22 Nisan 2015

Eyüp Gökoğlu’nun kızına mektup

Sevgili Ceren, babanın Kürt olduğunu ancak öldürüldüğünde idrak ettiğimi itiraf etmeliyim...

Sevgili Ceren,

Bu yazının başlığını okuyanlar, babanı tanımadıkları için nereden çıktı bu mektup diye düşünebilirler ama senle bu mektubu yazmaya varan tanışmamız “Twitter ne işe yarar ?” sorusuna da bir cevap sayılabilir belki. Bir duvarda “ Dr. Mehmet Emin Ayhan Caddesi” yazısı olan fotoğraflı bir mesaja iki yıl kadar önce “Bizim kuşaktan Dr. Mehmet Emin Ayhan 1992'de Silvan'da öldürülmüştü. Eczacı Eyüp Gökoğlu da Urfa’da” diye cevap yazmıştım. Geçen haftalarda ise sen “babamı nerden tanıyorsunuz” mesajınla çıkageldin. Sonra, sen 6 yaşında iken öldürülen babana ait az anının olduğunu, babanın arkadaşlarını tanımak istediğini söyledin. Ben babanın yakın bir arkadaşı değildim ama onunla ve daha çok da bizim kuşakla ilgili bir kaç satır yazayım istedim sana.

Bizim kuşak, yani 1950’lerin sonunda doğanlar, liseyi 12 Mart döneminin hemen ertesinde okuyarak ve şimdi çok uzaklarda kalan “ Arkadaş” filmi atmosferinde biraz erkenden politikleşerek üniversiteye geldiler. Üniversiteye gelmeden, büyük kentlerde o günlerin deyimi ile “devrimciler ile ülkücüler” arasında çatışmalar başlamıştı ve örneğin ben Kütahya Lisesi’nde parasız yatılı okurken Kerim Yaman İstanbul’da 22 yaşında öldürülmüştü. Onun ölümünden derinden etkilendiğimizi ve o duygularla arkadaşım Muzaffer Başak’la Kütahya’da çok az insanın uğradığı “ Dev-Genç” binasına gittiğimizi hatırlıyorum. Beni esas etkileyen ise Hacettepe’de Nuray Erenler’in öldürülmesiydi. Cumhuriyet Gazetesi’nde Oktay Akbal’ın köşesinde Ceyhun Atuf Kansu’nun Nuray Erenler’in ölümünü anlatan şiirini ağlayarak okumuş ve bu şiiri kalbimde taşıyarak Hacettepe Tıp Fakültesi’ne gelmiştim(*). Uzunca bir süre de merkez kampüsündeki heykelin çevresinde acaba o kör kurşun nerede onu bulmuştur diye bakındım. Sonradan öğrendik ki bizim de hocamız olan Prof. Dr. Hüsnü Göksel, Nuray Erenler vurulduğunda oradan geçiyormuş ve Nuray’ı kucaklayıp götürmüş acile ama kurşun “şah damarı”nı parçaladığında kurtaramamışlar onu. Sözü uzatmadan söyleyecek olursam baban Suruç Lisesi’nden, ben Kütahya Lisesi’nden Hacettepe Merkez Yurduna geldiğimizde arkadaşlarımız öldürülmeye başlamıştı. Hacettepe Merkez Yurdu, o zaman iki blok kız, bir blok erkek yurdundan oluşuyordu ve yurdun büyük bir kantini vardı. Benim gibi-baban da öyledir diye düşünüyorum- taşradan gelenler yurt ve okul kantinleri sayesinde sosyalleştiler diyebilirim.

Babanı ilk ne zaman gördüğümü hatırlamıyorum ama babanın arkadaşı ve şimdi Muş milletvekili olan eczacı Demir Çelik’i kantindeki masalarda yapılan tartışmalar sırasında tanımıştım. Onu uzaktan 1976’da Hacettepe Yurdu çevresinde öldürülen Fevzi Aslansoy’un arkadaşı olarak gösterirler ve Fevzi öldürülürken yakınında olduğunu söylerlerdi. Biraz da bu yüzden, yani ölüme tanık olduğu için ondan etkilendiğimizi hatırlıyorum. Bu arada “Kapital” sözcüğünü ilk ondan duydum ben. Okulda ve kantinde sık sık forumlar, toplantılar olurdu ve baban oralarda uzun boyu, heyecanı, gözlükleri, telaşlı halleri ve hızlı konuşması ile dikkatimi çekerdi. Babanla ilgili bende kalan en güçlü etki, onunla aynı siyasetten olan Süleyman Akdağ’ın yurtta öldürülmesinden sonra yapılan forumdaki konuşmasıydı diyebilirim. Her zamanki gibi ara sıra gözlüğünü düzelterek, aksanlı ama o zamanların diliyle çok “ajitatif” bir konuşma yapmıştı. Aklımda “Onların gözlerinde budak olacağız, kıymık olacağız” gibi bir cümle kalmış ama tam böyle mi söyledi emin değilim. O forumdaki konuşmasından “yani böyle insanlar varsa korkmamıza gerek yok” duygusu ile ayrıldığımızı hatırlıyorum. Baban o dönemin gözünü budaktan sakınmayan kişilerindendi; özellikle 12 Eylül’e doğru sıklığı giderek artan kavgalarda hep en önde olduğunu, işte o kavgalarda gözlüğünü düşürdüğünü hatırlıyorum. Yani, militan ya da yiğit kelimesinin temsil ettiği bütün özelliklere sahipti baban. Ben babanla aynı dünyaların içinde değildim ama onunla hep sıcak selamlaştığımızı, her defasında “dostum” diyerek başladığı konuşmalarından olumlu etkilendiğimi, onun sert militan hallerinin gerisinde sevecen/ çocuksu bir kalp taşıdığını hatırlıyorum. Zaten senin yazılarında da görülüyor sevecenliği ve sanki senle oynarken de gözlüğünü düşürmesi ikimizin onla ilgili ortak anısı olarak bütün bunların bir simgesi gibi.

