12 Aralık 2021

Hak yerim, yediririm!

Türkiye'de insan hakları eğitiminin verilememesinin en büyük nedeni, Yerli Malı Haftası. 1940'larda basit bir takvim hatası yapılmasaydı, bugün Batı bizi bir konuda daha kıskanıyor olacaktı.

10 Aralık 1968. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi'nin kabul edilmesinin yirminci yılında TBMM'de gündem beyannamedir. Önce Adalet Partisi Başkanı ve Başbakan Süleyman Demirel uzun bir konuşma yaparak günün anlam ve önemini anlatır:

"Vatandaşların korkudan ve yoksulluktan kurtulmuş olarak medeni ve siyasi haklardan serbestçe faydalanabilmeleri için gerekli ortamın ve şartların yaratılmasını, önemli bir hedef sayarız. Fakat her hedef gibi bunun da mevcut imkân ve kaynaklarımızın elverişliliği nispetinde gerçekleşebileceğini realist bir görüşle kabul etmek lâzımdır. (…)"

Demirel'in hemen ardından Türkiye İşçi Partisi Başkanı Mehmet Ali Aybar söz alır. TBBM Başkanı Ferruh Bozbeyli, çıkması muhtemel tartışmaları önlemek ve müesses nizamın fazla incitilmemesi için olsa gerek sık sık, "Sayın Aybar, müsaade buyurursanız bir noktayı hatırlatmayı faydalı telâkki ediyorum. Görüşmekte olduğumuz konu, yüksek malûmalinizdir ki, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi ile ilgili bir konu. Lütfediniz, bunu iç politikaya intikal ettirmeyelim, milletlerarası bir teşekküldür Birleşmiş Milletler..."

Aybar, uluslararası bir meseleyi "iç politika" meselesi yapmaya kararlı bir bozguncu olarak yine de konuşmasına devam eder:

"Vatandaş hiçbir vakit gerçekten kanun önünde eşit olmamıştır; eşit muamele görmemiştir. Ve hâlâ görememektedir. (…) Hükümet kapısında, devlet kapısında emekçi sınıfına mensup bir vatandaşımızla, bir işçi, bir köylü ile, servet sahibi, mevki sahibi bir vatandaşımız aynı muameleyi mi görür? Konuştukları dilden dolayı Doğulu vatandaşlarımıza baskı yok mudur? Alevî mezhebinden olan vatandaşlarımıza eşit muamele yapılmakta mıdır? Diyanet işleri teşkilatında Alevî vatandaşlarımız temsil edilmekte midir? Siyasi ve felsefi inançlarından dolayı vatandaşlarımız farklı muameleye maruz değil midir? Azınlıklara mensup vatandaşlarımız kendilerini ikinci derece vatandaş hissetmezler mi? Hayır! Bugünkü iktidarı suçlamıyorum yalnız. Gelmiş geçmiş bütün iktidarlar zamanında, bu hep böyle olmamış mıdır?"


Türkiye'de 10 Aralık İnsan Hakları günü, hak ve özgürlüklerin kutlandığı gün olmaktan çok, bugünün ihlallerinin sıralanması ve geçmişin hatırlatılmasıyla geçiyor. (Fotoğraf: Şengün Kılıç)

Takvimdeki büyük hata

Aynı oturumda üç farklı yaklaşım: "mevcut imkân ve kaynakların elverdiği ölçüde realist" insan hakları, konu iç politikayla değil, Birleşmiş Milletler'le ilgilidir ve hak ihlalleri hükümetlerle değil, devletle ilgilidir. Konuyu böyle özetlediğimizde insan hakları konusunda, beyannamenin imzalanmasının üzerinden geçen yetmiş üç yılda pek bir şey değişmemiş gibi görünüyor. Dün, yeni Türkiye Barolar Birliği (TBB) başkanı seçilen Erinç Sağkan'a, "neden böyle" diye sordum, "Hükümetler, özgürlük ve güvenlik denkleminde güvenliği önceleyerek sonuç üretiyorlar. Bu da iktidarların kendi yürüttükleri güncel politikalarda insan haklarını feda etmeleri sonucunu doğuruyor," yorumunu yaptı. Yeni partiler iktidara henüz hiç gelmedikleri için onları saymıyorum, CHP, AKP ya da MHP'nin ortak noktalarının insan hakları ihlallerini desteklemek, en azından sessiz kalmak olmasını da bir yerlere not etmek lazım. Bu arada dün TBB yönetim devir teslim törenine "Birlik eski Başkanı" Metin Feyzioğlu katılmayarak bir ilke daha imza atmış oldu. Kırılmak, gücenmek yok denir oysa.

Neyse, biz şu insan haklarındaki korkunç karneden yıllardır neden kurtulamıyoruz konusuna dönelim. Sorumluluğun büyük ölçüde, tek parti dönemi Recep Peker hükümetine ait olduğu kanısındayım. Peker ve hükümeti bir takvim hatası yapmasaydı, yetmiş üç yılda hak ve sorumluluğunu bilen vatandaşlar yetişirdi kuşkusuz.

