26 Mart 2023

Mahmut abi ve hayatımız: Karşılaşmalar/düşünceler

Mahmut Abi'den yola çıkarak bir çizgi çizmeye çalışacağım; Ahmet Arif'in, Mehmet Emin Ayhan'ın, Eyüp Gökoğlu'nun, Selim abinin, İlhan Diken'in, Tahir Elçi'nin, Mehmet Nuri Özbek'in, Münevver'in içinde olduğu bir çizgi. Selahattin Demirtaş ile biten bir çizgi

Mahmut abi (Dr. Mahmut Ortakaya), 2 Haziran 1938 Siverek, Katine (şimdiki ismi Narlıkaya) doğumlu. Ben ise onu 1988 yılından beri tanıyorum ve onun hayatımda en yakın olduğum insanlardan birisi olduğunu söyleyebilirim. İlk karşılaştığım zamandan beri Mahmut abi ile hem dost olan hem de onun üzerine düşünen birisiyim. Onunla ilgili birkaç yazı yazdım; birçok yerde ondan bahsettim. Uzun yıllardır sanırım ayda en az bir kere ararım. O da her defasında bana "Gözlerinden öperim, aradığın için teşekkür ederim" der. Ben bu söz üzerine de düşünürüm. Yani bana niçin teşekkür ediyor diye. Oysa onun sesini duymak biraz da kendim için yaptığım bir şeydir ve onunla konuşunca şu dünyadaki yalnızlığım azalır. Şimdi bu yazıda benimle onu buluşturan hayat akışı ve etkileşimler üzerinde durup, bir kez daha onun dünyasının içinde olmaya çalışacağım. Bu yazıyı gerçekten de karşılaşmalar üzerine düşünceler olarak da okuyabilirsiniz: Anam, Sevgi Soysal, Ceyhun Atuf Kansu, Ömer Laçiner, Nazife, Selim Ölçer, Füsun Sayek, John Berger gibi başka karşılaşmaları da aklımda tutarak, yani zihnimin etkileşim içinde olduğu insanları aklımda tutarak yazamaya çalışacağım. Aslında biraz da Mahmut Abi'den yola çıkarak bir çizgi çizmeye çalışacağım; Ahmet Arif'in, Mehmet Emin Ayhan'ın, Eyüp Gökoğlu'nun, Selim abinin, İlhan Diken'in, Tahir Elçi'nin, Mehmet Nuri Özbek'in, Münevver'in içinde olduğu bir çizgi. Selahattin Demirtaş ile biten bir çizgi. Dilerim yapabilirim.

"Ana dilimle konuşamayan benim, çocuklarıma ismimi koyamayan benim"

İnsan anasının çocuğu ama onun gibi olması, içimize üflenen neyse, onu sürekli hissederek ilerlemesi sanıldığı kadar kolay değil. Hiç kuşkusuz küçükken, büyürken içine dolan şeyler belirliyor insanın yaşamını. Şimdi onun köyünün resimlerine bakınca köylerimiz arasındaki benzerliği görüyorum. Onun içine de gökyüzünün ve kaynağını doğadan alan özgürlük duygusunun dolduğunu görüyorum. Mahmut abiden ilk (tanışmadan hemen önceki zamanlar olmalı) dinlediğim konuşmalar köyü ve köyünün isminin değiştirilmesinden dolayı babasının duyduğu hüzün ile ilgiliydi. Babasının tarlalarda dolaşırken, ağaçlara yaslanırken köyünün adının değiştirilmesi ile yaşadığı kayıp duygusunu hep hissettiğini, anlatamadığı bir yabancılaşma yaşadığını söylerdi. Bu duygusunun ne kadar güçlü olduğunu yıllar sonra yaptığı bir konuşmada hissetmiş ve zaten karşılaşmamız da o akşam benim ona "Konuşmanızdan çok etkilendim. Nerelisinin acaba?" diye sormam, onun da biraz sertçe "Anlamadın mı Halepçeliyim" demesiyle başlamıştı. Hatırlanacağı gibi Saddam yönetimi bölgedeki Kürtlerin direnişini kırmak için 16 Mart 1988'de Halepçe'ye kimyasal silah atmış ve 5000'den çok insanın ölümüne neden olmuştu. O yılın haziran ayında yapılan Türk Tabipleri Birliği Büyük Kongresi'nde Diyarbakır Tabip Odası başkanı Dr. Mahmut Ortakaya ve arkadaşları Halepçe katliamının kınanmasını isteyen bir önerge vediler ama o yıllarda ölenlerin Kürt olduğunu söylemek bile tedirgin edici idi ve önerge bazı tabip odalarının çabaları ile az bir farkla reddedildi. O gün Dr. Ortakaya'nın bu önergeyi reddetmenin hekimliğe yakışmadığını anlatmak için çok çırpındığını ama sesini duyuramadığını hatırlıyorum.

