“...ve kavraması zor da olsa, ortaklığa yalnızca farklılıkları vurgulayarak, her şeyden önde tutarak ve sürekli çoğaltarak ulaşabiliriz” (Hannah Arendt)
Dünya ve ülkemiz için 2024, karmaşık, kasvetli, şiddetin ve çocukları öldürmenin yadırganmadığı, suikastler ve sevimsiz SİHA’ların başrolde olduğu, Trump ve benzerlerinin şahsında erkekliğin tavan yaptığı ama en çok da özgürlük kavramının önemsenmediği bir yıl oldu. Daha bugün bir gazeteci şöyle veya böyle açıkladığı görüşler yüzünden kelepçelendi ve zor bela tutuklanmaktan kurtuldu.
Geçen haftalarda ömrünü siyasi mücadele ile geçirmiş abilerimin olduğu bir ortamda insanlık için en yüce değerin ne olduğunu konuştuk biraz. Ben mesela sosyalizm tarihinin “emeği en yüce değer” saydığını ama özgürlüğü o kadar önemsemediğini, hatta o büyük “kim için özgürlük” sorusuyla özgürlüğü hep ikinci plana, hatta yaşam dışına attığını ve bu yüzden de yaratıcılığı yok ettiğini söyledim. Oysa özgürlük olmadan ot bile bitmez diyebileceğimiz bir dünyayı savunmalıydık diye tamamladım sözlerimi.
Eski bir yazımı biraz güncelleyerek, 2025’te en temel değerimizin özgürlük olmasını ve Demirtaş başta olmak üzere yok yere özgürlüğünden mahrum edilenlerin aramıza dönmesini dilemek için bu yazıyı yazıyorum.
Özgürlük hücrelerimizin ihtiyacı
Bilebildiğimiz kadarıyla organizmada fonksiyonlar ya da yaşam etkinlikleri (düşünme, hissetme, anlama, sevme, gülümseme, kızma vb.) genler üzerinden gerçekleşen bir belirlenme sonucu gerçekleşir. Bu belirlenmenin gerisinde karmaşık, bir o kadar da “zengin” ve sayılamayacak miktarda sinyal iletiminin olduğunu biliyoruz. İçten bir gülümseme ya da yürümeye başlarken çocukların hissettiği sevinç esnasında hücrelerimizde olan biteni anlatmanın imkânsız olduğu söylenebilir; bunun için hücrelerin dilinden “anlamak” ve bunu şu konuştuğumuz dile “çevirmek” gerekir. Esasa gelerek söyleyecek olursak, insanın tinsel/bedensel hallerinin gerisinde, yani bir imkânın fonksiyona dönüşmesinde yani “imkana tutulma”nın* gerisinde, hücrelerin dirimsel yönelişinin engelsiz işleyişi yatar. Bu engelsiz işleyişe “özgürlük” diyebiliriz. Hücrenin sonsuzluğundaki bu gerçekleşme sürecinde “özgürlük” sorunu olsa; örneğin hücrelerin çoğalması, sinyal iletimi, zamanı geldiğinde ölmeleri (apopitosiz) engellense nasıl hastalıklar oluşuyor ya da esenlik kayboluyorsa aynı şeyin bireyler ve toplum için de söz konusu olduğunu söyleyebiliriz.
Özgürlük, öncelikle hücrelerimizin bir ihtiyacıdır. Bir yere yöneldiğinde engellenen salyangozun artık tekrar aynı yöne yönelmediği ve bunu bir “nedbe-olumsuz anı” olarak sakladığı gibi**, insanın gerçekleşme süreçlerindeki her türden engellenme/baskı da benzer bir etki ile insanın, toplumun canlılığını, sevincini, üretimini zedeler. Bunu, suların yönünün, yaprakların renginin, çocukların konuşmasının, ayçiçeklerinin güneşe yönelmesinin engellenmesi gibi düşünebiliriz. Biraz daha gündelik yaşam düzeyinde konuşursak özgürlüğün, insanın gelişmesi, katkıda bulunması ve bundan mutluluk duyması kadar, milyarlarca insanın günlük eyleminin bir bileşkesi olarak tanımlanabilecek “determinizm”in ve bir bakıma toplumdaki normal dağılımın oluşması için de gerekli olduğunu söyleyebiliriz.
