"Herkesin malumu olduğunca" ifadesi son dönemde özellikle siyasilerin açıklamalarında sefahat içerisinde baş köşeye kurularak oturuyor... Sadece bizde değil dünya genelinde sağ popülist politikacılar 'herkesin malumuna' sırtını dayamış, rahatça ötekine, berikine saydırıyor. Oysa herhangi bir şeyin herkesin malumu olması sadece imkânsız değil, eşyanın tabiatına aykırı. Olsa olsa bir zümreye, bir siyasi görüşü destekleyen insanların bir kısmının malumu olabilecek şeyler bütününü herkese mal etmeye kalkarsanız dilin ötekileştirici yüzüne 'merhaba' demiş olursunuz, ki bu da 'ötekileştirmenin, karşı taraf yok sayarak duvara konuşmanın' kötü bir biçemi olarak karşınıza dikilir.
Şahsen ifadeyle bir derdim yok. Anlıyorum… Söyleyen için son derece rahatlatıcı, arkanı herkese yaslamanın konforunu taşıyor ve herkesin bildiği bir şeyi bilmeyenlerin panikle 'neyi kaçırdım acaba' demeye zorluyor. Ayrıca kimsenin birbirine dönüp 'benim malumatım yok. Kaçırdığım ne?' diyemeyeceği bir ortamda herkesin malumunu ifşa etmek kadar huzurlusu olmasa gerek.
Herkesin malumu ifadesine son olarak meslektaşım Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun'un sosyal medyada Başak Demirtaş'a yapılan çirkin saldırı ile ilgili yaptığı açıklamada rastladım. Ne diyordu Altun; "Oysa ki hakikati ve ahlaklı davranmayı her alanda savunanlar bizleriz. Terör örgütlerine sırtını dayayanları mağdur pozisyona iten bu ahlaksızların kimler oldukları ve neye hizmet ettikleri milletimizin malumudur. Bu noktada kimsenin kendine ahlaki üstünlük atfetmesinin ya da aşağılık kompleksine girmesinin bir anlamı yoktur. Gerçekler ortadadır… HAMDOLSUN, TEMİZ SİYASETİ, TEMİZ TOPLUMU SAVUNAN BİZİZ!" İfadenin geneline takılmadan bakarsak, yine bir malumatın tüm bir millet tarafından bilindiği var sayılıyor ve bir takım öteki güç odaklarına karşı bol ünlemli bir savunma yapılıyor. Bir de üzerine caps yani büyük harfler gelerek açıklama daha da gürültülü hale geliyor. Oysa siyasi iletişimde ünlem oranı arttıkça kitlelerin ilgisi artar gibi görünse de sürekli savunma odaklı ve bol ünlemli ifadeler, hemen her kesimde yılgınlık, yorgunluk yaratıyor. Ünlemli açıklamaların üzerine bir de 'herkesin malumu' geldiğinde bu tip açıklamalar azarlayıcı hitabet sanatına güzel bir örnek oluşturuyor…
Trump'ın ünlemsiz tweeti yok
Bu 'herkesin malumunu' kapsayan ünlemli ifadeler sadece bizim başımızda yok.. ABD Başkanı Donald Trump'ın ünlemsiz tweeti oldukça az… Mesajı ister savunma ister keyfi, ister açıklama odaklı, isterse ayar veriyor olsun hemen hepsinde ünleme ve yine bir kısmında 'herkesin malumunu' ifadesine rastlıyoruz. Öyle ki herkesin malumu ve ünlem birlerinden ayrılamaz, simbiyotik bir ilişki geliştirmişler gibi görünüyor. "Herkesin malumu olana karşı çıkmaya cüret edebilenin vay haline!" der gibi birbirlerini koruyup, kollayan bu ikilinin büyük kitleler üzerinde yarattığı etki ise metal yorgunluğundan hallice…
Siyasiler şunu atlıyor; cinsi ve uygulanan basıncın türüne göre metal yorgunluğunun ortaya çıkış süresi değişse de sonuç değişmez. Metal yorulur, tel aynı yerden büküle büküle sonunda kopar, hangi kesime ait olduğuna bakılmaksızın insan ruhu da yorulur, bir süre sonra iş göremez hale gelir. Yapılan açıklamaları okumaz, görmek, bakmak bile istemez… İşte geldiğimiz noktada bu denli aşınmadan, savunmadan, öfke dolu açıklamalardan sonra 'herkesin malumu' olan tek şey bana göre metal yorgunluğudur…
Hakikat sonrası siyaset böyle buyuruyor
Bu tip açıklamaların artık 'post truth politics', hakikat sonrası siyaset diyebileceğimiz bir kavrama ait olduğunu biliyoruz. Hakikat sonrası siyaset, kamu politikasını görmezden gelerek, duygulara hitap ederek ve olgularla desteklenmeyen bir mesajı tekrar tekrar öne sürerek siyaset yapma kültürüne deniyor. Bu cümleyi bir kez daha okuyun ve dünyanın karşı karşıya olduğu tehlikeyi bir kez daha iliklerinizde hissedin.
