19 Temmuz 2020

Çocuk ticareti ve sansasyon düşkünü gazetecilik

Bu döneme uygun biçimde işleyen gazeteciliğe "gerçeğin peşinde koşan gazetecilik" yerine "gerçeği üreten gazetecilik" demek daha doğru olacaktır

12 Temmuz Pazar günü internet medyasında bazı tuhaf haberler yayımlanmaya başladı. Olay esasında ABD'de sosyal medyada başlamış, oradan sansasyon seven internet haber sitelerine sıçramıştı. Türk medyası da elbette bu skandala kayıtsız kalmayacaktı. Sabah'ın internet sayfasında yayımlanan "Dünya Wayfair skandalını konuşuyor! 'Kayıp çocukları internet üzerinden satışa çıkardılar' iddiası..." başlıklı haber bunlardan biriydi. Habere göre, Wayfair isimli e-ticaret sitesinde kaçırılan çocukların şifreli bir şekilde online olarak satıldığı iddia ediliyordu. Gazete, "Yastık, halı gibi ürünlerin 15 bin dolar gibi fiyatlardan satışa çıkması iddiaları güçlendiriyor" diyerek habere güçlü bir kanıt sunmaya çalışıyordu.

Elbette sadece Sabah'ta değil, onlarca haber mecrasında benzer türde haberler yayımlandı. Örneğin Hürriyet, SEO haberciliği formatında bir galeri haberi yapmış, "Herkes Wayfair skandalını konuşuyor! Peki Wayfair olayı nasıl ortaya çıktı, iddialar doğru mu?" başlığını attığı haberde tam 27 görselle olayın gerçek mi komplo teorisi mi olduğunu anlatmıştı. Kaybolan kişileri, çocukları bulma konusunda oldukça maharetli olan Müge Anlı bile 13 Temmuz Pazartesi günkü programında araştırıp soruşturmadan Wayfair sitesinde çocuk ticareti iddiasını dillendirdi:

"Birtakım alışveriş sitelerinde çocukların fotoğrafları kullanılarak ve misal bir tane yastık bir tane kayıp çocuğun adı, yurt dışından bahsediyorum, mesela Lora kaybolmuş. Onun yanına yastığı koymuşlar, Lora yastığa fahiş fiyat vermişler. Yastığın fiyatı 130 bin TL. Yanında o kayıp kızın fotoğrafı, yastık Lora yastığı altında 130 bin TL. Ben bunu Türk parasıyla söylüyorum. 130 bin dolar, 130 bin Euro. Bu şöyle bir infiale yol açtı, dünyada acaba bu çocuklar kaçırılıp internet üzerinden yastık, dolap, ayakkabı bahane edilerek, satılıyorlar mı diye? Dünya bunu konuşuyor. Kayıp çocukların yanında bu satışlar çocuk satışı mı diye endişe ediyor insanlar… Olur mu derseniz oluyor…"

Açıkçası internet medyasındaki haberlerin hemen tamamında aynı temelsiz iddialar ve görseller vardı. Hatta Türkiye'de sosyal medya kullanıcılarının, bu haberlerin de etkisiyle yaptıkları paylaşımlar o kadar artmış ki, BBC bile şaşırmış bu duruma. Skandalla ilgili olarak yaptığı habere koyduğu haritaya göre, konuyla ilgili olarak ABD'den sonra en fazla tweet Türkiye'den atılmıştı, muhtemelen ABD'den sonra en fazla haber de Türkiye kaynaklıydı.

 

Bir deli sosyal medyaya bir taş atmış, 40 bin medya sitesi peşinden kuyuya atlamıştı. Bu sansasyonel olayın aslında uydurma olduğunu, bir e-ticaret sitesinin aleni biçimde çocuk ticareti yapamayacağını, bunun hiç de mantıklı olmadığını anlatmaya çalışmak da teyit platformlarına düşmüştü. Teyit.org, iddialarla ilgili analizinin sonunda şu ifadelere yer veriyordu: "Sonuç olarak iddia doğru değil. İddia bir varsayım üzerine kurulu ve Wayfair'in yüksek fiyatlı ürünler üzerinden çocuk ticareti yaptığına dair herhangi bir somut kanıt yok. Ürünlerdeki yüksek fiyatlandırmaların sorumlusu Wayfair değil, tedarikçi firmalar. İddia, hatalı bilginin türlerinden biri olan uydurmaya örnek." Aynı şekilde, Malumatfuruş isimli doğrulama hesabı da yaptığı paylaşımlarda iddiaları doğrulayacak bilginin olmadığını yazdı.

