Geçen hafta ekonomi cephesinde en önemli konu Merkez Bankası’nın Para Politikası Kurulu’nda ne yapacağı idi. Ne yaptığını aktaracağım ama son söyleyeceğimi baştan söyleyeyim: Para politikası büyük bir karmaşanın içine yuvarlanmış durumda. Cumhurbaşkanı’nın bir aradan sonra faiz topuna yeniden girmesi de karmaşaya tuz biber ekti.
Kasım ayı Para Politikası Kurulu’nda haftalık repo faizi yüzde 7,5’ten 8’e, gecelik faiz de yüzde 8’25’ten 8,50’ye yükseltilmişti. Çekine çekine yapılan bu sınırlı artış yükselen kurun yarattığı enflasyon riskine kıyasla yetersiz görülse de yeni yönetim faizi arttırma cesaretini gösterebildiğinden para politikasında dizginlere hâkim olabileceğine dair umut vermişti.
Ama Aralık toplantısında yönetim beklemeyi tercih etti. Ardından döviz piyasasında çalkantı baş döndürmeye başladı, kur da yükselmeye devam etti. Türk Lirası değer kaybetmeye devam ettikçe enflasyonun çift haneye yükselmesi giderek kaçınılmaz hale geliyordu. Merkez Bankası yeni yönetimi filizlendirdiği umutları tümüyle kaybetme riskiyle karşı karşıyaydı.
Bu ortamda ekonomi yöneticilerimiz “uluslararası faiz lobisinin” tezgâhladığı “komplo” iddiasını ısrarla dillendirirken gidişin vahametinin farkına varıp ya da Merkez Bankası yönetimi tarafından ikna edilip söylem değiştirdiler. Başbakan dâhil ekonomi bakanları “Merkez Bankası’nın bağımsız olduğunu”, “gerekeni yapacağını” vurgulamaya başladılar. İlginç bir şekilde Saray sessizdi.
Bu sırada Merkez Bankası PPK toplantısına bir hafta kala şaşırtıcı bir hamle yaptı. Buna “yeni bir icat çıkardı” da diyebiliriz. Teknik ayrıntıya gerek yok. Bankaların nakit ihtiyaçlarını karşılarken kullandığı haftalık ve gecelik borç verme kanallarını fazla kullanmayacağını buna karşılık günün sonunda bir saatliğine (16-17 arası) hala nakit ihtiyacı olan bankaları fonlamakta istisnai olarak kullanılan “geç likidite” kanalına ağırlık vereceğini ilan etti. Bu kanaldan borçlanmanın maliyeti yüzde 10’du. Bu yöntemle ortalama fonlama faizi Kasımdan itibaren yüzde 8’in biraz üzerinde seyrederken hızla yüzde 9,3’e yükseldi.
Döviz piyasasındaki yangını kontrol altına almak için rutin para musluklarını kısıp gün sonunu bekleyerek bankaları yüksek faizden borçlanmaya zorlamak ancak geçici bir politika olabilirdi. Piyasalar 24 Ocak günü yapılacak PPK’da faizlerin yükseltilmesini bekliyordu. Tartışma faiz artışlarının yeterli düzeyde olup olmayacağına odaklanmıştı. Merkez Bankası bir kez daha şaşırttı. Haftalık repo faizine hiç dokunmayarak yüzde 8’de bıraktı. Buna karşılık gecelik faizde hatırı sayılır bir artış yaparak 8,50’den 9,25’e yükseltti. Dahası geç likidite faizini yüzde 10’dan yüzde 11’e çıkarttı.
Para işlerinin aşinası olmayan okurların, “böyle karmaşa görmedim, hiçbir şey anlamıyorum, sonuçta ne oluyor” diye söylendiklerini duyar gibiyim. Dilim döndüğü kadar sonuçta ne olduğunu aktarmaya çalışacağım. Ama önce rahat olsunlar: Para işlerine fazlasıyla aşina yabancı sermaye temsilcilerinin de fazla bir şey anlamadıkları anlaşılıyor. Geçen Cuma TÜSİAD ve EAF “2017 Yılında Türkiye Ekonomisi başlıklı bir panel” düzenlemişti. İşi icabı her gün yabancı yatırımcıların sorgulamasına muhatap olan finans danışmanı panelist Fatih Keresteci, “Merkez Bankası faiz oranı nedir, gelecekte nasıl evirilecek?” diye sorulduğunda çok sayıda faizi sıralamaya ve ne işe yaradıklarını açıklamaya başladığında muhataplarının kafalarının nasıl karıştığını eğlenceli bir üslupla aktardı.
Sorunun özü bu karmaşada. Çok uzun süredir merkez bankalarının faiz politikalarının anlaşılabilir ve öngörülebilir olması, bunun için piyasa aktörleriyle şeffaf bir iletişim içinde olmaları gerektiği konusunda tam bir görüş birliği var. Ama bizim Merkez Bankası aksi yönde hızla ilerliyor. Erdem Başçı yönetimi para politikasını sadeleştireceğini ilan etmiş, Murat Çetinkaya da görevi devir aldıktan sonra sadeleştirmeye sahip çıkmıştı. Faiz koridoru adım adım daraltılacak bu koridorun tam ortasında yer alacak haftalık repo faizi de fonlamanın esas aracı olacaktı. Son toplantıya kadar bu yönde hatırı sayılır bir ilerleme de sağlanmıştı. Gelinen noktada koridor iyice açıldı, haftalık repo faizi de artık kullanılmıyor. Ağırlıkla kullanılan geç likidite faizi de yüzde 11’e yükselmiş durumda.
Sonuçta Cuma günü itibariyle ortalama fonlama faizi de 10,3’e yükseldi. Bu fiili faiz Ekim ayında yüzde 7,7’ye kadar gerilemişti. İktidarın “yüksek faiz bizi batırıyor, yatırımları engelliyor” söyleminin hâkim olduğu bir ortamda gelinen nokta bu. Şimdi kritik soru şu: Bankaların Merkez Bankası’ndan aldıkları paranın maliyeti büyük ölçüde artığına, sıranın da yükselen enflasyonun giderek gerisinde kalmakta olan mevduat faizlerine geldiğine göre, kredi faizleri yükselişe geçmeyecek mi? Yoksa yine bankalara “oturun oturduğunuz yerde zaten yeterince kâr ediyorsunuz” mu denilecek?
İşte tam bu noktada Cumhurbaşkanı’nın duruma el koyma ihtimalinin belirdiğini görüyoruz. Sabah Gazetesi’nden Erdal Şafak’ın aktardığına göre (27 Ocak tarihli yazı) Doğu Afrika gezisi sırasında Cumhurbaşkanı’na Para Politikası Kurulu’nun son kararları aktarıldığında, “Bu konuda görüşümü öteden beri söylüyorum: Faizi artırmak, kuru da enflasyonu da olumsuz istikamette etkiler. Hatta ben özellikle faizde, taban-tavan meselesinin dahi kaldırılmasını, sadece politika faizinin (haftalık repo) kalmasını savunan birisiyim. Bankalar kalkıp da, faizler yükseldi diye girişimciye kredi mi verecek? Hayır. Girişimci, müteşebbis, yüksek faizle zaten kalkıp yatırım yapamaz” demiş.
Benden buraya kadar. Gerisini Merkez Bankası yönetimi düşünsün.