29 Eylül 2022
Bekir Ağırdır'ın T24'de 26 Eylül 2022'de yayımlanan 'Kamuoyu araştırmaları bugün bize ne gösteriyor?' başlıklı yazısı nedeniyle bu yazıyı yazıyorum. Ağırdır'ın yazısının ilk iki-üç paragrafında şöyle deniyor:
"Bizim medyamız ve hatta genel kamuoyumuz ilginçtir. Anketsiz yapamazlar, her anket kaynağı, şirketi, yöntemi sorgulanmadan kabul edilir, manşet yapılır, üzerine analizler uçuşur. Ama peşinden çoğunlukla yine anketlerle en çok alakadar olanlar anketlerin yanılgısı, amacı, manipülasyon hedefleri üzerine ders verir.
Önce şu tespitte anlaşalım. Siyasal anket bir ölçüm yöntemidir. Kamuoyunun eğilimlerini izleme yöntemlerinden birisidir. Örneklem yöntemi, görüşme yöntemi, sorular, kontrol yöntemleri gibi bir dizi bilimsel kurala bağlı olarak yapılır. Aynı zamanda araştırma gününün güncel siyasi atmosferi, örneklem denilen görüşmelerin yapılacağı mahal ve kişilerin seçimi gibi genel veya araştırma kuruluşunun tercih ve yöntemlerine bağlı olarak sonuç üretir. En önemlisi de araştırma günündeki fotoğrafı verir.
Hemen her araştırma sonucunun yanında söylenen hata payı çoğunlukla şu anlama gelir: 'Araştırma gününde seçim yapılmış olsaydı, yüzde 95 ihtimalle şu hata payı içinde oranlar bunlar olacaktı'. Yüzde 5 ihtimal içinde başka sonuçlar da mümkündür. Yani araştırma bir seçim sonucu değil, ölçüm gününde, belli kısıtlar içinde, olası eğilimleri verir."
Sondan başlayıp başa doğru gidelim. "Araştırma gününde seçim yapılmış olsaydı, yüzde 95 ihtimalle şu hata payı içinde oranlar bunlar olacaktı" demek siyasi kamuoyu yoklamaları için doğru bir tanımlama değil. Siyasi kamuoyu yoklamaları, seçim evreninin tüm birimlerine (seçmenlerine) örnekleme dahil olma açısından eşit şans sunmaz, sunamaz.
Bu iki nedenle mümkün görünmüyor. Çünkü araştırma evreninde yer alan tüm seçmenlerin örneğe çıkma olasılığının eşit olduğu örneklem planlama ve uygulamaları hem çok maliyetli hem de uygulama, deneğe ulaşma ve veri derleme süreci (örneğe çıkan seçmene ulaşıncaya değin birden çok kez ziyaret gereği nedeniyle) uzun zaman gerektiren araştırmalardır. Bu da hızlı ve sınırlı bütçelerle yapılmak durumunda olunan siyasi kamuoyu araştırmaları için mümkün görünmüyor.
Diyelim ki; Türkiye'deki seçmenlerin tamamının sahip olduğu mobil telefonların numara listesi mevcut ve her seçmen bu listede tek bir telefon numarası ile temsil ediliyor. Bu durumda bile (ki Türkiye'de böyle bir veri tabanının mevcut olmadığı biliniyor) örneğe çıkan seçmenleri birden çok kez arayarak, ulaşılamayan (sınırlı sayıdaki!) seçmenler yerine seçilen yeni seçmenler için de süreç, aynı biçimde baştan-sona tekrar işleyecektir. Bu da kamuoyu yoklamalarının genel geçerlilik ve güvenilirliğine etki eden zaman ve maliyet faktörlerini ortaya çıkarıyor.
Dolayısıyla siyasi kamuoyu yoklamaları, kendi model ve yöntemleri çerçevesinde temsil ettikleri evren için temsil niteliği kazanır, geçerlilik ve güvenilirlikleri de o sınırlarla tanımlanabilir. Bir başka anlatımla -gereklerine uygun yapılan- her siyasi kamuoyu araştırması temsil ettiği kitlenin siyasal eğilimlerinin yansıtmasında geçerli ve güvenilir sonuçlar üretebilir. Örnekleyecek olursak;
- Telefonla yapılan bir siyasi kamuoyu araştırmasının geçerlilik ve güvenilirliği, araştırmada kullanılan telefon numaraları veri tabanının temsil ettiği kitleyle sınırlıdır.