Oysa geniş kitlelerin histerisini, toplumsal cinnet hallerini destekleyen bir siyasi kültürün dinamiklerini ekenlerin ne biçeceği az çok 'herkesin malumu…'
Oldu mu şimdi? Anladınız mı? Anlamadıysanız sorun sizde.
Sizin dışınızda herkesin malumu çünkü.
Gerçekten de ifadenin öyle bir büyüsü var ki, egoyu da kabartan lezzetli bir ifade bu. Kasıla kasıla söylendiğinde daha da korkutucu oluyor. "Siz kimsiniz de herkesin bildiğini bir de sorgulama ihtiyacı içine giriyorsunuz???" diyor, sallanan bir el veya parmakla da desteklenirse de tadından yenmiyor.
Oskay'ın bizden beklediği
Ünsal Oskay özel bir adamdı… Sadece boyunu aşan kitapları değildi Oskay'ı özel kılan. Aurasıyla, bir sorusu veya kelimesiyle öğrencilerini farklı düşünmeye zorlar, bazen de açıkça önünüzde duran ama hiç farkında olmadığınız bir çözümü bulmanıza yardımcı olurdu. Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi Dekanlığı sürecinde de bir eğitim kurumunun yönetiminin 'iyi' ellerde olmasının her şeyi ne denli değiştirebileceğinin örneklerini bolca görecek kadar şanslı bir kuşaktık... Mesela öğrencilerine 'açık kapı' politikası uygulaması... Öğrencilerini bürokrasinin bezdiren prosedürlerine boğmaz, eğitimde ceberrutluğun yerinin olmadığını belli gün ve saatleri her talebimizi bizzat dinleyerek gösterirdi. Ötesine geçip felsefi sorularımızı da bizlerle konuşup tartışacak zamanı yaratırdı.
Bir iletişim profesyoneli olarak hakikat sonrası siyasetin türlü örneklerine doyduğumuz günlerden geçerken Ünsal Oskay'la bir anım geldi aklıma. Günün birinde izin isteyerek odasına girdim. Sigarası ağzında, bir şeyler yazıyordu. Şimdi hatırlamadığım bir sebeple ümitsizliğe kapılmıştım. Birileri birilerini yine yok sayıyor, diğeri ötekini öldürüyor, oluk oluk kan akıyor, bir türlü bitmiyordu… "Hocam haberleri gördünüz mü? Bu kadar kin, nefret, öteki varken nasıl düze çıkılacak?, Ne zaman 'iyi' olacağız?" diye sordum gençliğin verdiği öfkeli bir heyecanla…Kafasını kaldırıp, "Sizler iyi birer hikaye anlatıcı olduğunuzda işler düzelecek, birleştirmeye odaklanın" dedi, sonra da işine geri döndü.
O zaman pek anlamadığımı, bugün daha net görüyorum. Oskay'ın gazetecilik öğrencilerinden istediği insanların en kötü günde bile ayağa kaldıracak, birleştirecek, motive edecek, iyileştirici hikayeler anlatmasını sağlamaları ve bu hikayelerin yayılmasıydı. Kitleler arasında bir ortak kültürü şekillendiren, kimi zaman travmaları sağaltan, gerektiğinde düşündüren, gerektiğinde harekete geçmelerini sağlayacak hikayeler çevresinde birleştirmemiz, diğerini, berikini ötekileştirmek yerine, ünlemlerin yerini virgüllerin aldığı bir iletişimin kurulmasıydı.
Bugün toplumsal diyalogu güçlendirecek, insanların tekrar aynı masada oturmaya heves etmelerini sağlayacak hikayelere, anlatımlarla ihtiyacı var. Türkiye'de yaşayan 32 yaşın altındaki 40 milyon kişinin 'herkesin malumu' olanla pek işi kalmadı zira. Toplumun gerçeğin ama yalnızca gerçeğin aktarıldığı mecralara, bırakın herkesi, kimsenin malumu olmadığı varsayılarak yeni baştan bir anlatıma, umuda, birbirine tutunarak ayağa kalkmaya ihtiyacı var.
Ünsal Hoca da bugünün sahte haberlerle yaratılan 'sanal linç' kültürünü görse, körün gözle kutuplaşmasını izlese, siyasilerin açıklamalarındaki ünlem enflasyonlu tonu duysa bence daha da telaşlı olur; "hadi çocuk hadi, işine koyul..." derdi. Anısına saygıyla…