07 Kasım 2016

Siyasal risklerde artış ekonomiyi sarsıyor

HDP’ye yönelik baskıların finans piyasalarının ve yatırımcıların umurunda olduğunu elbette düşünmüyorum

Son birkaç aydır Türkiye ekonomisinde gerek makroekonomik gerekse toplumsal dengelerin bozulmakta olduğuna dikkat çekmeye çalışıyorum. Ekonomik büyümenin giderek irtifa kaybetmesini, dış açıkta yeni bir artış döneminin arifesine gelinmesini, güçlü istihdam artışlarının sona ermesiyle büyük sıçrama yapan işsizliği, gelir eşitsizliği ve yoksullukta bozulma işaretlerinin ortaya çıkmasını yazılarımda yorumlamaya çalıştım.

Aslında tartışacak başka konular da var. Örneğin, başkanlık sisteminin ekonomik dert dâhil her türlü derde deva olacağı iddiası, bankalar üzerinde kurulan açık siyasal baskı gibi konular. Ama bu hafta yeni iki siyasal şokun (Cumhuriyet yöneticileri ve yazarları ile HDP eş başkanları ve milletvekillerinin tutuklanmaları) etkisiyle döviz piyasasında yaşanmakta olan sarsıntı şiddetlenerek devam etti. Dahası iki önemli kuruluş, IMF ve Avrupa Kalkınma Bankası Türkiye ekonomisinin gidişatına dair son öngörülerini açıkladılar. Karamsarlık dozu artmış görünüyor. Sonuç olarak konu değiştirmek önümüzdeki haftalara kaldı.

Geçen haftaki yazımda döviz kurunda yaşanan ürkütücü artışın boyutları, nedenleri ve muhtemel etkileri üzerinde durmuştum. Merkez Bankası kurlarıyla döviz sepeti (0,5 Dolar + 0,5 Avro) bir haftada 3,21 TL’den 3,25 TL’ye yükselmişti. Türk Lirasının bu değer kaybının ürkütücü yanını, Merkez Bankası’nın faiz indirimlerine ara vermesine rağmen gerçekleşmiş olmasıyla ilişkilendirmiştim. Geçen hafta dövizde daha da yüksek bir artış yaşandı. Sepet kur haftayı 3,32’den tamamladı. Artış bu kez Merkez Bankası’nın zorunlu döviz karışık oranlarını düşürmesine, yani bankalara daha büyük miktarda serbest döviz kullanmalarına olanak sağlanmasına rağmen gerçekleşti.

Açıkça belli oluyor ki TCMB’ye güven oldukça zayıflamış durumda. Son koz olarak döviz rezervleri kullanılabilir. Ancak bu riskli bir silah. Uluslararası kuruluşlar TCMB’nin döviz rezervlerini yeterli bulmuyor. Bu son silah çekilir de dövize yönelme kalıcı olarak durdurulamazsa kur alıp başını gidebilir. İşte o zaman ev yapımı bir ekonomik krizin ayaklar sesleri duyulmaya başlar.

Geçen haftaki yazımda döviz piyasasında yaşanmakta olan sarsıntının başlıca iki etkenini Merkez Bankası’na olan güven eksikliği ve cari açıkta düşüşün yerini artışa bırakmak üzere olduğu şeklinde özetlemiştim. Temelde yatan bu etkenlere geçen haftanın siyasal şokları eklendi. Cumhuriyet Gazetesi’ne ve HDP’ye yönelik baskıların finans piyasalarının ve yatırımcıların umurunda olduğunu elbette düşünmüyorum. Ancak siyasal gelişmelerin Türkiye’yi Avrupa Birliği ile kopuşun eşiğine sürüklediğini de görüyorlar. Böyle bir kopuş gerçekleştiğinde ekonomide büyük bir depremin yaşanacağını da çok iyi biliyorlar. Bu endişe giderek büyüyor.

