17 Aralık 2018

Bu bir Fatih Portakal yazısıdır!

Fatih Portakal hepimizin meselesi; "Acaba bu korku, bu şiddet, bu tehdit niye" diye sormak muhalefetin, gazetecilerin ve herkesin sorumluluğunda...

Fatih Portakal şu anda tartışmasız Türkiye’nin en fazla izlenen haber sunucusu. Ben demiyorum reytingler öyle diyor.
Sunduğu ana haber bültenin aldığı reytingleri en popüler diziler bile geçemiyor, hep zirvede.
Neden? Çünkü muhabirlikten yetişmiş, halkın nabzını çok iyi tutan bir televizyon habercisi. Mehmet Ali Birand, Fatih Portakal’ı sahaya süren isim. Hem Kanal D’ye hem de o zaman çalıştığım CNNTÜRK’e canlı yayında bağlanır, İstanbul’un dört bir köşesinden; bayram günü, seçim zamanı, Ramazan geceleri kah Eminönü meydanında kah Bakırköy çarşısında halkın arasına, karışır gündemdeki en popüler konuları halkla konuşurdu canlı yayında. Kendine has bir üslubu o zaman da vardı.
Bugün de insanların dost sohbetlerinde, kıraathanelerde konuştuklarını; evlerdeki çay sohbetlerinin hararetli tartışmalarını hissederek kurguluyor bültenini: Yorum yapıyor, tepki veriyor, kendi fikirlerini anlatıyor. Bu yönüyle belki alışıldık haber bülteni kurgusunun ve gazetecilik okullarında okutulan uluslararası standartların, televizyon haberciliğindeki bazı kuralların dışında bir iş yapıyor ama biliyor ki yaptığı yorumlar, verdiği tepkiler ya da tavsiyeler, zaman zaman ettiği isyanlar ve sert çıkışlar, “Hah evladım tam da ben aynısını söyleyecektim” diye karşılık buluyor izleyenlerinde.
O yüzden en koyu Kemalist Neriman Hanım da, çalışarak 3 çocuğunu büyüten başörtülü Reyhan Hanım da, taksi şoförü Alparslan Bey de, çiftçi Kemal Bey de onu izliyor.
Yine ben söylemiyorum reytingler söylüyor. Tüm izleyici grubunda, yani totalde de hep en üst sıralarda. Yani geniş bir izleyicisi yelpazesi var; demek ki halkın sıkıntılarını iyi okuyor, gözlemliyor.


Zaten Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sinirini bozan, bu kadar sertleşmesine neden olan da bu 'sokağın nabzı' meselesi anlaşılan.
Kendine güvenen, tabanına güvenen, siyasetine güvenen, ürettiği çözümlere inanan, demokrasiye tam anlamıyla sadık  bir lider böyle bir çağrı, konuşma yapmayı düşünür mü?
Düşünmez.
Demek ki halkın gündemi ile ilgili ciddi soru işaretleri var.
Konya’daki konuşmasına bakalım:

“Birileri çıkmış portakal mıdır, mandalina mıdır, narenciye midir sokağa çağırıyor. Haddini bil haddini. Bilmezsen haddini, bu millet patlatır enseni."

Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı’nın üslubu bu mudur?
Bir televizyon habercisini hedef gösteriyor. Yetmedi, şiddet uygulanmasının yolunu açabilecek bir üslup kullanıyor. Tahrik ediyor. Sokaklara çağrı yapmakla suçluyor gazeteciyi, sokaklara çağrı yaparak aşağılıyor.
Bu ülkede gazeteciler yazdıklarından, konuştuklarından dolayı sadece tutuklanmadılar, öldürüldüler. Acaba Cumhurbaşkanı Erdoğan neye çağrı yaptığının farkında mı?

ABD’de Kasım ayında yapılan ara seçimler sonrası Trump da muhalif basını hedefe oturttu. Başarısızlığının faturasını onlara kesti ve hakaret dozunu artırdı. Beyaz Saray’da düzenlediği bir basın toplantısında kendisine ısrarla soru sormaya çalışan CNN Muhabiri Jim Acosta’yı 'halk düşmanı' ilan etti ve Beyaz Saray’dan attırdı. Bununla da yetinmeyip tehdit etti ve Beyaz Saray akreditasyonunu kaldırdı.Ama ne oldu sonra? Trump’a sonsuz destek veren Fox televizyonundan en yerel dergisine, ülke çapında yayın yapan gazetelerden ana akım kanallara kadar herkes birleşti; Jim Acosta’ya sahip çıktılar ve bir bildiri yayınladılar:

"Bugün Jim Acosta’ya yapılan hepimize yapılmıştır. Başkan da olsanız bir gazetecin söz hakkını ve mesleğini yapma imkanını keyfinize göre engelleyemezsiniz”

Hepsinden aynı ses çıktı. Sonrası malum mahkeme CNN’i ve Acosta’yı haklı buldu, Trump yönetiminin önüne "Muhabirin Beyaz Saray kartını geri verin, engelini de kaldırın"  kararını koydu.
Demokrasi böyle bir şey.

Fatih Portakal’a dönersek.
Bugün ona yapılan bütün gazetecilere, halkın haber alma özgürlüğüne, farklı fikirlere sahip olabilme, onları ifade etme özgürlüğüne karşı yapılmıştır.
Bu basit bir kızgınlık, sıradan bir tepki değildir.
Her seçim sonrası balkonda yapılan "Herkesin hakkının, özgürlüklerinin, yaşam biçiminin garantisi biziz" konuşmasını hatırlatmak gerekiyor.
Zamanın ruhu bu, dünyada rüzgar böyle esiyor diye düşünülüyor olabilir. Ama gazetecileri tehdit ederek, hedef göstererek, demokrasiyi hiçe sayarak, halkın muhalefet etme, farklı düşündüğünü ifade etme hakkını elinden alarak elde edilecek seçim zaferi neye yarar? Nereye koyar bu ülkeyi? Hangi sorunların çözümü olur? 
"Acaba bu korku, bu şiddet, bu tehdit niye" diye sormak muhalefetin, gazetecilerin ve herkesin sorumluluğunda.
Fatih Portakal hepimizin meselesi. Fikirlerini beğenseniz, beğenmeseniz; seyretmiyor, gazeteciliğini sevmiyor olsanız bile Fatih Portakal herkesin meselesi. Üstelik sadece muhalif basının değil hükümete destek veren basında yazan ve mesleği gazetecilik olanların da meselesi...

Yazarın Diğer Yazıları

Enkazda 7. gün mucizesi, 77 yaşındaki Ömer Amca kurtarıldı: Yedi gün idrar içerek hayatta kaldım!

“Ayaklarıyla çek-yatın örtüsünü kesmiş, çorap yapmış. Sağlık durumu gayet güzel, sağlıklı..."

Selahattin Demirtaş: HDP'yi kapatmanın siyasi sonuçlarını iyi hesap etmelerini tavsiye ederim…

"İktidar seçim kazanabilmek için her şeyi dener, her şeyi yapar. Millet İttifakı'ndan daha esnekler. Çözüm süreçleri dahil her seçeneği masada tuttuklarından eminim"

Osman Kavala: Hayatınızdan alınan bu zaman dilimi telafisi imkânsız bir kayıp; iddianame değil iftiraname yazılmış!

"En çok özlediğim, tabii eşimle birlikte evimde olmak. Tahliye oldum derken tekrar tutuklandığımdan ve hâlâ ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasıyla yargılandığımdan, fazla hayal kurmamaya çalışıyorum…"

"
"