ATİNA
Ankara’da ortaokul yıllarında ilk okuduğum kitap, Eric Maria Remarque’ın ünlü "Garp cephesinde yeni bir şey yok" eseri olmuştu.. O denli çok etkilenmiştim ki, ne zaman bir savaş filmi izlesem, haber bültenlerinde savaş görüntüleri görsem bilinçaltından hep bu kitapta anlatılan 1.dünya savaşında yaşanan insanlığın en çirkin yüzü aklıma geliyor. Vahşi hayvanların bile birbirlerine karşı yapmadığı bu gibi toplu katliamları, insanoğlu hala gözünü kırpmadan yapmaya devam ediyor.
Yunanistan geçen yıl, Osmanlı yönetimine karşı ayaklanışı ve bağımsızlık mücadelesinin 200. yılını kutladı.
Türkiye, bu hafta 30 Ağustos Zafer Bayramı'nın 100. yılını kutlarken Yunanistan, Yunan ordusunun Anadolu'da uğradığı hezimetinin 100. yıl dönümünü anıyor.
100 yıl önce Anadolu topraklarında yaşanan savaş, Türkiye’de "Kurtuluş Savaşı"; Yunanistan’da "Anadolu Felaketi" anlamına gelen "küçük asya felaketi" olarak tarihe geçti.
Bu savaşla ilgili her iki ülkede de bir çok kitap, anı, makale kaleme alındı, şiirler yazıldı, ağıtlar yakıldı, belgeseller yapıldı.. Arşiv çalışmaları yapanlardan biri de ben oldum.
Ve gördüm ki, bu savaşın sonuçlarıyla ilgili Türkiye'de bilinenlerle, Yunanistan'da bilinenler arasında pek bir fark yok. Ama Yunanistan'da "Türk cephesinde ne olup bittiği"; Türkiye’de de "Yunan cephesinde ne olup bittiği" hakkında ortak bir çalışma yapılmamış.
Her iki ülkenin resmi tarihleri bir yana, bu konuda yaptığım arşiv çalışmalarında daha çok kaleme alınan anı defterlerine, belgelere, resmi yazışmalara ve tutanaklara odaklandım.
Kurtuluş Savaşı'nın detayları Türkiye’de enine boyuna bilindiği için bu yazımda yalnız Yunan cephesinde ne olup bittiğini özetlemeye çalışacağım.
Yıl 1919, medeni takvime göre günlerden Mayısın 15’i.. Yunan ordusu İngiltere’nin desteği ve teşvikleriyle İzmir’e ayak bastı.
Giritli Yunan önder Eleftherios Venizelos “İzmir’e Helen kökenlileri (rumları) korumak/kurtarmak için çıktık”,“Ülkemizi beş denizli iki kıtalı bir ülke yaptık” diyerek hayalindeki "Megali İdea"'nın (yani Osmanlı yönetimi öncesindeki Helen topraklarının geri alınması hayalini) gerçekleşmeye başladığını ilan etmişti..
Ancak Venizelos’un amacı Ankara’ya ilerlemek değildi. İttifak devletlerinin (İngiltere, Fransa) bünyesinde hareket ediyordu.
Aynı zamanda Kraliyet düşmanı ve Cumhuriyetçi olan Venizelos, yakaladığı bu avantajı oylara çevirmek için hemen bir yıl sonra, yani 1920’nin Kasım ayında, Yunanistan’da erken seçim ilan etti.. Seçimleri büyük bir çoğunlukla kazanacağından emindi.
Ancak beklediği olmadı. Seçimleri muhalefetteki Kraliyet taraftarlarından oluşan koalisyon partisi, hem de büyük bir çoğunlukla, kazandı.. Muhalefet partileri bu seçimleri "Yunan evlatlarının anadoluda ne işi var.. onları geri getireceğiz" sloganıyla kazanmayı başarmıştı.
Yunan halkı, 10 yıl boyunca üst üste patlak veren Balkan savaşlarından, Makedonya savaşlarından yorgun düşmüş; "evlatlarının artık cephelerden geri dönmesini" talep ediyordu.. Üstelik Kralcı kesim de sürgündeki Kral Konstantin’in geri dönmesinden yana idi..
Ne var ki, seçimleri kazanan Dimitris Gounaris hükümetleri, verdiği sözlerden ancak birini yerine getirdi. O da ittifak ülkelerinden İngiltere, Fransa ve İtalya’nın şiddetle karşı çıktığı "Almanya yanlısı" olarak bilinen Kral Konstantin’i Yunanistan’a geri getirmesi oldu.
Verdiği ikinci sözde durmadığı gibi, keza İngiltere ve Fransa’nın şiddetle karşı çıkmasına rağmen Yunan ordularının, çökmekte olduğuna inandığı "Anadolu cephesinin son kalesi, Ankara’ya ilerlemeleri" emrini verdi.. Aynı anda ordu içindeki deneyimli "Cumhuriyetçi" komutan ve subayları "Kralcı" komutan ve subaylarla değiştirdi. Ordu içinde homurdanmalar ve firarlar başladı. Yeni kurulan Yunan Komünist Partisi, cepheye gönderdiği broşürlerle "askerlerin yurda geri dönmesi" için kampanyalar başlattı..