 rtesi yıl (1989) dünya ve ülkemiz "Jivkov Zulmü" ile karşı karşıya kaldı. Hatırlayacaksınız şimdi tarih dışı kalmış o zamanın Bulgaristan yönetimi, Türklerin tüm haklarını gasp etmiş, ana dillerinde isim almalarını yasaklamış, bütün isimleri zorla değiştirmeye kalkışmış, şehirlerini, köylerini, yollarını, haritalarını alt üst etmiş, bununla da yetinmeyerek Türkleri trenlere doldurup sürgün etmişti. O yıl yapılan Türk Tabipleri Birliği Büyük Kongresi'nde bu konunun gündeme geleceği tahmin ediliyordu ve gerçekten de divanın oluşumunun hemen arkasından Halepçe Katliamının kınanmasına karşı çıkan Tabip odaları "Jivkov Zulmünün" kınanması için önerge verdiler. Bu önergenin lehinde konuşmak için Dr. Ortakaya söz aldığında ise salonda önce şaşkınlık sonra da büyük bir sessizlik olmuştu. İşte o sessizlikte Dr. Ortakaya her kelimesinin ardında ağır acılar olduğu belli olan bir heyecanla "1988'de sizin yaptığınız ayıbı, sizin işlediğiniz günahı biz işlemeyeceğiz; 1988'de Halepçe katliamının kınanması önergesini siz reddettiniz. Ama biz Jivkov zulmünün karşısında duracağız. Çünkü, Jivkov zulmünü benden daha iyi yaşayan, benden daha iyi anlayacak birisi var mı? Benim köyümün ismini değiştirirken, nehrimin, dağımın, tepemin ismini değiştirirken, bir tepede bir gencin bir kız kaçırırken koyduğu isim değiştirilirken, en çok Jivkov zulmüne muhatap olan benim. Ana dilimle konuşamayan benim, çocuklarıma ismimi koyamayan benim" demişti.

Ben de babamın (o zaman yaşıyordu ve köyde devam eden bir hayat da vardı), kavak ağaçları ile ilişkisini bildiğim için onu derinden anladığımı ve bunun ötesinde olan biteni gözümde canlandırdığımı hatırlıyorum. Aslında bizim köyün adı da değiştirilmişti (Peşemit yerine Aksu) ama bunun kendiliğinden olan ve olumsuz bir duygu bırakmayan bir değişiklik olduğunu hatırlıyorum.

Mahmut abi ise bize ta o günlerden itibaren kendisinin ve Kürtlerin derinden yaşadığı "asimilasyonu" anlatıyordu ve sanırım onun yaşamındaki kalın çizgilerden birisi budur. Yani bütün yaşamını aslında "asimilasyona" karşı mücadele ederek, bunu anlatarak geçirdi diyebiliriz. Bazen aslında ben de bir an ülkenin politikaları asimilasyona son verecek şekilde değişse, birçok şeyin hızlı bir şekilde düzeleceğini, asimilasyonun doğayı tahrip etmek gibi, ağır bir fiziksel saldırı olduğunu düşünürüm.

