"Siz döndüğünüzde, çünkü döneceksiniz mutlaka,
Çiçekler olacak istediğiniz kadar yolunuzda"
Geçen hafta içinde kurultaydan sonra bir kez daha Ankara yolundaydım.
Bu yolculuklarda yeni moda seyri seferler VIP denilen araçlarla pek bi hoş oluyor.
Havalı yani!
Kapitalizmin popomuzu hoş tutan ayrıcalıklarını yaşadıkça vidalarımın da gevşediğini hissediyorum.
Şaka bir yana, yolculuğun keyifli olduğu bu araçlarda insan karşılıklı oturunca biri giderken diğeri geliyor gibi oluyor.
Dönüş yolunda bu garip yolculuk hâli, epeyce kafamı meşgul ettiği bilmem kaçıncı kilometrede, kolumun altında yaslı olduğum kitabın aklıma düşürdüğü cümleyi kuruverdim:
"Sen gideceğimiz yere bak, ben geldiğimiz yere."
Güldü karşımdaki siyasetçi dostum. O, aracımızın gittiği yöne bakıyor şekilde oturuyordu, bense diğer yöne.
Çokları için araç içinde gittiğin yerin aksi istikametine bakarak oturmak baş döndürücü ama benim için nedense o etkiyi yaratmıyor.
Bu anlarda düşünecek bir hayli şey buluyorum kendime…
Aşiyan'da Tevfik Fikret'in evini ziyarete gittiğimizde, bu evi gezerken anlatıcı akademisyen hanımefendi çalışma odasına geldiğimiz zaman bu odanın bir sihri olduğunu anlamamızı ister gibi her kelimeyi yavaş yavaş ve tane tane duymaya başlamıştık.
Evini kendisi tasarlayan Tevfik Fikret, çalışma masasını doğuya yaslamış, oturduğu yerden ise batıya açılan geniş bir kapı konumlandırmıştı.
Geldiği yeri unutanlar, geleceğe güvenle, umutla bakabilirler mi?
Göğsüme bir yumru gibi oturan yaslı olduğum o kalınca kitabı eli kalbinde değerli bir dost, Yıldırım Kaya vermişti.
Yıldırım yoldaşın tokalaşması bir başkadır, sıkıca kavrar ve kendine doğru çeker seni, hiç yadırgamadan çektiği yöne doğru güven içinde kendinizi bırakırsınız.
Öyle yaptı yine, yaklaştığımda sıkıca kavradığı elime tutuşturduğu bir kitaptı:
"Serdarım, bunu Mustafa'ya götür."
Abime daha vermedim kitabı, veremedim. Okuyamadım da.
Kapağını her açtığımda gözlerim doluyor, devam edersem boğulacağım.
"Umuyoruz ki 'Onların Anısına' albümünü okuyanlar geçmişin izini sürerken yitirdiğimiz devrimciler; gelecek için yol gösterici bir umut ışığı olmayı sürdürecek, o günlerin direncini bugüne ve yarınlara taşıyacaklardır."
Önsözü böyle bitiyor.
Beceremedik diye düşünüyorum bazen.
Savrulmalara, savrulanlara her defasında bir anlam yükleyip aslolanı kaçırmak bizimkisi.
Bazen de diyorum, kaybolurum kaygısıyla daha çok baktığımdan mıdır nedir; geldiğim yere, geriye güvenle bakarken ileriye tedirginlikle atıyorum adımlarımı.
Dupduru bir aydınlıkta alacaksınız eski yerinizi
Dert görmüş ellerinizden öpecek sıra sıra çocuklar
Ve çimen bürüyecek yorgun ayaklarınızın izlerini
Ve yatışmış yüreğini ezgiler dolacak, şarkılar.
Yazımın başında ve sonunda ikiye bölerek verdiğim kitabın arka kapağında bulunan Louis Aragon'a ait bu şiir, devrimcilerin ölümsüzlük şarkısı gibi.
Bir de önsözden çekip aldığım bir bölüm var ki tedirginliğimin pabucunu dama atmaya yetti.
Devrimciler; gelecek için yol gösterici bir umut ışığı olmayı sürdürecek.
Şu ittifak (ya da iş birliği) meselesini tekrar düşününce, meşru bir ittifak için; ışığı aradığımız yerde değil de bıraktığımız yerde bulacağımız öyle muhakkak ki.
"Onların anısına" saygıyla…
Eyvallah.
Serdar Gündoğ kimdir?
Serdar Gündoğ, Kayseri'nin Pınarbaşı ilçesinde doğdu. İlk ve Orta Okulu Ankara'da, Liseyi ise Aydın'da tamamladı. Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, İktisat Bölümünü İzmir'de bitirdi.
Türkiye'nin ilk haber portallarından bodrumhaber.com ve aynı adla yayımlanan günlük gazetenin genel yayın yönetmenliğinin ardından çeşitli yerel haber portallarında ve Posta ve Milliyet gazetelerinin eklerinde haftalık yazılar yazdı.
2009 yılından itibaren yerel ve genel seçimlerde kampanya yöneticiliği ve danışmanlıklar yaptı.
Çevre ve insan temalı farkındalık projeleri için fikir ve senaryolarına katkı sağladığı kısa filmler ve belgesellerin yapımcılığı yanında kültür ve sanat etkinlikleri de düzenleyen Serdar Gündoğ'un marka ve siyasi danışmanlıkları devam ediyor.
|