Başbakan Davutoğlu’nun erken tasfiyesi siyaseti sarsmaya devam ediyor. Bu tasfiyenin nedenleri ve AKP iktidarının bundan böyle izleyeceği siyasette ne gibi değişiklerin ortaya çıkacağı en sıcak tartışma konusu. T24 bu bağlamda “Davutoğlu’nu kopuşa götüren 20 kriz” başlığı altında etkileyici bir döküm yaptı. T24 okurları mutlaka okumuşlardır, hatırlatmaya gerek yok. Dikkat çeken nokta Davutoğlu ile Erdoğan arasında ortaya çıkan 20 adet anlaşmazlığın tümünün siyasetle ilgili olması. T24’ün dökümü ekonomi konusunda bir anlaşmazlık olmadığı izlenimi veriyor.
Bu aldatıcı bir izlenim. Para politikası ile AB ilişkilerini de anlaşmazlık listesine dâhil etmek gerekiyor. Birkaç hafta içinde kurulacak yeni hükümetin bu iki konuda tamamen Cumhurbaşkanı’nın görüşleri doğrultusunda hareket etmesi çok muhtemel. Bu durumda Türkiye ekonomisinin AB ile üyelik müzakeresi, bağımsız merkez bankası ve mali disiplinden oluşan üç temel çıpasından ilk ikisinin taramaya başlaması kaçınılmaz görünüyor.
Başbakan Davutoğlu Merkez Bankası’nın izlediği para politikasına yöneltilen Cumhurbaşkanlığı kaynaklı şiddetli eleştirilere hiç açıktan karşı çıkmadı. Yatırımları canlandırmak için Merkez Bankası’nın faizi esaslı ölçüde düşürmesi gerektiği, enflasyonun da düşen faizleri izleyeceği iddiasına karşı hiç açıklama yapmadı ama bu görüşün doğruluğuna dair de tek söz etmedi hatta ima da bile bulunmadı. Bununla birlikte bazı davranışları ya da tercihleri faiz kavgasında hangi tarafta olduğunu tereddüde izin vermeyecek ölçüde görünür kılıyordu.
Ali Babacan’ı 1 Kasım seçiminde milletvekili olmaya ikna etmesi tutuğu tarafın ilk göstergeydi. Gerçi Babacan’ı ekonomiden sorumlu başbakan yardımcılığı görevine getiremedi ama yerine aynı görüşlere sahip Mehmet Şimşek’i getirmeyi başardı. Mehmet Şimşek 20 ay boyunca bir kez bile Saray’ın ekonomi tezlerini destekler mahiyette konuşmadı. Aksine yüksek enflasyonun büyük sorun teşkil ettiğini, düşürmek için ekonomik reformların şart olduğunu sürekli vurguladı. Durgunluk içindeki yatırımları canlandırmak için tasarrufları arttırmanın gereğinden dem vurdu. Bunun için de bireysel emeklilik, bireysel fonlara dayalı kıdem tazminatı gibi reformların yanı sıra doğrudan yabancı yatırımların başlıca etkeni olan AB çıpasının önemini savundu. Ne Davutoğlu ne de Şimşek yeni Merkez Bankası başkanından ^cesaret” beklediklerini söylemediler.
Öte yandan Merkez Bankası’nda görev değişimin gerçekleştiği 19 Nisandan bu yana yayınlanan resmi banka dokümanlarının (örneğin son enflasyon raporu) kanıtladığı gibi yeni başkan Murat Çetinkaya’nın mevcut para politikasını devam ettirmekten yana olduğu açıkça görüldü. Yeni başkanın aksi yöndeki bu cesaretini başbakandan ve ekonomiden sorumlu başbakan yardımcısından aldığını tahmin etmek çok zor olmasa gerek. Buna karşılık yeni başbakanın Saray’ın faiz politikasının savunucusu olacağından hiç kuşkunuz olmasın. Mehmet Şimşek’in yeni hükümette yerini koruyup korumayacağını şimdilik kestiremiyorum ama onun da tasfiye edilmesi sürpriz olmaz.
Davutoğlu başbakanlığı sürecince AB ile müzakere sürecini canlandırmak için büyük çaba sarf etti. Türkiye’nin AB üyeliğinin stratejik hedef olduğunu tekrarladı durdu. Vizenin kalkmasını ve yeni müzakere başlıklarının açılmasını hedefleyen Göçmen Geri Kabul anlaşmasını da kendi girişimiyle planladığı anlaşılıyor. Oysa Davutoğlu’nun başbakanlığı bırakma kararının üzerinden 24 saat geçmeden Cumhurbaşkanı AB’ye meydan okudu. AB Komisyonu 4 Mayısta vize serbestisi için terör yasasının AB standartlarına uydurulması koşulunu ileri sürmüştü. Bu çetrefilli konuda uzlaşma aramak pekâlâ yeni hükümete bırakılabilirdi. Ama Cumhurbaşkanı dayanamadı, “biz kendi yolumuza gidiyoruz, siz de kiminle anlaşırsanız anlaşın” diyerek restini çekti.
Bu çıkış vize serbestisinin ötesinde AB ile müzakere sürecinin de akamete uğrayacağının işareti. Uluslararası yatırım bankaları ardı ardına yatırımcılara Türkiye’deki pozisyonlarını azaltmaları tavsiyesinde bulunuyorlar. Commerzbank “Erdoğan’ın kenarda durduğu ve teknokratların ekonomiyi yönettiği yapının sürebileceğine inananlar cevaplarını aldı” açıklamasıyla bundan sonra neler olabileceğini veciz bir şekilde ifade ediyor. Morgan Stanley ise üç yeni riskten söz ediyor: Erken seçim, Batıyla ilişkilerin kötüye gitmesi ve yeni kabinede ekonomi yönetiminin değişmesi.
Önümüzdeki dönemde Merkez Bankası’na baskının artması ve AB ilişkilerinin dumura uğraması zaten bıçak sırtında duran Türkiye ekonomisinde döviz kurunu, enflasyonu ve piyasa faizlerini yükselterek yatırımları daha da zayıflatabilir. Yüzde 4 civarında tahmin edilen büyüme oranı da bundan nasibini alır. Sorun şu ki, Saray ve çevresi ekonomide kendine o kadar güveniyor ki ekonomiyi şaha kaldıracaklarından eminler. Artık önlerinde hiçbir engel kalmadığına göre buyursunlar ne yapacaklarsa yapsınlar.