dünyada, kolektif hafızanın zayıflaması, ritüellerin bu bağlayıcı işlevini kaybetmesine yol açabilir. İnsanlar arasındaki bu bağın zayıflaması, yalnızlık duygusunu artırabilir ve toplumsal dayanışmayı azaltabilir. Ritüeller, sadece geçmişle bağ kurmak için değil, aynı zamanda bugünü anlamlandırmak ve geleceği inşa etmek için de gereklidir.
-Günümüzde ritüeller zor zamanlarda elimizden tutan köklü gelenekler midir, yoksa modern insanın belirsizlikle baş etme mekanizması mıdır?
Ritüeller, insanlığın varoluşundan bu yana zor zamanları aşmak ve devam etmenin bir yolunu bulmak için düzenlenen etkinliklerdir. Bu nedenle onlara olan ihtiyacımız hiçbir zaman bitmeyecek. Elbette ritüeller zamanla şekil değiştirecek, kabuk atacak, ancak özlerinde iç dünyamızda yarattıkları etki korunacaktır.
Modern insanın yaşadığı belirsizliğin, ilkel insandan farklı olduğunu düşünüyorum. İlkel insanlar için hayatın belirsizliği, doğa olayları, savaşlar, salgın hastalıklar ve kıtlık gibi temel ihtiyaçlarını tehdit eden durumlarla sınırlıydı. Bu insanlar, doğa ve doğaüstü güçlerle barışık olmaları gerektiğine inanıyorlardı ve bu inanç, belirsizlikle baş etmelerine yardımcı oluyordu. Oysa günümüzde bilginin akış hızı ve tüm dünyada olan bitenden kısa sürede haberdar olmamız, bizi gelecekle ilgili çok daha endişeli hale getiriyor. Oyunun kurallarını biz belirlemiyoruz; aksine, oyun kurucuların yönlendirmelerine maruz kalıyoruz. Bu nedenle, güvende hissetmek için çok daha sağlam bir yapıya ihtiyaç duyuyoruz.
Modern insanın en büyük buhranı, duygularıyla arasına düşüncelerinin girmesidir. Ne hissettiğinden habersiz, sürekli "ne yapması gerektiği" üzerine yoğunlaşan bir zihin, ritüellerin özünü boşaltır ve onları yalnızca yüzeysel birer uygulama haline getirir. Bu durum, ritüellerin asıl işlevini kaybetmesine ve insanın ruhsal anlamda tatmin olamamasına neden olur.
-Ritüelleri “olağan akıştan kopma ve dokunulmaz bir zaman yaratma” olarak tanımlıyorsunuz. Günümüz insanı, bu duraklamayı sağlayabilecek bir ritüel yaratma becerisini koruyor mu?
Ritüel, olağan zaman akışını adeta donduran bir etki yaratır. Bu sayede, yapmanız gereken her ne ise ona öncelik verir ve tüm dikkatinizi o noktada toplarsınız. Örneğin, doğum günü pastasındaki mumları üflemeden önce bir an durup dileğimize odaklandığımız o süreç, ritüelin özünü yansıtır. Bu birkaç saniyelik an, dışarıdaki zamanın, insanların ve olayların önemini yitirdiği bir boşluk yaratır. Ancak günümüzde, günlük rutinlerin ve hızın arasında sıkışmış birçok kişinin bu duraklamayı yaratamadığını düşünüyorum. İnsanların ritüelin bu "dokunulmaz zamanı"na ulaşabilmesi için bilinçli bir çaba göstermesi gerekiyor.
-Ritüellerin üretimi desteklediğini, tüketimle çeliştiğini belirtiyorsunuz. Ancak günümüzde bazılarının tüketim kültürüyle iç içe geçtiği görülüyor (örneğin, yılbaşı kutlamaları ya da doğum günü partileri). -Sizce bu, ritüelin özünü kaybetmesi anlamına mı gelir, yoksa zamana uyum sağlaması olarak mı değerlendirilmeli?
Ritüelin temel amacı, bireyi ve ait olduğu topluluğu diri tutmaktır ve bu bağlamda bir ürün satın almaya ihtiyaç duymaz. Ancak günümüzde tüketim çılgınlığı, ritüelin enstrümanları olan sembolleri manipüle ederek onları birer satış aracına dönüştürüyor. Bunun en açık örneklerini, çocuklara düzenlenen doğum günü partilerinde ya da sonradan uydurulmuş özel günlere yönelik satış kampanyalarında (örneğin, Anneler Günü, Babalar Günü, Sevgililer Günü) görebiliriz.
