Şubat ayı enflasyon rakamları TÜİK tarafından pazartesi günü açıklandı. Tüketici Fiyat Endeksi (TÜFE) Ocak ayına kıyasla yüzde 0,16 oranında arttı, yıllık enflasyon da yüzde 20,3’den 19,7’ye sınırlı bir düşüş gösterdi. TÜFE Ekim ayında yüzde 25,2 ile zirve yapmıştı. Yurtiçi Üretici Fiyat endeksi de (ÜFE) Eylül ayında ulaştığı yüzde 46,2’lik zirveden şubat ayında yüzde 29,6’ya geriledi.
Enflasyonun gerçekten düştüğüne inanan vatandaş sayısı giderek azalıyor. TÜİK’in enflasyonu bilerek düşük ölçtüğü, bir diğer ifadeyle rakamların manipüle edildiği oldukça yaygın bir görüş. Bu görüş TÜİK Genel Başkan Yardımcısı Enver Taştı’nın geçen ekim ayında kızağa çekilmesiyle oluşmaya başladı, ardından “enflasyonla top yekun mücadele” şiarı altında tüketim ürünleri pazarlayan şirketlere yönelik “ikna” kampanyaları ile iyice kök saldı.
Çok yazık! Bu güven kaybını TÜİK’in hak ettiğini düşünmüyorum. Bu konuyu bir kenara koyalım ve rakamlara dönerek enflasyonun neden azalmakta olduğunu, bu sürecin nereye kadar devam edeceğini, sonrasında bizi nelerin beklediğini anlamaya çalışalım.
Düşen enflasyonda gizemli bir yan yok
Yaz aylarında şiddetlenen TL değer kaybı ya da döviz kurundaki baş döndürücü artış tüm ithalat ürünlerinin fiyatlarını hızla yükseltmiş, artan üretim maliyetleri de üretci fiyatlarını bizim gibi eski kuşak mensuplarının epyedir unuttuğu, genç kuşakların da hiç tanık olmadıkları bir düzeye taşımış, eylülde yüzde 6,3’lük bir artışla tam bir şok yaşanmıştı.
Sonrası malum. Panikleyen TCMB yönetimi iktidarı ikna etti ve çok önceden yapması gereken, üstelik daha düşük tutabileceği, 625 baz puanlık faiz artışını patlattı. Fonlama faizi yüzde 24’ü buldu, mevduat faizleri de yüzde 20’lerin üzerine çıktı. Buna bir de iç talepteki şiddetli daralmayla ithalatın hızla düşüşe, ihracatın da makul ölçüde artışa geçmesi eklenince, cari denge fazla vermeye başladı. Azalan döviz talebi ile cazibesi artan TL birlikte dolar kurunu 5,5 civarına geriletti.
Bu koşullarda üretici fiyatlarının hızla inişe geçmesinde, iç talepteki düşüş nedeniyle artışları frenlemek zorunda kalmış olan tüketici fiyatlarının da üretici fiyatlarını takip etmesinde şaşılacak bir şey olmasa gerek.
TÜFE kasıma kadar düşmeye devam edecek
Enflasyon düşmeye devam edecek mi? Ederse ne düzeye kadar geriler? Çok merak edilen bu soruyu içerde ekonomi politkalarına dair belirsizliklerin, dışarda da her an beklenmedik şokların yaşanabildiği koşullarda bu soruya güvenilir bir yanıt vermek zor. Yine de denemeye değer. Dış şokları bir yana koyalım. Buna ancak kahinler karışır. Para politikasında ve kısmen maliye politikasında aklıselim ile hareket edileceği varsayımı altında enflasyonun gidişatını tahmin etmek o kadar da zor olmayabilir.
Geçen yıl nisan ile ekim arasında TÜFE’de birikimli artış yaklaşık yüzde 24 oldu. İç talebin güçlü, kurun ise sakin olduğu 2017’de aynı dönemde artış yüzde 5’ti. Bu yıl iç talep zayıf kalmaya devam edecek gibi duruyor. Genel kanı 2019’a durgunluğun damga vuracağı. Son olarak OECD geçen Çarşamba 2019 tahminini eksi yüzde 0,4’den eksi yüzde 1,8’e revize etti. Fiyatlar üzerinde talep bakısı gündemde değil. Dolayısıyla üretici ile tüketici fiyatları arasındaki 10 yüzde puanlık farkın ancak bir kısmı tüketici fiyatlarına yedirilebilir.
