Türkiye nefesini tutmuş, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın vereceği müjdeyi beklerken, akıllarda aşı, pandemi yasakları, yüksek enflasyon, işsizlik gibi kısa vadeli sorunları çözecek, gelecek tasavvuruna kapalı, fani müjdeler vardı. Oysa Milli Uzay Programı Tanıtım Toplantısı'nda Cumhurbaşkanı Erdoğan, 10 uzay hedefini tek tek müjdeledi: "Uzay Programı'ndaki onuncu ve son hedefimiz bir Türk vatandaşını uzaya göndermektir. Dil bilimcilerimize bir çağrıda bulunuyorum; Gelin, Türk uzay yolcularına Türkçe bir isim bulalım. Tabii yalnızca dil bilimciler değil 83 milyon vatandaşımız da özgün fikirleriyle bu arayışa ortak olabilir."
Gerçi uzay, gelecek ve barış üzerine başladığı konuşmada Cumhurbaşkanı hangi ara, Fransa'ya geldi pek anlaşılmadı: "Temsil ettiğimiz medeniyetin dünyaya yeniden öncü olabilmesi, Türkiye'nin uzay yarışındaki kat edeceği mesafeye bağlıdır. İnsanlığın bir kısmının değil, tamamının barışa ve huzura kavuşması için medeniyetimizi yeniden şahlandırmak mecburiyetindeyiz. Asırlar boyunca topraklarına her ayak basan tarafından sömürülen Afrikalı kardeşlerimiz için bunu başarmak mecburiyetindeyiz. Şu anda bakıyorum da Fransa'nın başındaki zat durmadan bana saldırıyor. Senin benle ne işin var? Sen önce Cezayir'in hesabını ver. Senin büyüklerin Cezayir'de 1 milyon insanı öldürdü, onun hesabını ver."
TBMM'deki Dadaş, Gökdadaş, Cacabey tartışmalarını bir yana bırakalım ve somut gerçeklere dönelim!
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın iki hafta önce Tesla ve SpaceX'in kurucusu Elon Musk ile yaptığı telefon görüşmesi Milli Uzay Programı açıklamasıyla birleşince, uzay işlerindeki ortak Elon Musk mı olacak sorusunu getirdi akıllara ister istemez. Zaten Erdoğan, sosyal medya hesaplarından, "Sevgili kardeşim, bugün Tesla ve SpaceX'in Kurucusu Elon Musk ile bir telefon görüşmesi gerçekleştirdik. Görüşmede, Türkiye'deki kamu ve özel sektör kurumları ile şirket arasında uzay teknolojileri başta olmak üzere farklı alanlarda iş birliğine ilişkin hususları ele aldık" açıklamasını yapmamış mıydı? Durum ortada!
Hür ve bağımsız Amerika'dan
Kabul etmek lazım, bu açıklamasıyla Erdoğan'ın omuzlarında büyük bir yük binmiş oldu. Oysa Türkiye'nin uzayda temsiliyeti konusu taa 1969'da çözülebilirdi, hem de çözümün anahtarı Ankara'ya kadar gelmişti.
24 Temmuz 1969'da Ay'dan Dünya'ya geri dönen Apollo 11 astronotları Neil A. Armstrong, Michael Collins ve Edwin E. Aldrin bir iki ay dinlendikten sonra Amerikan rüyasının tanıtımı için uluslararası bir tura çıkarlar. Turun ayaklarından biri de Ankara'dır. 20 Ekim 1969'da bu efsane ekip ve eşlerini havaalanında Dışişleri Bakanlığı Genel Sekreteri Orhan Eralp, ABD Büyükelçisi Handley ve Enformasyon Dairesi Genel Müdürü Oktay İşçen karşılar. Gerçi uçaktan ilk inenler siyah gözlüklü, siyah takım elbiseli o günün söylemiyle "goriller" olur ama neyse. Ekip önce gazetecilere poz verir sonra da "Hür ve bağımsız Amerika'nın Devlet Başkanı'ndan hür ve bağımsız Türkiye'nin başkanına mesaj getirdik" açıklamasını yapıp Cadillac marka arabalarına binerler. Havaalanından kente yaklaştıkça yolun iki tarafında bekleyen ve tezahürat yapanların sayısı da hızla artar. Ulus-Sıhhiye-Kızılay-Bakanlık güzergahında ilerleyen konvoya ilgi o kadar fazladır ki trafik yer yer neredeyse durur. Tabii binlerce hayran arasında, "Ay'a gittiler, orayı da berbat ettiler," diyenler de vardır.
Konvoyun ilk durağı Anıtkabir olur. Anıtkabir bahçesi ise tam bir çocuk bahçesi gibidir. Milli Eğitim'in önceden gönderdiği genelgeyle 20 Ekim günü tüm öğrenciler tam kadro Anıtkabir'e getirilmiştir. Astronotlara çiçek verenlerle birlikte kravatlarını fırlatanlar da vardır. Ekip hem çiçekler hem de kravatlarla müzeyi gezerler. Anıtkabir şeref defterini, "Apollo 11 mürettebatı" imzasını kullanarak Armstrong imzalar ve konvoy yeniden yola düşer.
Neil A. Armstrong, Michael Collins ve Edwin E. Aldrin Anıtkabir'de.
Kaçırılan fırsat
Astronotlar akşamüzeri Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay ve Başbakan Demirel tarafından kabul edilirler. Sunay'ın eşi Atıfet Sunay, astronotlara, kendilerinin dünyaya döndüklerini duyar duymaz nasıl hüngür hüngür ağlamaya başladığını anlatır. Diplomasiyi aşan sıcak bir hava doğmuştur. İşte Türkiye'nin uzaya doğru adım atacağı muhteşem bir fırsatın başlangıcı.
Akşam Başbakan Demirel ve Nazmiye Demirel konuklarının onuruna Meclis tören salonunda bir yemek verirler.
Yerli yabancı pek çok konuğun katıldığı toplantıda, "Sizin işiniz de çok zor mister!" muhabbeti mutlaka yapılmıştır ama meselenin can alıcı noktasına CHP Genel Başkanı İnönü dokunur. Aldrin'in elini uzun süre ellerinin arasında tutan İnönü seyahatle ilgili muhtelif sorular sorduktan sonra, "Ay'da daha kolay yürümek için araba götürmeyi düşünmüyor musunuz?" diye sorar. Aldrin biraz şaşkın, "Çok iyi olur, herhalde gelecekte mümkün olabilir," cevabını verir. İşte tam da Süleyman Demirel'in araya girip, "Ben barajlar kralıyım, gerekirse çift yönlü otoban da yaparız," diyerek iki ülke arasında bir uzay ortaklığı kuracağı ancak kaçırılan an bu andır. Daha ülke 70 cent'e muhtaç hale gelmemiş, Merkez Bankası rezervleri suyunu çekmemiş. Yap girişimini, ortak ol uzaya. Erdoğan'ın on hedefinden dördüncüsü ne? Uzaya erişimi sağlamak ve bir uzay limanı işletmesi kurmak… Tam da Türkiye'nin yapacağı iş.
Amerika, Türkiye'nin desteğini almış olsaydı çoktan kolonileştirmişti Ay'ı; ne işe yarayacak dememek lazım, uzak görüşlü olmak şart. En azından muhaliflerini gönderip kurtulursun!
Demirel, 20 Ekim 1969'da Armstrong, Collins ve Aldrin'in ellerine birer gümüş leğen ve ibrik tutuşturup göndermek yerine geleceği düşünseydi şimdi Elon Musk'a mı kalırdık!