18 Mart 2020

Osman Kavala: Bana "düşman ceza hukuku" uygulanıyor; STK’lardan vahim insan hakları ihlallerine ciddi tepki gelmiyor

"Tutukluyken tutuklanmam öngörülemeyen bir tarihe kadar cezaevinde kalacağım anlamına geliyor"

Osman Kavala 20 Şubat günü görülen Gezi Parkı davasının son duruşmasında, diğer sekiz sanıkla birlikte, yaklaşık 28 ay süren tutukluluğun ardından beraat etti. Ancak kararın mürekkebi kurumadan, cezaevinden çıkamadan hakkında yeniden gözaltı kararı uygulanarak beraat kararının gerektirdiği "tahliye" önlendi. Ardından 15 Temmuz darbe girişimi soruşturması kapsamında sorgulandı ve ikinci kez tutuklandı. Ancak, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin (AİHM) hakkındaki "derhal serbest bırakılması" kararı "darbe girişimi soruşturması"nı da kapsayan Kavala, cezaevindeyken, üçüncü kez, bu defa "casusluk" iddiasıyla tutuklandı.

Gazeteci olarak sorumluluğumuz davaları takip etmek, soru sormak ve kamuoyunu bilgilendirmek. AİHM kararlarına rağmen serbest bırakılmayan, hakkında tutukluluk üzerine tutukluluk kararı verilen Osman Kavala ne düşünüyor, ne hissediyor, kamuoyuna ne söylemek istiyor? Kendisiyle yaptığım söyleşide, yazılı bir iletişimin imkân verdiği ölçüde hepimizin aklındaki soruları sormaya çalıştım. Osman Kavala, "kendisine 'düşman ceza hukuku' olarak formüle edilen ayrımcı ceza hukuku uygulandığını" düşünüyor. "Tutukluyken tutuklanmam öngörülemeyen bir tarihe kadar cezaevinde kalacağım anlamına geliyor" diyen Kavala, "hak savunuculuğundan koparılan sivil toplum kuruluşlarının kendi davasıyla yakından ilgilenmediğini, vahim insan hakları ihlallerine ciddi tepki vermediğini" söylüyor. Osman Kavala'dan gelecek cevapları beklerken Koronavirüs salgını neredeyse tüm dünyayı kapladı. Dengeleri sarstı, ekonomileri çökertti, insanlık bir kez daha "ileri teknoloji, robotlar çağı, dev yatırımlar" derken kendisini önüne geçemediği bir epidemiyle savaşır buldu. Yüz yüze görüşebilseydim eminim Osman Kavala bir sivil toplum aktivisti olarak bu konuda siyasi, ekonomik ya da toplumsal değerlendirmelerini paylaşırdı ve çok da kıymetli olurdu, ama maalesef zamanlama ve mesafe buna engel oldu. Ancak avukatı İlkan Koyuncu'ya sağlığını ve genel olarak cezaevindeki koşulları, Koronavirüs'e karşı alınan tedbirleri sordum ve Kavala adına ondan bir değerlendirme yapmasını istedim. Koyuncu'nun, Kavala'nın da yaklaşık 29 aydır tutuklu bulunduğu Silivri Cezaevi'ndeki sağlık sorunlarına dikkat çeken ve cezaevleriyle ilgili olarak Adalet Bakanlığı'nı acil önlem almaya çağıran açıklamalarını buradan okuyabilirsiniz.

İşte böyle bir ortamda, hepimiz virüsten korunmak için evlerimize kapanmış, ailelerimize sığınmışken, hakkında "beraat" kararı veren mahkemenin hükmü işlevsiz bırakılan, "derhal serbest bırakılmalı" diyen AİHM'nin kararı yok sayılan, tutukluyken bir kez daha tutuklanan Kavala ile Korona günlerinde söyleşi yaptım. Virüs, unutmamamız gerekenleri de unutturmasın diye. Sözü Osman Kavala'ya bırakıyorum.

'Öngörülmeyen bir tarihe kadar cezaevinde kalacağım'

- Tutukluyken yeniden tutuklandınız, bu ne anlama geliyor?

