Ülkelerin ekonomik sıhhatinin başlıca göstergesi ekonomik büyüme ya da diğer ifadeyle Gayrisafi Yurtiçi Hasıla (GSYH) artışıdır. Kişi başı gelir artışı dolayısıyla refah artışı buna bağlıdır. Gelir pastası büyürken payların eşitsiz dağılımında bir iyileşme olup olmadığı, pasta büyürken çevreye zarar verilip verilmediği de elbette sorgulanır. Ama pasta büyümüyorsa gerisi tefarruat sayılır. Siyasal iktidarların da en hassas oldukları konu doğal olarak ekonomik büyümedir. Pasta yeterince büyümüyorsa ve kapsayıcı değilse seçim sınavında başarısız olmaktan korkarlar.
Seçim maratonu geçmişte kaldı. Dramatik seçimlere sahne olan 2015’te ekonomik büyümenin de nispeten yüksek olduğunu bu hafta öğrendik. Uzun süre seçim yok ama AKP ve lideri için adeta yaşamsal bir tutku haline gelen başkanlık rejiminin oylanacağı bir anayasa referandumu yüksek ihtimal. Bu bakımdan ekonomik büyümenin gidişatı iktidar için halen kritik öneme sahip.
TÜİK 2014’ten 2015’e Türkiye ekonomisinin yüzde 4 büyüdüğünü açıkladı. Kişi başına reel gelir artışı da yüzde 2,7 oldu. Gerçi dolarla kişi başına gelirde 10.400 9.300’e önemli düşüş söz konusu ama bu hesap vatandaşın ülke içinde değil ülke dışında refah kaybına uğradığını gösteriyor. Bu düşüşün nedeni elbette Türk Lirası’nın geçen yıl uğradığı büyük değer kaybı.
Büyüme 2014’te yüzde 2,9’da kalmıştı. Gelişmekte olan ülkeler arasında da yüzde 4 büyüme ortalamanın üzerinde. Bu bakımdan 2015 büyüme performansı AKP iktidarının tekrarlamaktan usanmadığı hayali 2023 hedeflerinin çok gerisinde kalsa da Türkiye ekonomsinin yüzde 5 civarında tahmin edilen potansiyel büyümesi itibariyle kısmen tatminkàr sayılır. 2015’te işsizliğin arttığını unutmayalım.
Vatandaşın merak ettiği, ekonomistlerin de aralarındada tartıştığı soru şu: GSYH artışı son dört yılda olduğu gibi yüzde 2 ile yüzde 4 arısndar ine çıka mı devam eder yoksa resmi dokümanlarda iddia edildiği gibi yüzde 5 civarına yükseltilebilir mi? Bu sorunun yanıtı basit değil ama başlangıç olarak büyümenin yakın geçmişte niteliğini biraz deşebiliriz.
2012 yılı büyüme rejimi açısından bir dönüm noktasıdır. 2010-2011 döneminde Türkiye ekonomisi ortalama yüzde 9 civarında olağanüstü yüksek bir oranda büyüdü. Ancak bu büyüme tamamen yurtdışından bol ve ucuz borç ile hızla büyüyen kredi artışının kamçıladığı iç talepten kaynaklandı. Cari açık da GSYH’nın yüzde 10’u gibi devasa boyutlara ulaştı. Bu gidişatın hayıra alamet olmadığını düşünen ö zamanki ekonomi yönetimi (Ali Babacan liderlik yapıyordu) “dengeli büyüme” rejimine geçmeye karar verdi. Özel tüketim artış ılımlı olacak, yatırımlar canlı tutulacak, mali disiplin devam edecek, en önemlisi de net ihracat büyümeye pozitif katkı yapacaktı; yani ihracatın ithalattan daha hızlı artması ile cari açık sürdürülebilir düzeye çekilecekti. Bu çerçevede büyüme oranının da yüzde 5 patikasına oturmasi hesaplanıyordu. Başarı için talep tarafında tüketim kontrol altında tutulurken, arz tarafında da yapısal reformlarla verimlilik artışları gerekiyordu.
Resmen “dengeli büyüme” olarak adlandırılan bu strateji kısmen başarılı, çoğunlukla da başarısız oldu. Bir kere büyüme yüzde yazde 5’e taşınamadı. Ortalama büyüme yüzde 3,2’de kaldı. Net ihracatın pozitif katkı yapması yani dengeli büyüme ise tüketim artışının fazlasıyla ılımlı olduğu düşük büyüme yıllarında (2012 ve 2014) gerçekleşti, büyümenin tüketim iştahından hız alarak nispeten yüksek olduğu yıllarda ise ( 2013 ve 2015) gerçekleşmedi. Devasa cari açık yüzde 5’in altına kadar geriletilebildi ancak yıl petrol fiyatlarındaki olağanüstü düşüş bu gerilemede hatırı sayılır bir rol oynadı. Reformlar ise yapılmadı, verimlilik artışı da tamamen durdu.
TÜİK’in bu hafta açıkladığı yıllık rakamlar 2015’in nispeten yüksek ama tipik bir dengesiz büyüme yılı olduğunu gösteriyor. 2014’te yüzde 1,3 artan özel tüketim yüzde 4,5 arttı. Yüzde 0,5 artan kamu harcamaları yüzde 7 arttı. Ne de olsa seçimler yılıydı. Yatırımlarda ise sınırlı bir canlanma oldu; artış yüzde 0,5’ten 2,7’ye yükseldi. Buna karşılık ihractaın yüzde 0,8 gerilemesi, ithalatın ise yüzde 0,3 artmasıyla net ihracat büyümeye negatif katkı yaptı.
Bundan sonra ne olur? Özel tüketim canlılığını düşük ücretlerdeki artışlar sayesinde koruyabilir. Yatırımlarda kısmi canlılık davam edebilir. Kamu harcmalarında ise mali disiplinde ipin ucunu kaçırmamak için frene basılacaktır. Gerek tüketim canlılğı gerek olumsuz dış koşullar net ihracatın yine negatif katkı yapacağına işaret ediyor. Hükümetin iddialı açıklamalarına rağmen siyaseten güç reformların referandum sınavı nedeniyle yapılabileceğini sanmıyorum. Örneğin kıdem tazminatı yine rafa kalktı. Vergi kaçağı ile ciddi bir mücadele de gündemde değil.
Sonuç olarak bu yıl da yüzde 4’e yaklaşan ama dengesizlik dozu daha yüksek bir büyüme bekliyorum. Ancak uluslararası kuruluşların ve kimi meslektaşların daha düşük büyüme beklediklerini de belirtmeliyim.