09 Ocak 2021

Fesat odağı üniversite

Hükümetlerin üniversitelerle gerginliği bir türlü bitmiyor.  27 Mayıs 1960 askeri darbesinden sonra 147 akademisyen, 12 Eylül 1980 darbesinden sonra (ilk etapta) 73 akademisyen üniversitelerden tasfiye edilirken, yakın zamanda "Bu suça ortak olmayacağız" bildirisini imzalayan 2212 akademisyen aynı akıbete uğradı. Boğaziçi Üniversitesi rektörlüğüne yapılan tepeden atama ise üniversite-siyasetçi ilişkisinde yeni bir perdenin açıldığını gösteriyor

İngiliz Başbakanı Boris Johnson, Oxford Üniversitesi Rektörü Lord Patten'i görevinden alıp yerine kayınçosunu atasa ya da Amerikan Başkanı Donald Trump, Harvard Üniversitesi Rektörü Lawrence Bacow'un yerine Harvard mezunu damadı Jared Kurshner'in sınıf arkadaşını atasa ne olurdu? Chomsky istediği kadar iktidarların sinirlerini zıplatacak açıklama yapabilir kürsüsünden, üniversitesine dokunmak kimin haddine! Fantezi dünyası işte, kapısına kelepçe vurulan üniversitelerin olduğu bir ülkede insanın aklından neler geçmiyor…

Hükümetlerin siyasi meşrebi ne olursa olsun, üniversitelerle hesapları bir türlü bitmiyor. Siyasi eğilimlerin etkili olduğu nokta, belki sadece müdahalenin şekli ve dozajı. Askeri darbe sonralarında üniversiteden uzaklaştırılan akademisyenleri bir yana bırakırsak, Türkiye'nin en eski geleneklerinden biri "akortsuz ses veren" akademisyenleri yargıya havale etmek.


Kapısına kelepçe vurulan Boğaziçi Üniversitesi, ülkenin politikacı-üniversite ilişkisinin geldiği son nokta

Bozguncu ODTÜ

Kuruluşundan itibaren Ortadoğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) ve efsane rektörü Kemal Kurdaş, özellikle 60'lı yıllar boyunca Adalet Partisi hükümetlerinin hedefinde olmuştur.

Kurdaş, 1966 yaz aylarında ODTÜ'nün eğitim dilinin İngilizce olmasına olanak sağlayan yasal maddelerin değiştirilmesi için çok ciddi bir kampanya yürütür. Yerli ve millî olmayan bu girişim ciddi tepkiyle karşılaşır. Dönem gazetelerine bakıldığında, 21 üyesi olan TBMM Milli Eğitim Komisyonu'nun 15 üyesinin bu konuda iş birliği kararı aldığı, hatta bu konuda çalışacaklarına dair Kuran üzerine el basarak yemin ettikleri yönünde kulis bilgileri görülüyor. Kurdaş'ın İngilizce eğitim galibiyetinin maliyeti ise biraz ağır olur; ODTÜ Mütevelli Heyeti'ne AP eğiliminde isimler girer.

Heyetin dokuz üyesinden beşi yeni heyette de vardır ancak dört yeni üye girmiştir. Yeni listede adı olmayan eski üye Daniş Koper, Kurdaş'a, "Paşam, beni listeye aldıktan sonra çağırdılar ve 'Seni listeye koyduk ama bilesin, rektörü oradan uzaklaştıracaksınız, sen de bu kararı destekleyeceksin,' dediler. Ben de, 'Kurdaş'a karşı bir harekete kesinlikle katılmam, adamın hizmetlerini görmüyor musunuz?' dedim ve istifa ettim, listeye benim yerime bir başkasını koymuşlar," der. Yeni listede ek olarak İhsan Doğramacı, Şaban Karataş, Orhan Oğuz, Mustafa İnan, Ahmet Tokuş vardır.

Politikacıların üniversiteleri ele geçirilmesi gereken merkezler olarak görmesi de ciddi bir gelenek memlekette.


Kurdaş ve Süleyman Demirel’in 50’li yıllara uzanan dostluğuna rağmen, özellikle ODTÜ döneminde sık sık karşı karşıya kalırlar. Kurdaş tanışma dönemini şöyle anlatıyor: "O zaman Süleyman Bey, Teknik Üniversite'de öğrenci. Başka öğrencilerle birlikte bizim eve gidip gelmeye başladı, çok derin bir çocuk, hepimiz de çok sevdik onu. Öğrenci ama bize söylediği laflar çok derin, çok güzel. O zaman da biraz toplu, hatta şişmancaydı. Bunlar okuldan kaçarlar, akşam zayıf olanlar okula pencerelerden geri girer, bu giremezdi. Onun için bize gelirdi, biz de onu misafir ederdik."
(Fotoğraf: Demirel'in, İTÜ'de öğrencilik yılları)