1946'da, 12-18 Aralık tarihleri arasında Yerli Malı Haftası kutlanması kararını alan hükümet, 10 Aralık 1949'da Birleşmiş Milletler'in İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi'ni kabul edeceğini bilemezdi kuşkusuz ama küçük bir ayarlama yaparak ileride doğacak karmaşayı önleyebilirdi. Gerçi, 6 Nisan 1949'da Peker Hükümeti, "İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi'nin Resmî Gazete ile yayınlanması yayımdan sonra okullarda ve diğer eğitim müesseselerinde okutulması ve yorumlanması ve bu Beyanname hakkında radyo ve gazetelerde münasip neşriyatta bulunulması" kararını almıştı ama yerli malıyla insan hakları arasındaki seçimde, malı tercih etmişti. Hadi o yıllarda yapılmadı bu ayarlama, peki 1983'te, Bülend Ulusu hükümetine ne demeli? Haftanın adını Yerli Malı Haftası'ndan Tutum, Yatırım ve Türk Malları Haftası'na değiştirirken yapamaz mıydı bu değişikliği? Yazarken fark ettim, 12 Eylül 1980 askeri darbesinden sonra başbakan olan eski bir asker olarak Ulusu'dan, insan hakları konusunda bir şeyler yapmasını beklemek sanki biraz tuhaf oldu.


60'lı ve 70'li yıllarda, çocukların günün anlam ve önemine göre giyinmesi ve rontlara katılması kutlamaların olmazsa olmazıydı.

İktidarların siyasi yönelimlerine göre her türlü resmi bayram ve anma haftalarında istedikleri gibi değişiklik yaparken sadece Yerli Malı Haftası'na dokunmamaları da ilginç. Sebze-meyveyi bile yurtdışından ithal eden memlekette yerli üretim kalmamışken bu hafta toptan da kaldırılabilir aslında. 1950'lerde öğrenci olanlardan hâlâ ilkokulda çocuğu olan arkadaşlara kadar kalabalık bir arkadaş grubu arasında yaptığım dev kamuoyu yoklamasında, tanıdıklarımın tamamının insan hakları eğitimiyle olmasa da bu haftayla ilgili bir anısı olduğunu fark ettim. Benim bile meyve kostümünde katıldığım bir tören mevcut. Pandemi öncesine kadar okullarda ciddi faaliyetler yapılmaya devam ediyor gördüğüm kadarıyla.

12-18 Aralık için kentlerdekilerden köylerdekilere kadar her okulda bu haftayı kutlamak için hazırlanan öğretmenlere bir de 10 Aralık da insan hakları etkinliklerini yüklemek, bunun eğitimini vermek olacak şey mi?


Yıl, 2019. Pandemi öncesi kutlanan yerli malı haftalarında gördüğüm kadarıyla çocuklar artık tuhaf meyve-sebze kıyafetleri giymiyor.

Numunelik insan hakları programı

İnsan hakları konusunda devlet eliyle hiçbir şey yapılmaz derken biraz hak yemiş olabilirim. TBMM'de arada sırada beyanname yıldönümlerinde yapılan konuşmalar dışında televizyonun iletişim dünyasına katılmasıyla numunelik olarak bir insan hakları programı yapılmış mesela. 1974'te TRT Eğitim Kültür Şubesi, beyannamenin kabul tarihinde bir program yapar. Programın konuğu, anayasa hukuku profesörü Mümtaz Soysal'dır. Burada küçük bir parantez açmam lazım. TRT'nin özerkliğinin yerle yeksan edilmesinden sonra her iktidar değişiminde genel müdürlerin de değiştiği ortamda pek çok çalışan gibi, bahsettiğim programın yardımcı yapımcısı da TRT'deki sendikal çalışmaları nedeniyle Şaban Karataş imzasıyla kurumdan atılır. Danıştay kararıyla geri dönen program yardımcısı, Doğan Kasaroğlu döneminde ise Trabzon'a, muhasebe bölümüne sürülür, "artık ayrılma zamanı geldi," der ve TRT'den ayrılır.

Ne tuhaf ki, insan hakları dendiğinde, aklımıza hangi haklarımız olduğu ve bunları nasıl içselleştirip kullanabileceğimiz değil de ihlaller geliyor. Bugünün Türkiye'sinde bir 10 Aralık İnsan Hakları Günü'nü daha geride bırakırken durumu en iyi özetleyen haber aynı gün Yeni Akit gazetesinden geldi: "Cezaevinde beslenen bir terörist daha öldü!"

Tüm bunların sorumlusu, hak yerine malı tercih eden Peker hükümeti ve ondan sonra gelen tüm hükümetler.

Yazarın Diğer Yazıları

Otomobil uçar gider

1960’larda dede Turan Feyzioğlu’nun makam aracı en az yirmi yaşındaki Chevrolet SW iken, 2000’lerde torun Metin Feyzioğlu’nunki sıfır yaşında Volkswagen 2.0 TDI idi. Türkiye’nin makam aracı itibarı tam çözülmüşken nereden çıktı bu tasarruf tartışmaları

Dağlılar’dan Yaylacılar’a

Muhalefet zor, parti içi muhalefet daha zor, lidere karşı çıkmak ise çok çok zor ve de bir kişinin ne kadar keskin muhalefet yaptığı bir ölçü değil… Örneğin; bir bakanlık kaptı mı, partisinin en önde savunucusu olabilir!

Diyarbakır ilçe, Van belde olsun

Bir yerde seçim mi kaybettin, eskiden olsa illiğini elinden alır, rütbesini ilçeliğe indirirdin! Neyse ki Türkiye büyük bir gelişme kaydetti de sadece seçilenin mazbatasını vermeyerek iş hallediliyor. Peki fatura kime kesilecek? Onun da kolayı var: Sarol Formülü!