İzmir bölgesinden uzaklaşan ve Sakarya’ya ulaşan Yunan ordusunun lojistik destekleri kesilmiş; meydan savaşlarında aldığı ağır yenilgilerden sonra firariler çoğalmıştı.
Dağılmaya yüz tutan Yunan ordusu İzmir’e geri çekilirken, Atina yönetimi Yunan ordusunun tamamen kıyılmaması amacıyla son çare olarak Anadolu cephesine "Balkan harbi kahramanlarından" ve Cumhuriyetçi Albay Nikolaos Plastiras’ı gönderdi.
Bu arada Türk ordusu 9 Eylül’de İzmir’e girecek; Yunan ordusu resmen yenilgisini kabul edecekti..
Yunan arşivlerine göre, Albay Plastiras Yunan ordusunun "düzenli bir biçimde ricat etmesini" sağladıktan sonra 13 Eylül 1922'de askerleriyle birlikte çıktığı Sakız Adası'nda Atina yönetimine darbe düzenledi..
Bu darbe ile Gounaris hükümeti düşürülmüş, Plastiras başkanlığında askeri yönetim ilan edilmiş; ve "küçük asya felaketinin sorumluları" için askeri mahkeme kurulmuştu.
31 Ekim 1922’de Parlamento içinde kurulan askeri mahkemede üçü Başbakanlık yapmış; biri Dışişleri Bakanı, diğeri Savunma Bakanı ve son olarak Anadolu cephesi Başkomutanı olmak üzere 6 kişi "vatan hainliği" ile suçlanmış ve haklarında idam kararı (ölüm kararı) alınmıştı.
İngiltere, Fransa ve İtalya’nın idam kararının uygulanmaması için gösterdikleri büyük uğraşılar sonuçsuz kalacaktı.
15 Kasım 1922’de gözlerinin bağlanmasını ret ederek kurşuna dizilen 5 siyasetçi ve bir general, mahkeme tutanaklarına göre, "..ittifak güçlerinin itirazlarına ve Ankara’ya ilerlemeleri durumunda desteklerini kesecekleri uyarılarına rağmen, Yunan ordusunu Ankara’ya göndermekle kıyımına yol açmak; asırlarca Anadolu'da yaşayan yüz binlerce Helenin (Rumların) hayatlarını tehlikeye atmak" ve nitekim "küçük asya felaketine neden oldukları" gerekçesiyle adları, Yunan yakın siyaset tarihine "vatan hainleri" olarak geçecekti.
6 kişi, diğer bir deyişle "Yunan ordusunun Anadolu'da yenik düştüğü için değil; Yunan ordusuna hiçbir şansı olmadığı halde Ankara’ya ilerleme emri verme gafletinde bulundukları" için vatan haini ilan edilmişlerdi.
1923 Lozan Barış Antlaşması uyarınca yaklaşık 1.5 milyon Anadolulu Rum, Yunanistan’a ; Yunanistan’da yaşayan yaklaşık 400 bin Müslüman Türk, Türkiye’ye göç etmek zorunda kaldı. (Mübadele Antlaşması) Bu mübadele dünya tarihine ilk düzenli halk mübadelesi olarak geçecekti.
Yunan parlamentosunda yapılan konuşmalarda "megali idea" hayalinin Anadolu topraklarına gömüldüğü gerçeği kabul edildi.
Yunanistan, Anadolu'da verdiği zararlar için Türkiye'ye tazminat ödeyecek ve Trakya'da Karaağaç bölgesinin Türkiye'ye dahil olmasına rıza gösterecekti.
Tekrar iktidara gelen Eleftherios Venizelos 1930’da Ankara’yı ziyaret edecek ve Mustafa Kemal Atatürk ile "halklar arasında serbest dolaşımı ve yerleşimi" de öngören bir barış antlaşması imzalayacaktı.
Venizelos Vakfı'nın arşivlerine göre "Ankara Pera Palas otelindeki görüşmeleri sırasında Mustafa Kemal'in bir ara Venizelos'un koluna girerek mükemmel bir Yunanca ile kendisine 'Bundan böyle birbirimizle savaşmayacağız; size bir saldırı olursa bilin ki Türkiye yanınızda olacaktır'" demişti.
Venizelos 1934’te Mustafa Kemal’i, diğerlerinin yanısıra, "Türkiyede yaptığı cesur devrimleri" gerekçe göstererek Nobel Barış Ödülü'ne aday gösterecekti..
Birbiriyle savaşmış, kanını dökmüş, savaşın gerçek yüzünü görmüş iki ulusun önderleri bu denli bir dostluk inşa etme büyüklüğünü göstermişken, aradan geçen 100 yılın sonunda yeni ve özlü bir anlaşma yapılması için illa bir savaş mı çıkması gerekiyor?
Sanmıyorum.