28 Kasım 2016

Ekonomide derin güven bunalımı

Bundan sonra Türkiye ekonominin nasıl bir cendere içine sürüklendiğini istatistikler yayınlandıkça göreceğiz

Her hafta ekonomik gidişata dair daha kötümser bir yazı yazmak zorunda kalıyorum. “Hainlik” yaptığımdan değil. Ekonomi gerçekten kötü gidiyor. O kadar ki, benim kötümserlik dozum gelişmelerin ima ettiği kötümserliğin gerisinde kalmaya başladı. 15 gün kadar önce bu işlerden anladığımı düşünen küçük işletme sahibi bir arkadaşım telefonda “Doların 3.40’a çıkacağı söyleniyor ne dersin” diye sorduğunda “O kadar yükseleceğini sanmıyorum” demiştim. Geçen haftayı dolar 3.45’ten kapattı.

Neyi hesap edemediğim, Türkiye ekonomisinin ne tür bir tehditle karşı karşıya olduğunu teşhis etme açısından önemli. Kendime o kadar da haksızlık etmeyeyim. İki hafta önceki yazımda (“Ekonomik krizin eşiğinde miyiz?”) döviz kurundaki hızlı yükselişin ekonomi yöneticilerimizim iddia ettiği gibi basit bir spekülatif hareket olmadığını esaslı temel nedenleri olduğunu hatırlattıktan sonra AB ilişkileri açısından kritik bir hafta yaşanacağını belirtmiş ve müzakerelerin askıya alınması yönünde gelişmeler olduğu takdirde ekonominin durgunluğa girmesinin kaçınılmaz olacağını savunmuştum.   

Ardından AB dışişleri bakanları, Avusturya hariç, müzakerelere devam dedi. Buna rağmen döviz yükselmeye devam etti. Bu gelişme belki o kadar şaşırtıcı değildi çünkü Merkez Bankası’nın o hafta yapacağı Para Politikası Kurulu toplantısında ne yapacağı belirsizdi. Geçen Pazartesi günkü yazımda (“Ekonomide alarm zilleri”) son dört ayda Türk Lirasının değer kaybının yüzde 14’ü geçtiğini, yükselen enflasyon ve bozulan bilançolar üzerinden ekonomide daralma yaşanmasının muhtemel olduğunu, bu koşullarda Merkez Bankası’nın faiz artırmaya cesaret edip edemeyeceğini göreceğimizi belirtmiş ve eklemiştim: “Merkez Bankası için zorlu sınav dönemi sonunda başlıyor”. Beklentim Merkez Bankası sınavı verdiği takdirde kurun sakinleşmesiydi.

Finans piyasası ekonomistlerinin büyük çoğunluğunun “faiz artışı yapılmayacak” (Bloomberg anketi) öngörüsüne rağmen Merkez Bankası haftalık repo faizini yüzde 7,5’ten 8’e gecelik faizi de yüzde 8,25’ten 8,5’e yükseltti. Bu hamle Merkez Bankası’nın banka sistemine verdiği ödünç paranın (ortalama fonlama faizi) maliyetinin hissedilir ölçüde artacağı anlamına geliyor. Ortalama fonlama faizi yüzde 7,8’e kadar gerilemişti. Cuma günü yüzde 8,05’e çıkarıldı. Yakında yüzde 8,5’e yaklaşır. Nereden baksanız en az 0,5 puanlık faiz artışı söz konusu.

Bana göre Merkez Bankası sınavı verdi. Koşullar gerektirdiğinde siyasal baskıya rağmen faizleri artırabileceğini gösterdi. Artışın çapı da göstermelik değildi. Ancak vahim olan şu ki bu “cesaret” kuru frenleyemedi. PPK’nın kararı açıklandıktan sonra 3,40 civarında seyreden dolar önce 3,37’nin altına geriledi ama çok geçmeden 3,47’ye kadar yükseldi, haftayı da 3,45’ten tamamladı.