Desen: Tan Oral
Kendi normalini dayatmak
Bilindiği gibi istatistikte normal bir spektrumdur ve ölçülebilen şeylerin +2 ile -2 standart sapma (SD) arasındaki dağılımını anlatır. Normal, dogmatiklerin sandığı gibi ortalama değildir; bunun ötesinde normal, kibirlilerin sandığı gibi +2 SD hiç değildir. İnsanlara ve topluma özgürlük alanı tanımak için normalin +2 ile -2 standart sapma arasında dağıldığını, yani aslında bir TV konuşmasında psikiyatrist Cem Kaptanoğlu’nun söylediği gibi “gri zonun” bir özgürlük alanı olduğunu kabul etmek gerekir. Her türden otoriteryenizm, insanlara “siyah/beyaz” dayatmasında bulunarak, normal kavramını bozmaya çalışır ve normali kendi belirledikleri bir eğilim (dinsel, siyasi, ahlaki vs.) olarak insanlara dayatır. Tarih, hayatın akışını bu şekilde bükmeye, kırmaya çalışanların örgütlü eylemleri ile doludur ve onların bazen sonu soykırıma kadar giden sapmalarla toplumlara ağır bedeller ödettiklerini de biliyoruz.
Öte yandan özgürlük, toplumsal şiddetin önlenmesinin yegâne temelidir. Baskı gören çocuklarda olduğu gibi insanın varoluşuna (benliğine) hürmet etmemenin ağır bir huzursuzluk yarattığını ve şiddeti teşvik ettiğini, herkes kendi çocuklarını yetiştirirken bile görebilir. Nasıl doğadaki farklılıklara izin vermemek (çam ağaçlarının yapraklarının, kiraz ağaçlarından farklı olmasına mesela) bir tercih sorunu değilse, insanların farklılıklarına, örneğin anadillerini istedikleri gibi kullanmalarına izin vermemek de tercih sorunu değildir. Bu anlamda da insan doğanın bir parçasıdır.
Sonuç ya da özgürlükle ilgili sınama
Zaten özgürlükle ile ilgili gerçek sınama, kendi özgürlüğümüzü yaşayışımızla değil, başkalarının varoluşuna, farklılığına, özgürlüğüne olan tutumumuzla yapılabilir. Bir toplantıda çocukların söylediği gibi sürekli insan haklarından bahseden anne/babalarının “Roman vatandaşların çocuklarından uzak durun” demesi, nasıl “çocuk varoluşunun”*** gölgesiz dünyasına aykırıysa, farklı görüşte olanları dışlayan, baskı altına alan bir zihniyetin herhangi bir konuda özgürlükçü olması mümkün değildir.
Okuma önerileri:
*Balina-Gülten Akın
http://www.siir.gen.tr/siir/g/gulten_akin/balina.htm
** Yaratma Cesareti- Rollo May
http://www.metiskitap.com/catalog/book/4371
***Çocuk varoluşu” kavramı için- Engin Geçtan, Rastgele Ben.
http://www.metiskitap.com/catalog/book/5935
Prof. Dr. Şükrü Hatun kimdir?
Prof. Dr. Şükrü Hatun, 1959 yılında Kütahya Domaniç'te doğdu. Tıp eğitimini 1983 yılında Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Ankara, Türkiye'de tamamladı. Mezuniyet sonrası Adıyaman'da mecburi hizmetini yerine getirdi.
Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları uzmanlık eğitimini Ankara Dr. Sami Ulus Çocuk Hastanesinde 1990'da, Çocuk Endokrinoloji Yan Dal Uzmanlık Eğitimini Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde 1993'de tamamladı. 1994 yılında doçent, 1999 yılında profesör oldu.