Geriye iki kritik etken kalıyor: Döviz kuru ve fiyat katılığı. Bu son etkenle ilgili olarak “yönetilen yönlendirilen fiyatlar hariç TÜFE” endeksinde şubat itibariyle yıllık artışın yüzde 21,8, yani manşet TÜFE endeksinden iki puan daha yukarıda olduğunu not etmekle yetinelim ve döviz kuruna odaklanalım.
Dolar uzun süredir 5,2-5,4 arasında istikralı bir seyir izliyor. TCMB ilan ettiği ve her vesileyle tekrarlardığı sıkı duruşta, yani halen yüzde 4 gibi yüksek bir reel faizi korumakta ısrar ederse kurda önemli bir artış olmaz. Kur enflasyon artışını takip edebilir, o kadar. TÜFE bazlı reel kur endeksi Eylül 2018’de 68,7’ye kadar düşmüştü. TL’nin aşırı değersizliği genel kabul görüyordu. Şubatta endeks 86,5 oldu. Yeterince rekabetçi bir düzeyde olduğu düşünülebilir.
Çarşamba günü Para Politikası Kurulu’nun fonlama faizini değiştirmemesi verdiği söze şimdilik sadık kaldığının işareti. Yanlış anlaşılmasın. TCMB faizi katiyen indirmemeli demiyorum. Düşen enflasyona paralel olarak fonlama faizinin aşağıya çekilmesi normaldir. Durgunluk ortamında aksi düşünülemez. Ancak fonlama faizinin aşağıya yönlendirilmesinin sıkı para politikasına olan güveni sarsmayacak bir ölçülülükle yapılması beklenir.
Sonuç olarak, ekim ayında yıllık TÜFE enflasyonunun yüzde 10’a kadar gerileyeceğini tahmin ediyorum. Bir konuda okurları uyarmak isterim. Bu yaklaşık 9 yüzde puanlık iniş yeknesak olmayacak. Büyük kısmı muazzam bir baz etkisiyle tek bir ayda Eylülde gerçekleşecek. Eylülde TÜFE’nin yüzde 6,3’lük artış kaydettiğini hatırlayalım. Enflasyon kasım ve aralık aylarında yeniden artışa geçerek yılsonunda yüzde 14’ü bulur. Geçen yıl kasım ve aralıkta birikimli olarak yüzde 1,8 oranında düşüş kaydedilmişti; büyük ölçüde ters yöndeki kur etkisiyle. 2017’nin son iki ayında ise birikimli fiyat artışı yüzde 2,2’yi bulmuştu ki bu mevsimde normali aşağı yukarı bu civardadır.
Tek haneli enflasyona dönüşün dayanılmaz ağırlığı
Bu güçlü dezenflasyon kimseyi şaşırtmamalı. Bu düşüşe paralel olarak nominal kredi faizlerinin de aşağıya çekilmesine şahit olacağız. İktidar da anlaşılır nedenlerle bu gidişatın tadını çıkaracaktır. Yorumlarda aşırıya kaçılması da kuvvetle muhtemeldir: Yakında tek haneli enflasyon geri dönüleceği, ardından da yüzde 5 hedefine varılacağı müjdelenecektir.
Ben bu kanaatte değilim. Aksine 2020’nin çok zor bir yıl olmasını bekliyorum. Enflasyon son yıllarda giderek katılaştı. Önce yüzde 8 civarında sert bir taban oluştu. Ardından bu taban yüzde 10’a çıktı. Yeni tabanın yüzde 12-13 civarında oluşacağını tahmin ediyorum. Bunun pratik anlamı şudur: Bu düzeyde katılaşmış bir enflasyonu bırakın yüzde 5’lere çekmeyi, tek haneye indirmek için bile daha sıkı bir para politikası, farklı söylersek yüksek reel faizler ve sıkı maliye politikası gerekir.
Bu şartlarda mucize kabilinden ihracatta yüksek tempolu bir artışın yanı sıra güçlü bir ithal ikamesi olmazsa büyüme ne olacak? Yüksek büyümeye dönülemezse zaten bir hayli yükselmiş olacak işsizlik ne olacak? Böyle bir kıskaca girildiğinde ekonomik ve hatta siyasal tercihlerde köklü değişimler gündeme gelir mi?
Bu yaşamsal soruların yanıtlarını tartışmak için henüz erken olabilir. Kim bilir belki de gelecekle ilgili öngörülerimde fena halde yanıldığım ortaya çıkar.