Hacettepe Nüfus Etütleri Enstitüsünün çalışmalarından ülkemizdeki nüfusun yüzde 17,2'sinin ana dilinin Kürtçe olduğunu, en yoksul oranının bu grupta yüzde 45,1 iken, Türkçe konuşanlarda yüzde 14,2, bebek ölüm hızının ana dili Kürtçe olanlarda binde 27, Türkçe olanlarda binde 14 olduğunu, sanıldığının tersine etnik gruplar arasındaki evliliklerin düşük oranda olduğunu ve son yıllarda azaldığını, ana dil haritaları açısından bakıldığında Anadolu'daki dil zenginliğinin azaldığını, asimilasyon politikalarının yalnızca basit bir etnik değiştirme ile sınırlı olmadığını, bu zorlayıcı yaklaşımların buna maruz kalan kesimlerin uygarlık dışına atılmasına, geri kalmaya, örgün eğitimden uzaklaşmaya ve yoksulluğa neden olduğunu öğrendim. Bu veriler, bilim adamlarının katkısı olmadan, politikacıların egemenliğinde hazırlanan politikaların bugünlerdeki huzursuzluğun esas nedeni olduğunu ve asimilasyondan kalıcı olarak vazgeçmedikçe ilerlememizin mümkün olmadığını bir kez daha ortaya koyuyordu.

Mahmut abi sözlüğü

Onur: "Onur insanlığın ortak paydasıdır. Özgürlüğünüzü yitirirseniz geri kazanabilirsiniz ama onurunuzu yitirirseniz bir daha geri kazanamazasınız. Korkarım bizler özgürlük için mücadele ederken, onurumuzu yitirme riski ile karşı karşıya bırakılıyoruz."

Yanlışı muhatap almak: "Bir cemaat, bir zümre, bir grup, ulus ya da sınıf haklı ve geçerli taleplere sahip olabilir. Bunları şu ya da bu düzeyde fark eder ya da etmez, ifade edebilir ya da edemez. Kimi organizasyonlar ya da kişiler onun adına bu talepleri yetersiz ya da yanlış bir biçimde saptayabilir, yetersiz ya da geçersiz yöntem ve yollarla savunabilir. Ama bu yetersizlik ya da yanlış, cemaatin, grubun, zümrenin ulus ya da sınıfın taleplerinin haklılık ve geçerlilik payını ne zedeleyebilir ne azaltabilir ne de ortadan kaldırabilir. Hiçbir siyasal iktidar, yanlışı ya da yetersizliği muhatap kabul ederek haklı ve geçerli talepleri karşılamamak ya da reddetmek yolunda olduğunu öne süremez. Bunu kimseye kabul ettiremez. Yanlışla muhatap olmak ve yanlışın güdümünde mesele çözme alışkanlığını ileri götürmek, demokratik platformun ortadan kalkması sonucunu veriyor. Umut etmek isterim ki, bu bilinçli bir tercih olmasın. Demokratik platform ortadan kalkınca olan şu: Doğu ve Güneydoğu'daki düşünme yeteneğine sahip gerçekçi insan devre dışı kalıyor."

Özgürlük: "Benim çocuklarım çok küçüktür. Ben ölürsem, bunlar el elinde özgür ve bağımsız büyüyemezler. Onun için yaşamam gerekiyor.' Bu Karacadağlı kadın, çocuğun özgür büyüme bilincine sahipti; onun takati o kadardı. Çünkü, o görmüş ki köyünde, anası babası ölen çocuklar üveyler elinde başka türlü yetişiyor, özgür olmuyorlar, bağımsız olmuyorlar."

Teessüf dili: "Dr. Mahmut Ortakaya oralarda bütün bu dertleri, acı ve ağır sorunları konuşurken bile insanları gülümseten o ustalıklı ‘teessüf' diliyle anlatmayı önemser." (Tanıl Bora)

  • "Benim halkım kanser olmak istiyor! Çünkü biz biliyoruz ki kanser çağdaş bir hastalıktır. Biz verem olmak istemiyoruz, çünkü verem çağdışı bir zuldür, utanıyoruz. Hastalığımızla bile olsa çağdaşlaşmak istiyoruz."
  • "Sibirya'da buzlar erirken, Ağrı'da karlar durur mu?"
  • "Köylülere dışkı yedirerek sağlık eğitimini sabote ediyorlar; şimdi devlet köylülere dışkı yedirirse biz insanlarımızı tuvaletten sonra ellerini yıkamaya nasıl ikna edeceğiz; sağlık eğitimini sabote ettikleri için Yeşilyurt köylülerine dışkı yedirenleri kınıyorum."

İnsanlar için çalışmak: "Herkesin toplum için çalıştığını söylediği bir zamanda size insanlar için, insanların dertlerine deva olmak, onların sorunları çözmek, yüklerini azaltmak için çalıştığınız için teşekkür ediyorum. Toplum için çalıştığını söyleyenler, bunun için insanları öldürebilirler ama insanlar için çalışanlar ise her zaman insancıl kalarak işlerini yapar."

