13 Temmuz 2017

Söylenmeden kalmış şeyleri konuşmak

Kaygusuz’un bizi çağırdığı her mesele yeni soruların çengelini asar zihnimize

Edebiyat, bazen gerçekliğin ateşini alevlendirir; bakışınızı değiştirir, dönüştürür. Belletilenlerin, dayatılanların, kalıpların kasnağını kırar. Zihniniz, ruhunuz berraklaşacağı yerde yükünüz daha da ağırlaşır. Kargaşa, kuşku bacaya doğru tırmanan alev dilleri gibi yükselir de yükselir içinizde.

Edebiyat, geçmişte olduğu gibi 21. yüzyılın kaotik dünyasının şüpheci-güvensiz bireyi için de bir sığınak haline gelmiştir. Birey, ondan güç almak, onun düşsel dünyasında kaybolarak dış dünyayı unutmayı istemiştir. Sadece bu da değil; edebiyatın aynasında kendini, toplumu, doğayı, tarihi anlayıp sorgulamaya çalışmış, yeni kavrayışlara ulaşma çabasına girmiştir.

Sema Kaygusuz’un yazını buna karşılık gelir. Bakışını bireyin iç dünyasındaki çatışmalara çeviren, onun derinliklerinde olup bitenlere yoğunlaşan edebiyattaki yönelimin bir uzantısı, bir iz sürücüsüdür o. Anlatı dünyası derinlikli, katmanlı, yoğundur. Ne fazladan söylenmiş, laf kalabalığına yol açabilecek bir sözcüğe, cümleye ne de özden uzaklaştıran bir düşünceye yer verir. Bu, kimi kez okurda, ‘tamamlanmamışlık’, eksiklik duygusu yaratabilirken, günümüz kaotik dünyasının karmaşıklığından sıyırıp yalınlığa, sadeliğe doğru kapı aralar; söylenmeden kalmış şeylerin dile gelmesine, yeni görüngülerin, anlamların, formların ortaya çıkmasına yol açar.

Talepkârdır bu metinler. Temayı kolay kolay ele vermez. Kurduğu mekân-zaman ilişkisi içinde konumlanan karakterler kimi kez yansımalı-mitolojiden çıkıp gelen karakterlerdir. Mitsel kahramanlardır çoğunlukla. Ne var ki bunlar ne bizlere ne de alt dünyadakilere benzerler. Ne bizim gibi konuşurlar ne de ölüler gibi susarlar. Tarihten kopup gelen karakterlerin ideleri, izdüşümleridir daha çok. Özenle örülen kurgusal atmosferin içinde, oradan oraya hareket eder, gerçekle düş arasındaki sınırda dolanır dururlar.

Dıştaki dilsel zenginliğin yaydığı pırıltının, görsel şölenin, kıvraklığın, anlam yoğunluğunun altında onu besleyen düşünsel-felsefi bir katman yer alır. Yüzeydeki bu görkemliliği kılcal damarlar gibi besleyen ana kaynak ise hemen altta bulunur.

Burası anlatının magmasıdır. Buraya kulak verildiğinde, satır aralarına, sözcüklere yoğunlaşıldığında derindeki o sesi duymamak olanaksızdır; oradan oraya yer değiştiren, kıvamlı, kıvrak, anlam parçaları. Bu ses inceden inceye kendini duyumsatır, hissettirir. Çok yönlü anlamlar, derinlikli fikirler art arda dizilir, yüklenir böylece. Bu magmatik katman üstteki yapıya sürekli olarak nüfuz eder; onu besler, tatlandırır. Ne ki bir tehditte barındırır: İçin için kaynayan, düşten gerçekliğe geçen, helezonik-çoğaltılar yayan bu düşünsel, duyumsal argüman, yüzeydeki kabuğu bir çatlak boyunca kat edip çıktığında, okurun zihninde, duygu dünyasında yakıcı-yıkıcı etkiler bırakır.  Okur, bu yeni kavrayışla baş başa kalırken; ya okuma edimini sürdürmeye devam eder veya metni çözememenin verdiği boğuntu hissiyle kitabı elinden fırlatıp atar.