Yasalara, nesnel hukuk kurallarının ifadesi olarak değil, insanları cezalandırmanın amacı olarak bakıldığını gösteriyor. Bir de tabii, öngörülmeyen bir tarihe kadar cezaevinde kalacağım anlamına geliyor. Durumumun ciddi bir hapis cezasına çarptırılmış mahkûmunkinden fiilen farkı kalmamış olduğunu söyleyebiliriz.

- Gezi davasında beraat ettikten sonra zaten tutuklanmıştınız. İkinci tutuklamaya neden ihtiyaç duyuldu?

Beraat kararından sonra apar topar verilen tutuklama kararı uzun süre tutuklu kalmam için yeterli değildi. İki nedenden: Bundan 2,5 yıl önce hem "Gezi olaylarını yönetmek ve finanse etmek" hem de "15 Temmuz darbe girişimine destek vermek" suçlamalarından aynı anda tutuklanmıştım. Sonra bu dosyalar ayrıldı, her iki dosyadan da tutukluluğum sürdürüldü. "15 Temmuz darbe girişimine destek" suçlaması iddianameye dönüşemediği için, yani aleyhime kullanılabilecek delil bulunamadığından, iki yılın dolmasına birkaç gün kala bu dosyadan tutukluluğum sona erdirilmişti. Yeni Yargı Reformu paketi iddianame öncesi tutuklamalara iki yıllık süre kısıtlaması getirdiği için aynı dosyadan yeniden tutuklanmam ancak birkaç gün daha cezaevinde kalmamı sağlayacaktı. İkinci mesele AİHM kararıyla ilgili. AİHM kararında ilk tutuklanmamdaki her iki suçlama incelenmiş ve bunlara dayanak gösterilen delillerin yetersiz olduğu tespiti yapılmıştı. Adalet Bakanlığı AİHM kararına geçen salı günü, son gün, itirazını yolladı. Ancak sanırım hiç kimse AİHM'in ihlal kararının değişeceğini beklemiyor. Bu nedenlerden dolayı uzun süre cezaevinde tutulabilmem için yeni bir suçlamaya, yeni bir tutuklama kararına ihtiyaç vardı. Casusluk suçlamasıyla tutuklanmam bu amaca hizmet ediyor.

- Casuslukla ilgili yeni bir soruşturma dosyası mı hazırlanmış?

Hayır, 15 Temmuz darbe girişimiyle ilgili dosya kullanılmış, Henri Barkey ile yoğun temasta bulunduğum iddiası bu sefer casusluk suçlamasına dayanak olarak gösterilmiş.

- Büyükada toplantısı ile bir ilginiz var mı? Bu toplantı üzerinden şimdi yeni bir Gezi davası oluşturulmaya mı çalışılıyor?

Büyükada toplantısıyla, Büyükada'da düzenlenmiş olan her iki toplantıyla da ilgim yok. İnceleyebildiğim kadarıyla insan hakları savunucularıyla ilgili toplantı hakkında hazırlanmış olan iddianamede de hiçbir somut delil yok. Bu davanın da beraatlerle sonuçlanacağını düşünüyorum. Her ne kadar iddianamede yer almadıysa da bazı basın organlarında insan hakları savunucularına da casusluk suçu yöneltilmişti.

'Casusluk, siyasi baskı için uygun bir suçlama cinsi'

- Henri Barkey ile iddia edildiği gibi görüştünüz mü, bir plan yaptınız mı?