- Alan örneklemesi, anket kullanımlı yüz yüze görüşme çerçevesinde ve ülke geneli için tasarlanan siyasi kamuoyu araştırmalarının geçerlilik ve güvenilirliği,
Bu örnekleri arttırmak, çeşitlendirmek mümkün. Her bir örnek ortaya farklı bir seçmen kitlesi çıkaracak ve çeşitlenme bize toplum ölçeğinde yeni örneklerle kesişen, çakışan ya da çelişen durumlarla kitlenin siyasal yönsemelerini irdeleme şansı verecektir. Ancak bunun da bir kuralı var. O da araştırma modelinin, örneklem çerçevesinin, veri derleme ve değerlendirme sistematiğinin, zamanlamasının, açık ve net biçimde araştırmayla birlikte sunulması, sunuluyor olması zorunluluğudur. Bu yapıldığında da zaten 'yüzde 95 ihtimalle şu hata payı içinde oranlar bunlar olacak' demek yerine işin gerçeğini anlatarak, biz bu tanımlamayı sadece örneklem büyüklüğünün hesabı açısından kullanıyoruz yoksa söz konusu oranların bugünün seçim sonuçları tahmin araştırmalarımızla hiç ilgisi yok, çünkü bu çalışmanın temsil niteliği örnek evrenimizle sınırlı, demelerine gerek kalmayacak.
Tam bu noktada sırası gelmişken bir konuya daha değinmekte yarar olabilir. Ağırdır; "araştırma ciddi ve bilimsel bir iştir, tahmin değil bir ölçüm yöntemidir" diyor. Oysa yapılan, olan şey bilimsel araştırma yöntem ve teknikleriyle, farklı kuramsal yaklaşımlı modellerden hareketle gelecek seçimin sonuçlarını önceden öngörmeye çalışmak, aslında bir tahmin etmek eylemidir. Bu nedenle farklı model ve yaklaşımlar ortaya, birbiriyle örtüşen ve örtüşmeyen sonuçlar çıkarıyor. Söz konusu modeller bilinmedikçe de o araştırma ve sonuçlarının tartışılması abesle iştigaldir, çünkü neyi temsil ettiklerini test etmek mümkün değildir. Bir toplumsal araştırmanın en önemli özelliklerden biri, yinelenebilir oluşu ve bu yinelemeler ile elde edilen sonuçların aynı-açıklanabilir bilgiler üretmesi gereğidir.
Bekir Ağırdır'ın yazısına yeniden dönecek olursak:
"Yani araştırma bir seçim sonucu değil, ölçüm gününde, belli kısıtlar içinde, olası eğilimleri verir. O nedenle bir araştırmanın sonucuna değil, aynı kaynak tarafından, aynı yöntemle yapılmış bir dizi araştırmadaki genel eğilime bakmak daha doğrudur... Sonuçta doğru kullanabilirseniz araştırmalar önünüzdeki süreçlerde yapmanız ya da yapmamanız gerekenleri söyler. O nedenle sayıların eğriliğini doğruluğunu tartışmaktan çok neyi gösterdiklerine odaklanmak doğrudur."
değerlendirmesiyle karşılaşıyoruz. Ağırdır son derece haklı. Hangi gerçek seçmen kitlesini temsil ettiğini, modellemesi ve örneklem çerçevesini bilmediğimiz, ayrıca seçim evrenin tüm birimlerinin örneğe çıkma olasılığının eşit olmadığı araştırmalar, bize partilerin oy oranlarını temsil niteliği taşıyan bir geçerlilik ve güvenilirlikle sunamaz. Ama aynı yaklaşım ve yöntemle, belirli aralıklarla ve düzenli yapılan araştırmalar kimi seçmen eğilimlerinin değişim yönüne ilişkin bize, bazı bilgiler sunabilir. Ancak bu eğilimin sunumunda kullanılan oranların geçerliliği ve güvenilirliği sorunlu olduğu için, bu bilgi ancak değişimin yönü ve hızı açılarından kullanılabilir. Bu olgu KONDA dahil, siyasi kamuoyu yoklaması yapan tüm araştırma şirketlerinin bulguları için de geçerlidir.
Şimdi gelelim 2018'den bugüne seçmen eğilimlerindeki değişime. AKP kurulduğundan bu yana toplam kayıtlı seçmenlerin en çok (2011 ve olağanüstü hâl koşulları altında yapılan Kasım 2015 tekrar seçimlerinde) yüzde 42,5'inin oyunu aldı. Aynı seçimlerde tüm diğer partiler ve bağımsızlar da toplamda AKP kadar oy alırken, toplam kayıtlı seçmenlerin yüzde 15 kadarının eğilimi ya oy kullanmadığı ya da oyu geçersiz olduğu için sandığa yansımadı. AKP Haziran 2015 seçimlerinde oy kayıp sürecine girdiğini görünce, önce olağanüstü hâl sonra da MHP'yi yedeğine alarak bu gidişe dur demek ve de uygulamalarda hız kazanmak için sistem değiştirdi.
AKP kayıtlı seçmenlerin yüzde 42,5'inin, geçerli oyların yüzde 50'sini yeni sistem içinde de koruyamadı. Önce AKP'nin oyları geçerli oylar içinde yüzde elliden kırka ve otuza doğru gerilerken, yedek parti destekleriyle yüzde ellileri geçen oylar da yüzde kırk ve otuza doğru düşmeye başladı. Bu eğilim yaşanan seçim sonuçları ve siyasi kamuoyu yoklamalarının ortaya koyduğu bulgularla görülür oldu. Ama görülüp, bilinmeyen şu andaki AKP ve yedek destek partileri oylarının gerçek düzeyinin ne olduğu?