Yere Düşen Dualar’da yoğun hissedilen bu ikircikli hal - Dışta, dilin yarattığı haz ile altta metnin vaat ettiği yoğunluk- derinlik- iç içe geçerek metin boyunca devam eder.  Kitabın özellikle ikinci bölümünde doruk noktasına ulaşır. Bu düşsel anlatıda hayalle gerçek öylesine iç içe geçer ki ayırt edilemeyecek niteliğe bürünür. Düşle gerçek birbiri içinde erir böylece. Denetimsizdir de o; hem metnin yerleştiği coğrafyaya doğal, kendiliğinden net bir bakış kazandırır hem de sınırları çizilemeyecek denli uçsuz bucaksız bir hayal gücü.Yere Düşen Dualar bu özelliğiyle esinleyici ve öncü sayılabilir. Bütün bir romanın hayalle gerçek arasındaki çizgide oluşu, hatta yer yer üst üste oturuşu ayırt edilemeyişi bir sınırsızlık, özgürlük çağrısı gibidir. İz sürücüsü için bu yeni bir okuma alışkanlığı, yeni bir lezzettir.

Mitolojiyle, tarihle, masallarla örülür Kaygusuz’un metinleri. Nitelikli, çok katmanlı, iç çatışmalı bir üslupla baş döndürücü bir cezbeye ulaşır. Tarihi kişilikler, inanç önderleri, Batini felsefenin öncüleri sıklıkla konu edilir. Bu kişiler bilinen özellikleriyle, tarihe mal olmuş yanlarıyla sivrilmezler sadece, farklı yankılayan sesleri de duyulur. Derinlikteki düşünceleri, yargıları dillendirilir. Ancak bu kadarla da sınırlı kalınmaz; saflığın,  masumiyetin örtüsü küçük bir el hareketiyle kaldırıverilir; önünüzde başka bir gerçeklik yaratılır; yazar tersten okumaya davet eder okurunu. Gerek Yüzünde Bir Yer’deki Hızır sembolünde gerekse Sultan ve Şair’deki Hallaç’ı Mansur da bu belirgindir.

Metne ait asıl tema yüzeydeki parlaklığın altına gizlenmiştir; küstahça rahatsız edici şekilde sergilenmez bu. Bilakis, akış içinde doğal ve kendiliğindendir. Alttan alta ince bir su gibi süzülür, ilerler. Ama çok geçmeden hazmı zorlayan, huzursuz edici yönü hissedilmeye de başlar. O tını içten içe kendini dayatır. Anlaşılmayı ister. Okurun alışkanlıkları, sahip olduğu genel bilginin niteliği, biçimi şaşırtıcı bir biçimde kırılır, parçalanır. Gerçeklik yeniden kurulur, yeniden konumlanır. Böylece mitolojiye, felsefeye ya da tasavvufa ait her hangi bir konu, edebi metin haline gelir, niteliği özü dönüşür, değişir. Çarpıcı bir anlatı ortaya çıkar.

Dikkatli okur, yazarın metinlerindeki kışkırtıcı, şüphe uyandırıcı sesin yankılarını fark edebilir. Gizli, güçlü, kendini açığa vurmadan, adeta Galata Köprüsü’nde sırık oltasını denize salmış balıkçının sezgileriyle ilerleyen ve balığın vurma anını bekleyen özelliğini bilir. Yazarın okurla karşılıklı kurduğu bu oyun, okuma eylemi bittikten sonra da devam eder. Anlatı çözülmeyi, anlaşılma çabasını zihinde sürdürür. Tamamlandığında ise bu kurgusal yapı, sağlam iç örüntüsüyle dimdik ve hayranlık uyandırıcı bir biçimde okurun karşısında yükselir.