Önceki tutuklanmamda bu iddia telefonlarımızın aynı baz istasyonunda sinyal vermiş olmasına dayandırılıyordu. Sonra, iletişim tespit kayıtlarından kendisiyle telefon görüşmemin mevcut olmadığı ortaya çıktı. Bu sefer de yüz yüze görüşmüş olduğumuz iddiasına yer verilmiş, tabii, herhangi bir kanıt olmadan. Daha önce de belirtmiş olduğum gibi Barkey ile tek karşılaşmam 18 Temmuz akşamı Karaköy lokantasında tesadüfen oldu. Ayakta, ayaküstü, birkaç laf ettik. Kendisini katıldığım konferanslardan tanıyorum, ancak ortak bir çalışmamız olmamıştı. Darbe teşebbüsü sırasında Büyükada'da Kültür Üniversitesi ile birlikte düzenlemiş olduğu toplantıya da davetli değildim. Ondan önce ya da sonra da randevulaşmamız olmadı. Hoş, kendisiyle görüşmüş olsaydım da bu suçlamalar için dayanak olamazdı. Barkey'in darbe teşebbüsünün olduğu sırada İstanbul'da bulunması bence onun darbeyle ilişkili olduğunu gösteren bir delil değil. Tersi daha akla yatkın. O tarihte darbe olacağını biliyor olsaydı güvenlik nedeniyle gelişini ertelemesi çok daha mantıklı bir davranış olurdu.

- Casusluk suçlaması ile ilgili ne diyeceksiniz?

Henri Barkey ile gerçek olmayan "yoğun temas" iddiasını bir tarafa bırakalım. Böyle bir suçlamanın yapılabilmesi için benim bazı önemli bilgilere erişim imkânımın olduğu iddia edilmeli. Telefonlarım dinlenmiş, sivil toplum alanında çalıştığım, bu tür bilgilere sahip bir kamu görevlisiyle ilişkim olmadığı gayet iyi biliniyor. Yasalardaki tanımın tamamen içi boşaltılarak casusluk suçlaması kullanılıyor. Bu tür bir suçlama kamuoyunda suçlanan hakkında tereddütlerin oluşmasına, ayrıca basın mensupları, sivil toplum aktivistleri arasında endişe doğurmaya hizmet eder. Yani, siyasi baskı sağlamak için uygun bir suçlama cinsi. Malum, birçok Ortadoğu ülkesinde casusluk suçlaması yaygın şekilde kullanılıyor. Elbette, açılması muhtemel bu davadan da beraat edeceğim, ancak beraat kararını duymak epey uzun bir süre alabilir.

- Bu durumda Gezi davasından beraat etmiş olmanız sizin için ne anlama geliyor?

Bu kararla uzun tutukluluğumun vahim bir hak ihlali olduğu tutuklanmamı sürdüren mahkeme tarafından da tescil edilmiş oldu. Bunun kadar önemli olan, Gezi protestolarının dış güçlerce planlanıp sahneye konan, Soros'un finanse ettiği bir komplo olduğuna dair kurgunun bu kararla çökmüş olması. Eğer Cumhurbaşkanı'nın beraat kararını bir manevra olarak niteleyen demeci olmasaydı bu karar yargıda onarıcı bir etki yaratabilirdi.

'Tutuklu kalmamı isteyenler beraat kararına hazırlıklı değildiler'

- Beraat kararına şaşırdınız mı?

Bu soruyu hem evet hem hayır diye cevaplayacağım. Tutuklandığım ilk günden beri, özellikle de iddianame ortaya çıkınca beraat edeceğimden, bu davanın beraat kararlarıyla sonuçlanacağına emindim. Ancak AİHM kararının gereğinin yapılmaması, savunma hakkını kısıtlayan usul ihlalleri yapılarak davanın seyrinin hızlandırılması bu kanaatimin değişmesine yol açmıştı.

-Beraat kararı verildiğinde ilk hissettiğiniz neydi?

Bu duruşmada böyle bir karar beklemediğimden, kendimi bir süre daha cezaevinde kalmaya hazırlamış olduğumdan hemen özgürlüğe kavuşmuşum gibi bir ruh haline giremedim. Ancak omuzumdan bir yük kalkmış oldu, ferahlık hissettim.

- Beraat kararı veren hâkimler için HSK, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın tepkisinin ardından soruşturma izni verdi, yorumunuz nedir?

Verdikleri kararlar nedeniyle hâkimlere soruşturma açılması yargının bağımsızlığını zedeleyen, kendini düzeltme dinamiğini felce uğratan bir müdahale.

- Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın hakkınızda verilen beraat kararından sonradan haberdar olduğunu düşünüyor musunuz?