Sanayileşme, şehirleşme, dijitalleşme ve online alışveriş çılgınlığı; insanlara sevgilerini, ilgilerini veya krizlerini bir ürün aracılığıyla çözebilecekleri fikrini empoze ediyor. Örneğin, çocuğunun doğum gününü kutlayan bir annenin, çocuğundan çok süslemelerle ve temalarla ilgilendiğini görebiliyoruz. Peki, hangi çocuk gerçekten temalı bir doğum günü partisi ister? Aslında bu temalı partilerin popülerliği, ürünlerini pazarlayan ekiplerin toplumu manipüle etmesiyle artıyor. Genellikle, toplumda ilgiyle takip edilen kişiler bu tarz kutlamalar yapınca, onları sevenlerin bu davranışları benimsemesi kolaylaşıyor. Bu sayede piyasa hareketleniyor.
Oysa evde yapılan bir pasta, kurabiye ve çocukların birlikte oyun oynaması, doğum günü kutlaması için fazlasıyla yeterlidir. Ancak bu durumu ebeveynler arasında bir rekabete dönüştürürseniz, kaç sektörün bundan kazanç sağlayabileceğini bir düşünün. Ritüelin asıl amacı, topluluğu bir araya getirmek ve anlamlı bir bağ kurmakken, bu tür tüketim odaklı dönüşümler ritüelin özünden uzaklaşmasına neden oluyor.
-Bazı toplumlar ritüellerini kaybetmeye başlarken diğerleri yeni ritüeller yaratıyor. Sizce ritüellerin yok olması bir toplumun kimliğini ve kültürünü nasıl etkiler?
Bence bu durum, bir toplumun temelini deforme eder ve kimlik zeminini zayıflatır. Benim ailem Girit ve Kosova’dan İzmir’e göçmüş. Ailenin her iki tarafının da kendine özgü adetleri vardı. Örneğin, bizim evde ilkbaharda çıkan taze otların pişirilmesi yalnızca bir yemekten ibaret değildi; bu, Giritli köklerimize dair bir geleneğin devamı anlamına gelirdi. O yemekler sofraya konduğunda, atalarımızı yâd eder, nereden geldiğimizi hatırlardık.
Bunun yanı sıra, sadece özel günlerde yapılan bir tatlı benim için sıradan bir tatlıdan çok daha fazlasını ifade eder. O tatlı, aileme dair değerleri, bayram sabahlarını ve kutlamaları hatırlatır. Bu semboller sayesinde köklerimle olan bağımı koruyorum ve gelecek nesillere emanet edilen bu değerleri aktarmanın huzurunu yaşıyorum. İnsan, nereden geldiğini, hangi değerleri taşıdığını ve bunlara neler katarak geleceğe ne bırakacağını bildiğinde, dünyadaki yolculuğunu çok daha anlamlı bir şekilde yaşayabilir.
Bu nedenle, ölen bir yakınımıza ait bir eşyayı saklamak, bir büyüğümüzün yemek tarifini korumak ve başkalarının da tatmasını istemek doğaldır. Çünkü o eşyada ya da tarifte, sevdiklerimiz yaşamaya devam eder. Ancak bu görünmez iletişim ağını bozduğumuzda en çok biz zarar görürüz. Nereden geldiğimizi, nereye ait olduğumuzu ve neyi emanet edeceğimizi anlayamaz, hayatı anlamlandıramayız.
Dünyanın ve uygarlığın uzun yolculuğu düşünüldüğünde, bir insan ömrü tüm bu bilgileri aktarmak için yetersizdir. Bu nedenle, ataların deneyimlerine ve aktarımlarına ihtiyaç duyarız. Elbette her söyledikleri ya da yaptıkları doğru olmayabilir; ancak bu yaşanmışlıklar, bizler için ders çıkarabileceğimiz önemli kaynaklardır. Ritüeller, bu bilgilerin taşınmasında ve anlamlı bir kimlik inşasında kritik bir rol oynar.
-Bu kitabı bitiren bir okuyucu için neyin değişmesini ya da hangi sorular üzerinde düşünmesini umuyorsunuz?
Kültürel ve tarihsel belleğimizin ne kadar kıymetli olduğunu fark etmelerini isterim. Eğer kitabım, bu farkındalığı yaratma konusunda bir katkı sağlayabilirse, bu benim için büyük bir mutluluk olur. Özellikle, insanlığın tarihsel süreçte zor zamanlarla nasıl başa çıktığını, ritüellerin ve kolektif hafızanın bu süreçlerde nasıl bir rol oynadığını keşfetmeleri önemli. Geleceğe dair birçok belirsizlikle dolu senaryonun konuşulduğu bu dönemde, geçmişteki deneyimlerin ve insanlığın hayatta kalma stratejilerinin ne kadar değerli olduğunu anlamalarını umuyorum.