Peki medya bu gerçek olması imkânsız olaya neden bu kadar rağbet gösterdi? Bunun pek çok açıklaması olabilir. Benim aklıma gelenler şunlar: Birincisi, Türk internet medyası sansasyonu seviyor, sansasyonel boyutu olan her olayı hızla haberleştirerek tıklamalardan pay almaya çalışıyor. İkincisi, internet medyasında haber doğrulama ya da doğrulanmamış haberleri yayımlamama gibi temel gazetecilik ilkeleri işlemiyor. Hatta yalan, uydurma olduğu aşikâr haberler politik amaçlara hizmet ettiği sürece rahatlıkla yayımlanabiliyor. Üçüncüsü, bütün kötülüklerin anası batıdır şeklinde özetleyebileceğim, son derece oksidentalist (oryantalist karşıtı) bakış açısı hemen devreye giriyor. Aslında batı doğuyu nasıl klişelerle çarpık biçimde görüyorsa, doğu da batıyı benzer şekilde çarpık görüyor. Hele de bu melanetler ABD'de işleniyorsa değmeyin medyanın keyfine! Ne de olsa gerçek-ötesi (post-truth) çağındayız.

Bu döneme uygun biçimde işleyen gazeteciliğe "gerçeğin peşinde koşan gazetecilik" yerine "gerçeği üreten gazetecilik" demek daha doğru olacaktır.

Çocuk ticareti sorunu

Bu Wayfair olayına değinmek istememin asıl nedeni sansasyon seven Türk medyasını eleştirme arzum değil. Asıl neden, yalan, uydurma olduğu aşikâr olan bu haberlerin aslında küresel bir sorun olan çocuk ticareti sorununa gölge düşürdüğünü düşünmemdir. Çocuk ticareti, insan ticareti sorununun bir parçasını oluşturuyor. Ve sıkı durun, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Konseyi'ne sunulan rapora göre dünyada insan ticareti mağduru 40 milyon "modern köle" var, bunların dörtte biri de çocuklardan oluşuyor. Yani dünyada 10 milyon çocuk, insan ticareti mağduru konumunda.

Göçmen kaçakçılığı olarak bilinen suçla karıştırıldığı için insan ticareti suçunun ne olduğunu kısaca açıklayayım. İnsan ticareti aslında yeni tanımlanmış bir suç. 2000 yılında imzalanan Palermo Protokolü (Sınıraşan Örgütlü Suçlara Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesine Ek İnsan Ticaretinin, Özellikle Kadın ve Çocuk Ticaretinin Önlenmesine, Durdurulmasına ve Cezalandırılmasına İlişkin Protokol) ile ilk kez tanımlanmış. Protokolde insan ticareti kapsamlı biçimde anlatılıyor: "Kuvvet kullanarak veya kuvvet kullanma tehdidi ile veya diğer bir biçimde zorlama, kaçırma, hile, aldatma, nüfuzu kötüye kullanma, kişinin çaresizliğinden yararlanma veya başkası üzerinde denetim yetkisi olan kişilerin rızasını kazanmak için o kişiye veya başkalarına kazanç veya çıkar sağlama yoluyla kişilerin istismar amaçlı temini, bir yerden bir yere taşınması, devredilmesi, barındırılması veya teslim alınması anlamına gelir." Yani insan ticaretinde aldatma var, esaret altına alma var, kişinin çaresizliğinden yararlanma var, kişiyi istismar etme var.

Türkiye bu protokolü 2003 yılında imzaladı ve ardından da 2005 yılında Türk Ceza Yasası'nın 80. maddesinde değişiklik yaparak insan ticareti suçunu ve verilecek cezayı tanımladı:

"Zorla çalıştırmak, hizmet ettirmek, fuhuş yaptırmak veya esarete tâbi kılmak ya da vücut organlarının verilmesini sağlamak maksadıyla tehdit, baskı, cebir veya şiddet uygulamak, nüfuzu kötüye kullanmak, kandırmak veya kişiler üzerindeki denetim olanaklarından veya çaresizliklerinden yararlanarak rızalarını elde etmek suretiyle kişileri ülkeye sokan, ülke dışına çıkaran, tedarik eden, kaçıran, bir yerden başka bir yere götüren veya sevk eden ya da barındıran kimseye sekiz yıldan on iki yıla kadar hapis ve on bin güne kadar adlî para cezası verilir."