Bu konuda tahmin yürütemiyorum. Ancak, yargı içerisinde benim daha uzun süre tutuklu kalmamı arzu edenlerin beraat kararına hazırlıklı olmadığını gösteren belirtiler var. Mahkemenin beraat kararı verdiği gün adliyede tahliye edilmiş olduğum dosyadan hakkımda yurtdışına çıkma yasağı kararı alınmış. 4 ay önce tahliyeme karar vermiş olan savcı muhtemelen bu adam yurt dışına çıkarsa kabak başıma patlayabilir diye düşündü, kendince bir tedbir olarak böyle bir girişimde bulundu. Ertesi gün aynı dosyadan aynı merci tutuklama talebinde bulunuyor, tutuklama kararı veriliyor. Az önce de söylediğim gibi, bu da iyi planlanmış bir yargı eylemi değil, yetersiz kalacağı anlaşıldığından casusluk suçlaması icat ediliyor.

'Darbe planladığına inanılan birisinin sorgulanmaması olacak şey mi?'

- Gözaltında ifadeniz alınırken hangi sorular yöneltildi size? Bir önceki gözaltı sorgunuzdan farklı mıydı? Özellikle odaklanılan konular, kişiler, toplantılar, olaylar var mıydı

İkinci gözaltımda ifadem alınmadı. İlkinde ise sadece Emniyet'te ifade vermiştim. Son tutuklanmamdan önce de sorgulanmadım. Yani, bugüne kadar savcı tarafından sorgulanmış değilim. Bunun oldukça tuhaf bir durum olduğunu düşünüyorum. Soros'la ayaklanma, Henri Barkey ile askeri darbe planladığına inanılan birisinin merak edilmemesi, sorgulanmaması olacak şey mi?

- Öyleyse nedir sizinle alıp veremedikleri? Cumhurbaşkanı Erdoğan neden sizi adeta şahsi bir dava olarak görüyor?

Bunu ben de merak ediyorum. Ancak bazı tahminlerde bulunabilirim. Gezi protestoları sırasında Başbakan olan Sayın Erdoğan olayların arkasında faiz lobisi olduğunu söylemişti. Bu sözleri yüksek faizlerden çıkarı olanların protestoculara destek vererek faizlerin düşmesini engelleme, kazançlarını devam ettirme çabası içinde oldukları şeklinde anlaşılabilir. 15 Temmuz darbe girişiminden sonra bu söylem değişti, Gezi olaylarının hükümeti devirmeye yönelik bir dış komplo olduğu iddiası AKP çevrelerinde yaygınlık kazandı. Cumhurbaşkanı da bu komplo teorisine angaje oldu. Bu şekilde tanımlama Gezi protestolarının itibarsızlaştırması anlamına geliyor. Bir de muhalefetin dış güçlerin çıkarlarına hizmet ettiği şeklindeki söyleme uygun düşüyor. Gezi'nin dış güçlerin komplosu olduğu teorisi sadece bana ve George Soros'a dayandırılmıştı. Bu nedenle, Cumhurbaşkanı benimle ilgili oluşturmuş olduğu kanaatinden vazgeçmeye isteksiz olabilir. Ama işin bir başka boyutu da var. İlk defa gözaltına alınmamdan bir süre önce bazı basın organlarında karalama kampanyasını andıracak şekilde beni hedef alan yazılar yayınlanmıştı. Gözaltına alınmamdan birkaç hafta önce de Boğaziçi Global ismini kullanan oluşumun Yekvücut adlı sitesinde benimle ilgili uzun yazılar çıktı; benim Soros'la birlikte karanlık işler çevirdiğim iddia edildi. Sanırım bu yayınlar belirli çevrelere benim hükümete karşı fitne peşinde olduğum ve durdurulmam gerektiği mesajını vermek için hazırlanmıştı. Yani bir yasal gerekçe olmasa da tutuklanmamın, cezalandırılmamın meşru olduğuna. Alman hukukçu Günther Jacobs'un Düşman Ceza Hukuku diye formüle ettiği ayrımcı ceza hukuku anlayışının başka bir tezahürü söz konusu. Bunlar da etkili olmuş olabilir.