Ayrıca, onlara bir öneride bulunan ya da bir fikre veya ürüne yönlendiren kişilerin, bu yönlendirme ile ne amaçladığını sorgulamaya başlamalarını umut ederim. Hepimizin kendisine şu soruları sorması çok önemli: "Bu öneri ya da fikir benim gerçekten ihtiyacım olan bir şeyi mi karşılıyor, yoksa yalnızca kalabalıkların yöneldiği bir akıma mı kapılıyorum? Bu seçim benim iradem mi, yoksa manipülatif bir stratejinin sonucu mu?"
Kalabalıkların gittiği yöne gitmek ilk bakışta güvenli gibi görünebilir, ancak bu durum insanın kendi iradesini ve bireysel farkındalığını devre dışı bırakabilir. Ritüellerin bireysel ve toplumsal anlamda bir dönüşüm aracı olduğunu unutmayarak, her bir ritüelin ve alışkanlığın neyi temsil ettiğini ve hayatımıza nasıl bir katkı sağladığını sorgulamak gerekir. Kitabımın okuyuculara, bu soruları sormaları ve kendi içsel yolculuklarını şekillendirmeleri için bir pencere açmasını diliyorum.
Meltem Reyhan hakkında: Meltem Reyhan, İzmir’de dünyaya geldi. Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Klasik Arkeoloji Bölümü’nde eğitim aldı. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Antropoloji Bölümü’nde hâlen öğrencidir. Çalışma hayatına üniversitede okurken başladı. Kurumsal şirketlerde çalıştıktan sonra kendi işini kurdu. Yazmaya olan tutkusunu paylaşmak için 2012 yılında internet bloğunu açtı. Halen yazılarını web sitesinde yayınlamaya devam ediyor. (www.meltemreyhan.com) Buğday Derneği üyesi ve Kız Çocuklarını Koruma ile Umuttan Çocuklar derneklerinin toplum gönüllüsü olarak çalışmaktadır. 2023 yılında Nar Dayanışma Derneği’ni kurmuştur. Doğa, kadın, çocuk ve sokak hayvanları için gönüllü çalışmalarına devam etmektedir. Araştırma yaptığı ve eğitim aldığı konular; rüya ve rüya çözümleme teknikleri, dinler tarihi, sosyal antropoloji, semboller, klasik astroloji, tasavvuf araştırmaları, Çin astrolojisi, Yin-Yang, Feng Shui ve bütünsel sağlık yaklaşımlarıdır. 2020 yılında kurduğu akademisinde Aile Modelleri, Yin-Yang Prensipler, Semboller, Rüya Çözümleme Teknikleri ve Mekân Enerjilerini İyileştirmek adlı modüllerden oluşan dersler vermektedir. Aynı zamanda sosyal medya üzerinden canlı yayınlarla okurlarıyla buluşmaktadır. Bununla birlikte dünyanın farklı ülkelerinde ve Türkiye’nin farklı şehirlerinde söyleşiler, atölye çalışmaları da düzenlemektedir. |
Sümeyra Gümrah kimdir? Sümeyra Gümrah Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo-TV ve Sinema Bölümü'nden mezun oldu. Öğrenim süreci boyunca Kanal D bünyesindeki radyolarda görev aldı. Yönetmen yardımcısı olarak başladığı kariyerini, kültür sanat sektöründe basın danışmanlığı yaparak devam ettirdi. 2006 - 2013 yılları arası Cemal Reşit Rey Konser Salonu'nda görev yaptı. Fatma Berber ile kaleme aldığı Destek Yayınları'ndan Bir Pera Masalı isimli gezi kitabı ve Pink Floyd - Kilidi Açamazsan Kır Kapıyı isimli biyografi kitabı; Ayrıntı Yayınları Düşbaş Kitapları'ndan Bir Porsiyon Sanat isimli kitapları bulunuyor. |
"Uzun İnce Bir Yoldayım'ı çok iyi biliyoruz. Türk ezgilerini seviyoruz, birini seçmek zor, en son 'Üsküdar'a Gider İken'i keşfettik ve çok seviyoruz!"
T. Volkan Aslan: Yaptığımız çalışmalarla hem geçmişin izlerini bugüne taşıyor hem de geleceğe daha sağlam bir kültür mirası bırakmayı hedefliyoruz. Bu arşiv, yalnızca Cemal Reşit Rey’i değil, İstanbul’un tüm seslerini içinde barındırıyor
Teresinha Landeiro: Hayatımı fado aracılığıyla nasıl tanımlayacağımı bilmiyorum, ama hayatımda fado olmadan kendimi hatırlayamıyorum. Yıllardır fado söylüyorum. Ama hayatımı bir fado şarkısıyla anlatmam gerekseydi, bu mutlu ve hafif bir şarkı olurdu
© Tüm hakları saklıdır.