Kentlerdeki çocuklar farkında mı, “Hıdrellez” de yumurta tokuşturdular mı bilmiyorum ama bahar biraz geç de olsa tüm güzelliği ile geldi. Eğer hala benim çocukluğumdaki gelenekler sürüyorsa köylerdeki ilkokullarda çocuklar yanlarında öğretmenleri “güneş ufuktan şimdi doğar” marşını söyleyerek köyün yakınlarındaki kırlara, dere kenarlarına ya da mağaralara gitmişlerdir. Belki de baharda açan çiçeklerden (bir demet çiğdem mesela) toplamışlar ve gerçekten boyalı yumurtalarını tokuşturup doğanın bir parçası olmayı, doğa ile birlikte canlanmanın, neşelenmenin mutluluğunu yaşamışlardır.
Yazıya böyle başlamanın nedeni köyde geçen çocukluğa, örneğin anne ile avluda imece usulü yapılan keşkeklerin, pestillerin emeği ile kaynaşmış kadınların arasında büyümenin yaşam boyu süren etkisine ya da papatya tarlasında kuzuları otlatırken, onların boyunlarına katırtırnaklarından taç yapıp takarken hissedilen doğaya karışma haline geri dönmek değil. Belki de artık köylerde bile böyle bir yaşam kalmadı. Amacım, aslında çocukluğun doğaya, kuşlara, çiçeklere, yıldızlara ve bulutlara en yakın olmak demek olduğunu, örneğin ağaçlar gibi çocukların da baharda ve yazın daha hızlı uzadıkları anlatmak ve bugüne, yani “sürekli manipülatif reklamlara ve içi boş dizilere” maruz kalan bugünün çocuklarına dair bir şey söylemek.
Bu yazıyı yazma nedenim ise geçen hafta Coca Cola’nın yeni reklamı hakkındaki yazıma bir arkadaşımın gönderdiği mesaj: “Şimdilerde bir de Maret reklamı var. Cola'dan aşağı kalmaz bir ürün. Üstelik reklam düpedüz çocuk istismarı. Bu konuya da bir el atsan diyorum :)”. Onun bu uyarısı ile Maret reklamını seyrettim ve “Ellere var da bize yok mu” cingılı eşliğinde içinde nitrozamin içerdiği için çocuklardan uzak tutulması gereken salam ve sucuk gibi ürünleri o güzel çocuk görüntüleri satmaya çalışan bu reklamın, gerçek bir kabalık olduğunu düşündüm. Bu reklamı kurgulayanların, kotaranların, onay verenlerin ve yayınların hepsinin çocuk ruhuna ve çocuk varoluşuna saygısızlık ettiklerini, bunun ötesinde aslında kolaya kaçtıklarını, birden fazla klişeyi aynı sekansa sıkıştırarak aslında kendi mesleklerindeki yüzeyselliğin temsilcisi olduklarını gösterdiklerini düşünüyorum.
Yıllar önce (2007’de) “Aklın gıdası” sloganı ile piyasaya verilen ve daha sonra reklamı yasaklanan bir ürün dolayısıyla yazdığım gibi bir kez daha “(...) reklam bütçelerinin yüzde 97'sini sağlıklı olmayan ürünlerin promosyonu için harcayan ve böylece çocuklardaki şişmanlık sorunundan doğrudan sorumlu tutulan besin endüstrisinin çok bilinen bir tutumu ile karşı karşıya” olduğumuzu söyleyebiliriz.
Çocukların besin reklamlarının hedefi olarak seçilmesi kadar çocuk neşesinin reklamlarda “kullanılması”nın ve çocukların araçsallaştırılmasının yeni bir çocuk istismarı konusu olabileceğini düşünüyorum. Bu konu üzerinde çalışan akademisyenlerden Doç. Dr. Serdar Değirmencioğlu ülkemizde 23 bin kadar çocuğun reklam ajanslarına kayıtlı olduğunu belirtiyor ve reklam sektörünün çocuk emeğini nasıl sömürdüğünü şu sözlerle anlatıyor: “Televizyonda bir programda veya reklamda yer alan çocukların görüntüleri çoğu zaman özellikle sevimli, güzel, dikkatle seçilmiş ve makyajlanmış olarak gösterilmekte ve çocukların ekrandaki varlığı kitlesel olarak bilinmekle birlikte, bu varlığın aslında çocukların emeklerinin kullanılması olduğu anlaşılmamakta ve çocukların televizyonda yer alması hemen hiç tepki çekmemektedir”.
Modern dünyanın çocuklar üzerine etkileri
Çocukların reklamlarda kullanılması büyük ölçüde modern dünyanın bir icadı ve gelişen teknolojiler ile çocuklar arasındaki o sihirli ilişki de buna kapı açıyor. Bir kaç yıl önce İletişim Yayınlarından çıkan ve “ Zehirlenen Çocukluk-Modern dünyanın çocuklar üzerine etkileri” isimli, bir İngiliz eğitimcinin deneyimlerine dayanan kitap, tam da bu konuyu yani çocukların doğadan, aileden, kitaplardan, sokaklardan, arkadaşlarından, oyuncaklardan koparılarak nasıl piyasa ekonomisinin piyonları haline getirildiğini anlatıyor. Uzun yıllar öğretmenlik de yapan yazar, önce ABD’de sonra Avrupa ülkelerinde sıklığı giderek artan “Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu-DEHB” sorunun gerisinde elindeki bütün imkanlarla çocukların dürtüsel davranmasını, böylece bilinçsiz tüketiciler olmasını hedefleyen modern yaşamın yattığını, bu sorunun kalıtımdan çok çevresel faktörler ve çocuk yetiştirme ile ilgili olduğunu, hazlarını erteleyemeyen ve başkalarına empati duymayan, odaklanamayan çocukların gelecek için esas risk olduğunu anlatıyor. Kitabın ana fikri çarpıcı bir tanımlama olan “Toksik çocukluk sendromu”nda ifadesini buluyor ve yazar “ Çocuklarımızın birçoğunun sağlıksız yiyecekler ve televizyona bağımlı bir hayat tarzı geliştirdiğini, buna bağlı olarak uyku sorunlarını yaşadığını, bunun dışında erken dönemde kurulan duygusal bağ yetersizliği ve ebeveynlerle iletişim eksikliği ve ileri derecede duygusal dengesizlikten muzdarip” olduğunun altını çiziyor.
Maret reklamı geri çekilmelidir!
Yazının başına geri dönersek, beslenme uzmanları tarafından çocuklara önerilmeyen bir ürünün tanıtımında çocuk saflığını kullanan bu reklam ilgili firma tarafından yayından kaldırılmalıdır. Bunu beklemenin başka bir saflık olduğunun farkındayım ama yine de en azından Koç Holding Kurumsal İletişim Müdürü Oya Kızıl Ünlü’nün bu yazıyı okumasını ve gerekeni yapması diliyorum. Aksi durumda çocuk hekimi olarak gerekli yasal girişimlerde bulunacağımı bu yazı ile duyurmak istiyorum.
Okuma Önerileri:
- Çocukları “kullanmak”
- Medyada çocuk emeği ve reklamların çocuk işçileri - Serdar Değirmencioğlu
- Zehirlenen Çocukluk - Sue Palmer