'Yeni bir darbe girişimine ihtimal vermiyorum'

-15 Temmuz darbe girişimiyle ilgili olarak ne düşünüyorsunuz?

15 Temmuz darbe girişimi 12 Mart ve 12 Eylül'de gerçekleşen, emir komuta zinciri altındaki darbelere benzemiyor. 27 Mayıs'takinden de farklı. Bunun nedeni, darbenin motor gücünü ordu içindeki Gülenci subaylarla ordu dışında gizlilik içinde çalışan dar bir kadronun oluşturması.

- Darbe girişimi olduğunda tepkiniz ne olmuştu?

Çok şaşırmıştım. Ülkemde böyle bir olayın yaşanmasından utanç duydum, üzüldüm. Başarılı olacağına ihtimal vermedim, ancak başarıya ulaşmasa da ülkemizin hukuk ve demokrasi kurumlarına yönelik zararlara yol açacağını tahmin ettim.

-Darbe girişimine yardımcı olduğunuz, kurguladığınız suçlamalarına ne diyorsunuz?

Bu suçlamaları bana yönelten savcı bunları gerçekten ciddiye almış olsaydı, darbe teşebbüsünden dört sene, tutuklanmamdan iki buçuk sene geçmeden iddianamenin çoktan hazırlanmış olması gerekirdi.

- Seçilmiş hükümetin ve iktidarın yurt dışı kaynaklı bir darbe tehdidi altında olduğunu düşünüyor musunuz?

Darbe gerçekleştirme ihtimali olan güç Türk ordusu olduğuna göre, onun durumuna bakmak icap eder. Ben, 12 Eylül darbesi ve askeri yönetiminden sonra siyaset üzerinde denetim sağlama işlevinin meşru olduğu düşüncesi varlığını devam ettirmiş olsa da komuta kademesine iktidara el koyma fikrinin, hevesinin her geçen gün daha zayıflamış olduğunu düşünüyorum. 28 Şubat'ta olan ciddi bir anti-demokratik müdahaleydi, ancak aynı zamanda iktidara doğrudan el koymaya, böyle bir sorumluluğu üstlenmeye niyet olmadığını ya da buna cesaret edilmediğini de gösteren bir hadiseydi.

15 Temmuz'da darbe girişiminin gerçekleşmesinin nedeni ilk defa Türk ordusunda emir komuta zincirine değil, başka bir odağa bağlılığı olan bir subaylar grubunun komuta kademelerine yerleşmiş bulunmasıydı. Bundan sonra böyle bir yapılaşmaya müsamaha edilmeyeceğine göre yeni bir darbe girişimine ihtimal vermiyorum.

'STK'ların, durumumla yakından ilgilendiklerini söyleyemem'

- Muhalefet partilerinin, sivil toplum ve meslek örgütlerinin davanıza yeterince sahip çıktığınızı düşünüyor musunuz?

Son gözaltı ve tutuklama uygulamasına her çevreden tepki geldi. Bundan öncesinde de başta Sayın Kılıçdaroğlu olmak üzere CHP milletvekilleri, HDP milletvekilleri maruz kaldığım hukuksuzluğu gündeme getirmişlerdi. Mustafa Yeneroğlu da AKP'den ayrılmadan önce hak ihlaline dikkat çekti. Hak savunuculuğu yapan örgütler sürekli olarak tutukluluğumun sona erdirilmesini talep ettiler. Bunların dışındaki sivil toplum kuruluşlarının bu davayla ve benim durumumla yakından ilgilendiklerini söyleyemem. Buralarda çalışan, duruşmalara katılan insanları kastetmiyorum. Tabii, bu kuruluşların kendilerine göre haklı nedenleri vardır, çalışmalarını aksatacak bir şey yapmak istememiş olabilirler. Zaten biliyorsunuz, başka vahim hukuk ihlalleri ile ilgili olarak da sivil toplum kuruluşlarından ciddi tepkiler gelmiyor. Sivil toplumun hak savunuculuğundan arındırılması, sadece kendi faaliyet alanları içindeki meselelerle ilgilenmeleri isteniyor. Ancak, bu süreçte durumumla ilgili önemli yazılar çıktı; dostlarımdan, beni tanıyanlardan o kadar samimi, sıcak destekler geldi ki herhangi bir eksiklik hissetmedim. Bu dava Gezi ile ilgili olduğundan duruşmalara da yoğun katılım oldu, bu da bana moral verdi.