Geçen hafta IMF’in ve Avrupa Kalkınma Bankası’nın (EBRD) Türkiye ekonomisi tahlilleri de bu endişeleri canlı tutacak nitelikte. Üst akıldan talimat aldıkları herhalde iddia edilemeyecek olan bu iki kuruluşun öngörülerine geçmeden önce şu noktayı vurgulamak isterim. Bu tür raporlar hayli önceden hazırlandığından son iki haftadır döviz piyasasında yaşanan sarsıntının ekonomi üzerindeki muhtemel etkilerini kapsamazlar. Diğer ifadeyle büyüme öngörülerini biraz daha aşağıya, cari açık ve enflasyon öngörülerini de biraz daha yukarı revize edebilirsiniz.

IMF üç ay önce 2016 ekonomik büyümeyi yüzde 3,8’den 3,3’e revize etmişti. Şimdi yüzde 2,9 tahmin ediyor. Daha önemlisi 2017 tahminleri: Ekonomik büyümeyi yüzde 3,4’ten 3’e düşürürken cari açığın GSYH’ya oranının da gelecek yıl yüzde 4,4’ten (bu yılın yukarı revize edilen son tahmini) yüzde 5,6 düzeyine yükselmesini bekliyor. EBRD büyüme tahminleri de IMF’nin tahminleri ile uyumlu. Banka bu yılın büyüme tahminini yüzde 3,2’den 3’e, gelecek yılın tahminini ise yüzde 3,4’den 3’e revize etmiş durumda. Baş ekonomisti Guriev “Türkiye siyasi türbülanstan mustarip, yatırımcılar endişeli” demiş. Kim söyletiyorsa(!) Enflasyonda ise IMF nispeten iyimser(!). Önceden yüzde 8,8 olarak tahmin ettiği 2017 TÜFE artışını yüzde 8,2’ye düşürdü. Züğürt tesellisi olarak kabul edebilirsiniz.

Bu öngörülerin Orta Vadeli Programın (OVP) ne kadar uzağında olduğunu hatırlatmakta yarar var. Hükümet gelecek yıl yüzde 4 büyüme, yüzde 3,6 cari açık oranı, yüzde 6,5 de enflasyon beklentisi içinde. Olur da IMF ve EBRD fazla yanılmazlarsa bu başarısızlık karşısında AKP iktidarı ekonomiyi Kopenhag ekonomik kriterleri çerçevesinde yönetme kabiliyetini hepten yitirebilir.  Kopenhag siyasal kriterleri ise çöpü boylamış durumda.   

Yazarın Diğer Yazıları

Avrupa’da bireylerin yaşamdan en az memnun olduğu ülke Türkiye

TÜİK, “Ülkenin en önemli sorun sizce nedir?” diye sormak yerine, “Sizce ülkenin en önemli üç sorunu hangileridir?” diye sorsaydı acaba dış göç kaçıncı sırada yer alırdı?

İşsizlikte düşüşün endişe verici arka planı

İşsizlik oranının üç ay gibi nispeten kısa bir sürede 0,7 yüzde puan azalmasına sevinmek için istihdamda esaslı bir artıştan kaynaklanıyor olması gerekir. Oysa istihdamda üç aylık artış 123 binden, artış oranı da yüzde 0,4'ten ibaret. Bu yılın ilk üç ayından ikinci üç ayına istihdam artış oranı yüzde 2,3'tü. İstihdamın hız keserek duraklama eğilimine girdiği açıkça görülüyor

İkinci çeyrekte istihdam artışında tuhaflıklar

Kısacası, nereden bakarsanız bakın 2. Çeyrekte istihdam artışında özellikle de sanayi istihdam artışında bir tuhaflık olduğu aşikâr. İstihdam artışında bir tuhaflık varsa işsizlikteki azalmayı yorumlamaya değer mi? Ben değmeyeceğini düşünüyorum

"
"