Evet dünyada insan ticaretinin bir parçası olarak ciddi bir çocuk ticareti sorunu var ve bu suçla mücadele etmek hiç kolay değil. Neden, çünkü insan ticareti, ardında çetelerin olduğu milyar dolarlık bir küresel suç sektörü. Nasıl ki uyuşturucu ticareti ile baş etmek kolay değilse insan ticareti sorununu ortadan kaldırmak da kolay değil.

Türkiye'de de büyük bir sorun

Maalesef Türkiye'de resmi verilere ulaşmak çok zor. Sorunlarla doğrudan bağlantılı olan kamu kuruluşları doğru düzgün veri paylaşmıyorlar. Yine de medya arada sırada önemli bilgileri haberleştiriyor ve bizlerin bilgi sahibi olmasına hizmet ediyor. Şimdi şu habere bir göz atalım. Sözcü gazetesinde yayımlanan "Türkiye'nin utanç raporu: Binlerce kayıp çocuk var" başlıklı ve 13 Ağustos 2018 tarihli haberde, Türkiye'de 2008-2016 yılları arasında resmi olarak kayıp müracaatı yapılan çocuk sayısının 104 bin 531'e ulaştığı aktarılıyor. Kayıp çocukların ne kadarının insan ticareti mağduru olduğunu ya da ne kadarının bulunup ailelerine teslim edildiğini bilmemiz mümkün değil maalesef. Ama eğer Emniyet Genel Müdürlüğü'nün kayıp çocuklara ilişkin bilgileri paylaştığı web sayfasına giderseniz, her yaştaki kayıp kız ve erkek çocuklarına ilişkin bilgilere ulaşabilirsiniz. Bunlara elbette aileleri tarafından sokakta çalıştırılan/dilendirilen ya da dilendirmeleri için çetelere kiralanan/satılan çocuklar dahil değil. Anadolu Ajansı'nın haberine göre, 2017'den bu yana sokakta çalıştırılan/dilendirilen 19 bin 817 çocuğa müdahalede bulunulmuş meselâ. Demek ki resmi rakamlara göre bile ciddi sayıda çocuk istismar ediliyor, bir de bunun resmi rakamlara dahil olmayan kısmını düşünün.  

Medya eğer gerçekten çocuk ticaretini ciddiye alıp haber yapmak istiyorsa gerçek olaylardan başlasın, her gün sokaklarda gördüğümüz, çocuk ticaretinin bir parçası olma olasılığı oldukça yüksek olan çocuklara odaklansın. Mobilya çekmecelerinden çocuk istismarı ya da çocuk ticareti çıkarmaya çalışmak yerine çocukları kaybolan ailelere yardımcı olsun, onların hikâyelerine odaklansın. Böylece bazı kayıp çocukların bulunmasına ya da zorla sokaklarda çalıştırılan/dilendirilen çocukların kurtarılmasına da vesile olabilirler ve gerçek bir gazetecilik yapmış olurlar. Biz de onları alkışlarız.

Yazarın Diğer Yazıları

İstanbul Sözleşmesi ve 6284 hayat kurtarır

İstanbul Sözleşmesi’nin iptali veya 6284 yasanın ortadan kaldırılması demek, kadınları koruyan yasal çerçevenin ortadan kaldırılması, özellikle ev içi şiddetin görünmez kılınması demektir. Medya bu konuda önleyici habercilik yapmalı, demokratik haklardan geriye gidiş önleme noktasında toplumu uyanık tutmalıdır

Türkiye’nin AİHM zaferi!

Gerçekten İnsan Hakları Dairesi Başkanlığı’nın raporunda iddia edildiği gibi Türkiye son 7 yılda AİHM önünde daha iyi bir performans mı sergiliyor? İnsan hakları ihlalleri azaldı mı? Tabii ki bu soruların cevabı başkanlığın raporunda yer almıyor. Onun için ben de AİHM raporlarını inceledim. 2019’dan geriye giderek son 7 yıla baktım

Önleyici gazeteciliğe ihtiyaç var

Hollanda Büyükelçiliği önlem olarak dilediği çorbayı içebilir, ama önleyici gazetecilik kelle paça gazeteciliği olmasa gerek