Araştırmaların sergilediği eğilimler bize üç şey söylüyor:
Bu durum karşısında iktidarı kaybetmek istemeyen AKP ve yedekçi partilerin ürettiği politikalar ve bunların yansımaları kamuoyu araştırmalarında yer almıyor. Örneğin;
dolayısıyla bu toplumsal kesimlerin siyasal eğilimlerine ilişkin saptama ve değişimler bu araştırmaların bulguları arasına girmiyor. Bu koşullar altında da 2019'dan bu yana GSYİH içindeki emeğin payı azaltılarak sermayenin payı arttırılırken, yoksullaşanların yoksul bağımlılığı, zenginleşenlerin de zenginleşme bağı yoluyla iktidar partilerine desteklerinin olup/olmadığını, varsa yoğunluğunu söz konusu araştırmalardan görmek olası değil.
2023 seçimlerine dokuz ay kala (Erdoğan aday olacaksa altı-yedi ay kala) siyasi kamuoyu araştırmaları bize çıplak gözle gördüğümüz kimi eğilimleri pekiştirecek bilgi ve bulgular sunuyor. Hizmet ettikleri yerlere çok daha fazlasını sunuyor olabilirler, ama önemli olan bu bilgi ve bulguları kamuoyuna aktaranların araştırmacılara soracağı sorular olduğunu bilmek ve de gazetecilerin, köşe yazarlarının, akademisyenlerin ve bu araştırmaların kullanıcılarının ne kadar, hangi oranda bu olgunun farkında olduğu, değil mi bizim sorunumuzu?
Sezgin Tüzün kimdir? Sezgin Tüzün İzmir’in Ödemiş ilçesinde 1946’da ev kadını bir anne ve terzi bir babanın çocuğu olarak dünyaya geldi. İlk, orta ve lise öğreniminin ilk on yılını Ödemiş’te, onbirinci yılını ise Ankara’da okuyarak, Ankara Atatürk Erkek Lisesi’nden mezun oldu. 1970’de ODTÜ Sosyal Bilimler Bölümü’nden Sosyoloji Lisans, 1973’de Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etüdleri Enstitüsü’nden Yüksek Lisans ve 1981’de yine Hacettepe Üniversitesi’nden endüstriyel küçük üretim üzerine yazdığı teziyle doktora derecelerini aldı . Sezgin Tüzün ilk kapsamlı araştırma deneyimini 1967’de ODTÜ’de öğrenciliği döneminde, Bahattin Akşit, Erdal Gürkan, Filiz Saltuğ Kardam, H. Ünal Nalbantoğlu ile birlikte üniversiteden aldıkları araştırma fonuyla gerçekleştirdikleri ‘Kırıkkale – Keskin ve Köyleri Toplumsal Yapı ve Dönüşüm Araştırması’ ile yaşadı. Araştırmanın tasarımından modellemesine, soru ve soru formlarının hazırlanmasından örneklem planlamasına, anket uygulama süreç ve denetimlerinden veri kodlama, döküm ve tablolama işlemlerine değin uzanan tüm aşamalarında fiilen çalışarak sosyal bilim alan araştırmaları konusunda ilk birikimini elde etti. Mezuniyet sonrası ODTÜ Sosyal Bilimler Bölümü’nde araştırma asistanı olarak Ankara Sanayi İşçileri araştırmasında görev aldı, ne var ki 12 Mart darbesi (1971) hem projenin, hem de görevinin sonlanmasını getirdi. TMMOB Mimarlar Odası Ankara şubesinde Araştırma ve Dokümantasyon Birimi oluşturma çalışmalarında bir yıl kadar görev aldı, 1972’de Milli Prodüktivite Merkezi Eğitim Araştırmaları uzmanlığına geçmeye hak kazandı. 1976’da Hacettepe Üniversitesi Sosyal Çalışma Bölümü asistanlık sınavını kazanarak MPM’den ayrıldı. 1983’de YÖK uygulamalarını ve 1402 sayılı yasayla göreve son vermeleri protesto ederek, üniversiteden istifa etti. 1983 yılı sonbaharında Veri Araştırma adıyla, bağımsız ve özel bir araştırma şirketi kurarak, burada kurucu yönetici olarak çalıştı ve bu görevde otuz yılı aşkın süre araştırmaların içinde fiilen yeraldı. Halen bu bağımsız ve özel kuruluş tarafından üretilmiş araştırmalar, oluşturulmuş sosyal ve siyasal veritabanları üzerinde çalışarak Türkiye’nin bir döneminin, kimi olay ve olguların bütün yönleriyle anlaşılabilmesine katkı verebilmek umuduyla yazma, yazdıklarını paylaşma yoluyla da olsa, araştırma alanından ve dünyasından uzaklaşmış değil. |
© Tüm hakları saklıdır.