Arada ne oldu da Merkez Bankası’nın faiz hamlesi havada kaldı? Bu konuda adeta görüş birliği var. Avrupa Parlamentosu’nun ezici çoğunlukla müzakereler askıya alınsın kararının döviz talebini azdırdığı iddia ediliyor. Doğrusu akıntıya kürek çekme pahasına bu izahatın beni tam olarak ikna etmediğini söylemeliyim. AP’nin böyle bir karar alacağı biliniyordu. Yani sürpriz yok. Piyasalar ne olacağını bilirlerse bunu önceden satın alırlar. Dahası AP’nin karar alıcı olmadığı, esas karar alıcı olan AB Konseyi’nin müzakereleri askıya almaya yanaşmayacağı da biliniyordu. Diyelim ki Avrupa parlamenterlerinin ezici bir çoğunlukla tasarıyı oylaması moralleri bozdu. Aslında bu da pek sürpriz değildi ama bir an için kabul edelim. Nitekim AB Komisyon başkanı Juncker AP kararının küçümsenmemesi gerektiğini söylüyor. Ama yine de kurun alıp başını gitmesinde bu ezici çoğunluk gerekçesi bana inandırıcı gelmiyor.

Ne oldu da düşüşe geçmiş olan kur yeniden yükselişe geçti? Bana öyle geliyor ki kur düşüşleri gerek yabancı gerek yerli yatırımcılar için TL varlıklardan kurtulmak için fırsat olarak görülüyor. Bu davranış ancak ekonomi yönetimine güvenin dibe vurmasıyla mümkündür. Bu durumda Merkez Bankası ağzıyla kuş tutsa para etmez. Ülke yönetiminin pusulayı şaşırdığı kanaati egemense ekonomi kurumları ve politikaları inandırıcılıklarını kaybederler.

Öyle anlaşılıyor ki dışa açık piyasa ekonomisinin temel kurallarının uzun süredir en üst düzeyde sorgulanıyor olması iktisat politikalarına olan güveni yerle bir etmiş durumda. Ne zamandır bilinmedik faiz teorilerine, bankalara komuta etme hevesine, ekonomik tehditleri ve riskleri popülist hamasetle karşılama kibrine, mülkiyet haklarının hiçe sayılmasına, hukuk devletinin tarumar edilmesine, başkanlık macerasına, Orta Doğu girdabına sonunda kapılmaya şahit oluyoruz.  Benim yeterince algılayamadım da sanırım bu gerçeklik oldu.

Bundan sonra Türkiye ekonominin nasıl bir cendere içine sürüklendiğini istatistikler yayınlandıkça göreceğiz. Ama şimdiden yüzde 16,5’e yükselen TL değer kaybının mevcut güven bunalımı ortamında çeşitli kanallardan ekonomiyi durgunluğa sürüklemekte olduğunu söyleyebilirim. Bu tehdidi ekonomi yönetiminde de görenler var. İzlenecek yol konusunda görüş ayrılıkları ve tereddütler su yüzüne çıkmaya başladı. Ama korkutucu olan bu değil. Esas korkutucu olan pusula şaştığında Türkiye’nin dışa kapalı bir komuta ekonomisine doğru savrulma ihtimali.


Not: Gelecek hafta izninizi istiyorum. 12 Aralık Pazartesi görüşmek üzere.

Yazarın Diğer Yazıları

Avrupa’da bireylerin yaşamdan en az memnun olduğu ülke Türkiye

TÜİK, “Ülkenin en önemli sorun sizce nedir?” diye sormak yerine, “Sizce ülkenin en önemli üç sorunu hangileridir?” diye sorsaydı acaba dış göç kaçıncı sırada yer alırdı?

İşsizlikte düşüşün endişe verici arka planı

İşsizlik oranının üç ay gibi nispeten kısa bir sürede 0,7 yüzde puan azalmasına sevinmek için istihdamda esaslı bir artıştan kaynaklanıyor olması gerekir. Oysa istihdamda üç aylık artış 123 binden, artış oranı da yüzde 0,4'ten ibaret. Bu yılın ilk üç ayından ikinci üç ayına istihdam artış oranı yüzde 2,3'tü. İstihdamın hız keserek duraklama eğilimine girdiği açıkça görülüyor

İkinci çeyrekte istihdam artışında tuhaflıklar

Kısacası, nereden bakarsanız bakın 2. Çeyrekte istihdam artışında özellikle de sanayi istihdam artışında bir tuhaflık olduğu aşikâr. İstihdam artışında bir tuhaflık varsa işsizlikteki azalmayı yorumlamaya değer mi? Ben değmeyeceğini düşünüyorum

"
"