1995-2016 yılları arasında Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı'nda çalıştı. Kocaeli Üniversitesi'nde Pediatrik Endokrinoloji programını kurdu. İki dönem anabilim dalı başkanlığı, 2012-2015 yılları arasında tıp fakültesi dekanlığı yaptı.
2015 yılında bir süre North Carolina Üniversitesi Çocuk Endokrinoloji Bölümü'nde ziyaretçi profesör olarak bulundu.
2016 yılından beri İstanbul'da Koç Üniversitesi'nde Çocuk Endokrinoloji ve Diyabet Bilim Dalı Başkanı olarak görev yapıyor.
Şükrü Hatun ve ekibi 1996 yılından bu yana diyabetli çocukların tedavisi, eğitimi, hakları, toplumun bilinçlendirilmesi ve diyabetle barışık yaşamaya odaklanan "Arkadaşım Diyabet Programı"nı yürütüyor.
Dr. Hatun, https://www.arkadasimdiyabet.com/ web sitesini kurdu ve 1997'den beri "Arkadaşım Diyabet İznik Kampı"nı yürütüyor, 2018'den beri de "Arkadaşım Diyabet Aile Kampı"nı düzenleyen ekibe liderlik ediyor.
Ekibinin de katkılarıyla diyabetli çocuklar, aileleri ve diyabet ekipleri için çok sayıda kitap yazdı veya çevirdi.
Türkiye'de uzun süre "Pediatrik Diyabet Grubu"na liderlik eden Dr. Hatun, arkadaşları ile "Pediatrik Diyabet Ekip Üyeleri Eğitim Kursları"nı başlattı, "Ulusal Çocukluk Çağı Diyabet Programı"nı hazırladı ve az gelişmiş bölgeler için diyabet kampları düzenledi.
Dr. Hatun'un diyabetli çocukların yaşamına yaptığı önemli katkılardan biri de "Okulda Diyabet Programı"nı başlatması. Bu program, Sağlık Bakanlığı, Millî Eğitim Bakanlığı ve Çocuk Endokrinolojisi ve Diyabet Derneği ile iş birliği içinde geliştirildi. Bu proje ile çok sayıda öğretmen okulda diyabet bakımı konusunda eğitildi ve Millî Eğitim Bakanlığı tarafından "Okullarda Diyabetli Öğrencilerin Bakımı ve Desteklenmesine İlişkin Yönerge" yayımlandı.
1993 yılından itibaren Dr. Hatun ve arkadaşları tarafından diyabetli çocukların hakları ile ilgili savunuculuk çalışmaları başlatıldı ve bu çalışmalar sonucunda 1996 yılında glukometre stripleri geri ödeme kapsamına alındı.
Dr. Hatun ve ekibinin başlattığı yeni bir kampanya ise "Sensörler için parmağını kaldır" sloganıyla sensörlerin Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından geri ödenmesine odaklanmıştır.
2014 yılında "Diyabetli Çocuklar Vakfı"nı kuran Dr. Hatun, çalışma arkadaşlarıyla birlikte çeşitli illerde "Arkadaşım Diyabet Buluşmaları" adlı eğitim toplantıları düzenliyor. Dr. Hatun ayrıca, diyabetin evdeki yükünü paylaşmaya odaklanan "Diyabet İçin HeForShe Programı" ile, "Diyabetli Çocukların Tedavisi ve Esenliği İçin On Temel Öneri" adlı bir program başlattı (2021).
Şubat 2023'te Türkiye'de yaşanan deprem felaketinin ardından Hatun, felaket bölgesinde yaşayan diyabetli çocuklar ve aileleri için bir destek ve dayanışma programı başlattı. Bu kapsamda ücretsiz kan şekeri ölçüm stripi desteği sağlandı. Ayıca deprem bölgesinden 51 diyabetli çocuk ve ailesi "Arkadaşım Diyabet Aile Kampı 2023"e ücretsiz katıldı.
İletişim Yayınlarından çıkan "Hekim Kendisini Tedavinin Bir Parçası Olarak Sunar" ve " İnsancıl Bir Tıp İçin Yazılar" isimli kitapları vardır.
|