O zamanlar Kürt sorunu ve Kürtler hayatımıza yeni giriyordu ama babanın Kürt olduğunu ancak öldürüldüğünde idrak ettiğimi itiraf etmeliyim. Yani o zamanlar herkes daha çok devrimci idi. Daha önce yazdığım gibi onu son kez 1980 sonrası okulu bitirmek üzere tekrar Hacettepe’ye döndüğü yıllarda Sıhhiye’de Abdi İpekçi Parkı’nda görmüş ve ayak üstü bir kaç cümle etmiştik: “Okulu bitirmeye çalışıyorum dostum” demişti bana. Onun öldürüldüğü zamanlarda ( 4 Kasım 1993) ben Türk Tabipleri Birliği Genel Sekreteri idim ve bölgedeki faili meçhul cinayetleri yakından izlemeye, kendimizce bir şeyler yapmaya çalışıyorduk. Babandan önce, 10 Haziran 1992’de Silvan’da dahiliye uzmanı Dr. Mehmet Emin Ayhan, arkadaşlarını ziyaretten dönerken, eşinin yanında, evinin önünde öldürülmüştü ve ona çok üzülmüştük. Sonra eşi ile konuştuğumuzda oralardaki ağır havayı anlattı bize ve o zaman olan biteni, yani sonradan JİTEM yani devlet tarafından işlendiği anlaşılan “faili meçhul cinayetler” dönemini kenarından da olsa hissettiğimizi ve çok etkilendiğimizi hatırlıyorum. Sonra işte babanı da senin yanında Eczanesi’nden çıktıktan sonra bir akşam vakti Urfa’da öldürdüler.

Senle tesadüfen yazıştıktan, okuduğun okulları (London School of Economics’i bitirmişsin) öğrendikten ve yazdıklarını okuduktan sonra bizim kuşağın erken ve şiddet sarmalında politikleştikleri için yarım kalan bilimde ve mesleğinde iyi olma düşlerinin, çocuklarında vücut bulduğunu düşündüm ve bahtiyarlık hissettim. Yani senin başarılı bir iş kadını olman, kimliğini ve babana bağlılığını koruyarak hayatına devam etmen duygulandırdı ve çok etkiledi beni. Yakınlarda doğan çocuğuna babanın adını vermenin ise babana olduğu kadar hepimize bir armağan olduğunu söylemek isterim.

Sevgili Ceren,

Bu ülke acıları, zorlukları, umutları ile bizim ülkemiz ve bugünlerde yaşadıklarımız babanın emeklerinin ve yaşamının boşa gitmediğini gösteriyor. Bu mektupla onu senle birlikte selamlama fırsatı yaşattığın için teşekkür ederim. İyi zamanlarda ve belki de babanın köyünde bir gün görüşmek üzere.


Okuma Önerileri

Ceren Gökoğlu-Star Gazetesi’nde yayınlanan mektubu

Adalet Güzel Duyguymuş

 Ceren Gökoğlu-Kürt olmak


* Boyun Damarı

Sevgili doktor hüsnü
Tut boyun damarını
Ölümün karanlığına kapa
Sabah ışığına aç gözlerini
Kızımın, bacımın, güzelimin. 

Tut ki dolansın daha kanı
Mayıs yeşili saçlarında
Bir daha açsın kiraz dalı
Işısın kar yıldızı bir daha
Kızımın, bacımın, güzelimin 

Tut ki belki yarın 
Bir kan gülüyle dönüp gelecektir
Bahçesine yaşamanın
Beynin bahar düzeni
Kızımın, bacımın, güzelimin

Tut ki parmak ucunda ağır ağır
Akan ırmak atar damar
Bir ovaya yayılıyor
Aman ölüme yol verme
Çevir gitsin çiçek denizine
Kızımın, bacımın, güzelimin

Sevgili doktor hüsnü
Tut boyun damarını
Ilık ılık akan sevgidir
Düşmanlıktır duran, koma
Kanını bahçe kapısında
Kızımın, bacımın, güzelimin.

Ceyhun Atuf Kansu

Yazarın Diğer Yazıları

Diyabet damgasından kurtulmak

Jazz Sethi, damgalanmanın diyabetle yaşayan insanların klinik sonuçları, yaşam kalitesi ve refahı üzerinde somut sonuçları olduğunu söylüyor

Dr. Gönül Tanır’ı kaybettik

Gönül içimizdeki en naif, sözünü sakınmayan, belki de bu yüzden kendini koruyamayan kişiydi. Sonraki yıllarda ülkemiz çok değişti ve Günül, bu insafsızların dünyasında çok haksızlığa uğradı ve çocuk enfeksiyon servisine verdiği o büyük emeğin karşılığı, çok hakkı olan profesörlüğü ondan esirgendi

"İleri Diyabet Tedavileri ve Teknolojileri-ATTD 2024" kongresinden izlenimler: Teknolojiye adil erişim çağrısı

Öncelik dezavantajlı olanların yaşadığı engelleri ortadan kaldırılmaya verilmeli, yani önce diyabet teknolojilerine adil erişim sağlanmalıdır