Kaygusuz, çeşitli konuların yanı sıra Hederodoksi üzerine de düşündürür. Batini tasavvufun temsilcileri olan Hallaç’ın katli, Hurufilerin Edirne’de topluca yakılması gibi tarihsel olayları konu ettiği Sultan Ve Şair adlı üç bölümlük oyunda; erk/tebaa, Sünni/Batini, egemen/muhalif ikilemlerini ele alır ve metni bu çatışmalarla örer. Ancak bunu yaparken ne ansiklopedik bir bilgi yığınına dönüştürür ne de muhalif-yüzeysel bir kalemin sivri dilini kullanır.

Öte yandan bir tahterevalli üstünde tutar okurunu. İktidar, erk olgusunun yansımalı ikiliğini anlatı boyunca devam ettirir. Ve gerçekliği ters yüz ederek gücün, erkin yer değiştirmesi halinde niteliğinin aynı kalacağı vurgusu yapar. Ezilen, tebaadan sayılan, muhalif birey, güce kavuştuğu an benzer eylemliliği ikiletmeden sürdürür; erkin niteliği de dili de değişmez.

İktidarın ne’liği sorununu merkezine alan Sultan Ve Şair, onu sadece bir hükümranlık sorunu olarak görmez. Foucault’un ‘mikro iktidar’ dediği ve bireyin bedenini, varoluşunu, gündelik yaşamını etkileyen, kimi zaman onu zehirleyen bir güç olarak da yansır.

Kaygusuz’un bizi çağırdığı her mesele yeni soruların çengelini asar zihnimize.  O sadece çağırır çünkü. Onun evrenini kavramak ancak eserlerinin bütününü okumakla mümkün. Kimine göre parçalı kimine göre puslu da gelebilir bu evren, ama canlı dinamik ve umut dolu olduğu da bir gerçek.

Kaynakça:

Kaygusuz, S. (2009), Yere Düşen Dualar, İstanbul: Doğan

Kaygusuz, S.(2009), Yüzünde Bir Yer, İstanbul: Doğan

Kaygusuz, S.(2013), Sultan Ve Şair, İstanbul: Metis

Özdel, Gizem. FOUCAULT BAĞLAMINDA İKTİDARIN GÖRÜNMEZLİĞİ VE ‘’PANOPTİKON’’ İLE ‘’İKTİDARIN GÖZÜ’’ GÖSTERGELERİ

Özdel, Gizem. file:///C:/Users/user/Desktop/5000047071-5000064204-1-PB.pdf

Keskin, Ferda. "Özne ve İktidar." Özne ve İktidar. Michel Foucault. Seçme Yazılar 2 (2000).



Sibel Ünal

İlk ve ortaöğretimini Büyükada ve Heybeliada’da tamamladı. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Coğrafya bölümünden 1989’da mezun oldu. 1989-1992 yılları arasında Jeomorfoloji yüksek lisansını yaptı ve aynı dönemde Fiziki Coğrafya Kürsüsü'nde araştırma görevlisi ve tez asistanlığı görevlerinde bulundu. Sonraki yıllarda üniversiteden ayrılarak çeşitli eğitim kurumlarında öğretmenlik ve yöneticilik yaptı.

2011’de Sabahın Ucu (Sibel Cemali) adlı öykü kitabı e Yayınları'nca basılan yazar, çeşitli edebiyat atölyelerine ve seminerlere katıldı. Ayrıca öyküleri ve metin çözümlemeleri edebiyat dergilerinde ve internette yayımlanmaktadır.

 

Yazarın Diğer Yazıları

Siyah ne renk?

Çağrışımla seni geriye doğru götüren ne çok görüntü var. Bu arada görüşün iki yanlılığı olduğunu da unutmuyorsun. Gördüğün fotoğraftaki kadınların da seni gördüğünü mesela. Nietzsche'nin dediği gibi, "Uzun süre karanlığa bakarsan, karanlık da sana bakar"