Ortak sözlüğümüz-Aheng

  • "..ve kavraması zor da olsa, ortaklığa yalnızca farklılıkları vurgulayarak, her şeyden önde tutarak ve sürekli çoğaltarak ulaşabiliriz." (Hannah Arendt)
  • "Bıçak gibi bilenirken aslında ne kadar köreldiğimizın farkındamısınız?" (Ayşe Kadıoğlu)

Ortak sözlüğümüz-Toplumdan kopmamak

  • "Yaşam toplumda kendine bir yer açma mücadelesidir. Ne yapacaksın? Üreteceksin... Direneceksin. Bu ikisi çok önemli ve toplumdan kendini dışlamayacaksın. Toplumun bir parçası olmaya çalışacaksın. Eğer herkes böyle bir şey yaparsa, toplum onurlu bir yaşam yeri olur." (İlhan Tekeli).

Sonuç yerine

"Ağaç eğileceği yerde kırılırsa, bu bir trajedi olur" (Ludwig Wittgenstein). Benim gözümde Mahmut abi, bu trajediyi derinden yaşayan ve anlatan insandır; bunu güçlü romanlar ile anlatan akrabası/hemşehrisi Mehmet Uzun'un yaptığı gibi. Çok yaşa hepimizin Mahmut abisi!

Şükrü Hatun kimdir?

 Koç Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Endokrinolojisi ve Diyabet Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Şükrü Hatun, 1959 yılında Kütahya Domaniç'te doğdu. 

1983 yılında Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi'nden mezun oldu. 

Mezuniyet sonrası Adıyaman'da mecburi hizmetini yerine getirdi. 

Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları uzmanlık eğitimini Ankara Dr. Sami Ulus Çocuk Hastanesinde 1990'da, Çocuk Endokrinoloji Yan Dal Uzmanlık Eğitimini Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde 1993'de tamamladı. 

1994 yılında doçent, 1999 yılında profesör oldu. 

1995-2016 yılları arasında Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı'nda çalıştı. İki dönem anabilim dalı başkanlığı, 2012-2015 yılları arasında tıp fakültesi dekanlığı yaptı. 

2015 yılında bir süre North Carolina Üniversitesi Çocuk Endokrinoloji Bölümü'nde ziyaretçi profesör olarak bulundu. 

Mesleki yaşamında en önemli yeri diyabetli çocukların sağlığının geliştirilmesi, eğitimi ve sosyal haklarına ayıran Hatun, 1996 yılından beri diyabetli çocuklar için kamp düzenleyen ekibin sorumlusudur; ayrıca diyabetli çocuklar ve aileler için çeşitli eğitim kitapları yazmış veya çevirmiştir.

İletişim Yayınlarından çıkan "Hekim Kendisini Tedavinin Bir Parçası Olarak Sunar" ve " İnsancıl Bir Tıp İçin Yazılar" isimli kitapları vardır. 

Son olarak ise Diyabetli Çocuklar Vakfı'nı kurmuştur. 

Prof. Hatun, 1 Haziran 2016'den beri Koç Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde çalışmaktadır. 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Diyabet tedavisinde ergenlik çağında sensörlerin ödenmesine sınır getirilemez!

Sensörlerin sadece 14 yaş altı için SUT kapsamına alınması ve ergenliğin fırtınalı döneminde kesilmesi büyük hata olur ve bilimsel değildir

14 Kasım Dünya Diyabet Günü için mesajlar

Bir kez diyabetle karşılaşınca geçmişi geride bırakıp, geleceğe bakmak; diyabetle barışık bir yaşam sürmek en iyisidir. “Arkadaşım Diyabet”, işte bu felsefenin adıdır ve yıllardır diyabet kamplarında biriken duyguları/düşünceleri/deneyimleri yansıtmaktadır

Ahmet Özer’in yürüyüşü

Ahmet Özer’in gözaltına alınış videolarını izledim. Polis arabasına doğru yılların dertlerini yüklenmiş birisi gibi, yere incitmeden basarak Ahmet Türk’e benzer şekilde yürümesi dikkatimi çekti hemen

"
"