- Mücadelenize nasıl devam edeceksiniz?

2,5 yıldır dağa tırmanıyorduk, şimdi yeniden tırmanış başlayacak. Önce yaptığınız gibi tüm yargı mercilerine başvuracağız. Diğer taraftan hukuksuz tutuklama uygulamasının hukuk devleti için ne büyük bir tehlike yarattığını anlatmaya devam edeceğiz. Benim durumumun özel yanları var. Ancak maruz kaldığım hukuksuzluk, delil olmadan insanların üzerine ağır suçların atılmasının, tutuklamaların yapılmasının, ceza verilmesinin meşru sayıldığı, hukuk normlarının erozyona uğradığı bir ortamda gerçekleşiyor. Böyle bir ortamda yargı mensupları siyasi söylemlerden, mesajlardan etkileniyorlar. Son olarak Barış Terkoğlu, Barış Pehlivan, Murat Ağırel ve diğer gazetecileri böyle bir ortamın devam ediyor olmasından dolayı tutukladılar. Benim durumumla ilgili gerçeklerin bilinmesinin yargıdaki sorunların kaynaklarının anlaşılmasına katkıda bulunacağına dair ümidimi kaybetmiş değilim.

- Suriyeli mültecilerle çalıştınız; sınıra yollanmalarıyla ilgili ne düşünüyorsunuz?

Bu insanlar binbir zorlukla Türkiye'de hayata tutunmaya çalışıyorlar. Tabii Avrupa'ya gitmek, orada daha iyi şartlara kavuşmak düşüncesinden de vazgeçmemiş olanlar var, ancak bunun göçmenlerin büyük çoğunluğu için gerçekleşmeyecek bir hayal olduğu da açık. Böyle bir ortamda bu hayali canlandırmalarına, bu insanların ikici defa yerlerinden edilmesine yol açacak bir siyaset değişikliğinin bu insanlara eziyet etmek anlamına geldiğini düşünüyorum. Ayrıca böyle bir radikal değişiklik Avrupa'daki ırkçı hareket için de beslenme, propaganda malzemesi sağlıyor. Avrupa'da aşırı sağın güçlenmesi Türkiye'nin çıkarına mı? Bunları söylemek Yunan güvenlik güçlerinin gayri insani davranışlarını mazur görme anlamına gelmiyor. Ancak baş edemeyecekleri bir akın karşısında Yunan güvenlik güçlerinin açık şiddete başvuracaklarını tahmin etmek de zor değildi.

Yazarın Diğer Yazıları

Enkazda 7. gün mucizesi, 77 yaşındaki Ömer Amca kurtarıldı: Yedi gün idrar içerek hayatta kaldım!

“Ayaklarıyla çek-yatın örtüsünü kesmiş, çorap yapmış. Sağlık durumu gayet güzel, sağlıklı..."

Selahattin Demirtaş: HDP'yi kapatmanın siyasi sonuçlarını iyi hesap etmelerini tavsiye ederim…

"İktidar seçim kazanabilmek için her şeyi dener, her şeyi yapar. Millet İttifakı'ndan daha esnekler. Çözüm süreçleri dahil her seçeneği masada tuttuklarından eminim"

Osman Kavala: Hayatınızdan alınan bu zaman dilimi telafisi imkânsız bir kayıp; iddianame değil iftiraname yazılmış!

"En çok özlediğim, tabii eşimle birlikte evimde olmak. Tahliye oldum derken tekrar tutuklandığımdan ve hâlâ ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasıyla yargılandığımdan, fazla hayal kurmamaya çalışıyorum…"

"
"