Hükümeti protesto edemezsin

Görece özgürlükçü 1961 Anayasası ile gelen bahar havası sendikalardan sivil topluma pek çok alanda etkisini kısa sürede göstermişti. 1965 genel seçimlerinde Adalet Partisi'nin (AP) yüzde 52,9'la iktidara gelmesiyle özgürlük budamaları da başlamış oldu. AP'nin 61 Anayasası'nı budama çalışmalarına en büyük tepki de doğal olarak üniversiteler, sendikalar ve sivil toplumdan geldi. Daha sonra 1971 muhtırasından sonra anayasadan çıkartılacak olan pek çok hak ve özgürlük ilk olarak AP hükümeti tarafından Meclis'e getirilmişti. Değişiklik paketinin pek çok alt başlığı var ama konumuz itibariyle şu başlıkları sıralayabiliriz: Üniversitelerin özerkliğinin azaltılması, TRT'nin özerkliğinin kaldırılması, memurların sendika haklarının iptali, Anayasa Mahkemesi'ndeki davalara tüm partilerin iptal davası açması yerine sadece TBMM'de grubu bulunan partilerin açabilmesi ve hak ve hürriyetlerin sınırlandırılması için gereken koşulların daraltılması…

Üniversitelerden açıklama

Konu üniversiteler olunca bu son madde özellikle önemli bir nokta. 1967 Mart ayı geldiğinde siyasi partiler, basın, sendikalar, üniversiteler, sivil toplum dernekleri, kısaca milli ve yerli olmayan odaklar, hükümetin Meclis'ten geçirmeye çalıştığı Temel Hak ve Hürriyetler Kanunu'na karşı ayaklanmış durumda. O zamanlar henüz vakıf üniversiteleri yok, devlet üniversitelerinin tamamına yakını gazetelerde Meclis'ten geçirilmek istenen kanunu protesto eden bir bildiri yayımlar.

ODTÜ'nün yayımladığı protesto metninin altında 81 öğretim üyesinin imzası vardır. İşte bugüne uzanan akademisyene soruşturma geleneğinin en nadide örneklerinden biri bu dönemde yaşanır.

ODTÜ İdare Müdürü Sadun İllez sıkıntılı bir suratla, Rektörü Kemal Kurdaş'ın odasına girer. "Efendim, bu sabah mütevelli heyeti üyemiz Şaban Karataş Bey beni aradı. Bildiriye imza atan 81öğretim üyemiz hakkında tahkikat yapacakmış, benden bir oda, bir daktilo, bir de sekreter istedi. Kendisine, Rektör Bey'e sormadan yapamam dedim" der. Şaban Karataş, 1966'da ODTÜ Mütevelli Heyeti'nde AP tarafından görevlendirilmiştir. Kurdaş, "İstediği hiçbir şeyi vermeyeceksin. Ona mukayyet ol, üniversitede hiçbir şey yapmasın. Söylediklerimi ona aynen tekrar et ve söyle, hemen beni görsün" cevabını verir. Kurdaş'ın en büyük korkusu, bu soruşturma isteğinin medya ve öğrenciler tarafından duyulmasıdır. Zaten ayakta olan öğrencilerin böyle bir haberle neler yapabileceğini düşünmek bile ürpermesine yetmiştir.

Bu görüşmeden kısa süre sonra Karataş, Kurdaş'ı ziyarete gelir. Kurdaş, öğretim üyelerinin anayasal haklarını kullandıkları, bu hareketin haksız ve hukuk dışı olduğunu, böyle bir hareketin üniversite çevrelerinde, özellikle de öğrenciler arasında duyulması durumunda neler olabileceğini anlatır. O gün Karataş bir cevap vermese de konunun peşini bırakmaz ve mütevelli heyeti başkanlığına (6 Nisan 1967) bir soru önergesi verir.

Önergede şöyle demektedir: "1- Temel Hak ve Hürriyetleri Koruma Kanunu hakkında yayınlanan bazı gazetelerde ve TRT bülteninde de yer alan bildirinin tam metni. 2- Bu bildiriye imza koyan 81 üyenin a) isimleri ve unvanları, b) görevleri, c) varsa eserleri. 3- Bildiride yer alan düşünceler hakkında üniversite rektörünün görüşü."

22 Mayıs'taki mütevelli heyeti toplantısı yoğun bir tartışmayla geçse de heyetten soruşturma izni çıkmaz. Toplantıya katılan yedi üyenin altısının oyuyla, soru önergesi reddedilir. Tek kabul oyunu veren Karataş kararı, "Kararın tamamına muhalifim" notuyla imzalar.

Milliyetçi Cephe Hükümeti döneminde, İsmail Cem'in görevden alınmasından sonra TRT Genel Müdürü olarak atanan Karataş'ın görev yaptığı bir yıl, hem onun hakkında hem de onun TRT personeli hakkında açtığı davaların gölgesinde geçti. Danıştay, atanması hakkında yürütmeyi durdurma kararı alırken, CHP de TRT Seçim Kurulu'na atamanın hukuksuz olduğu yönünde başvuruda bulundu. İnceleme neticesinde, Karataş'ın atama kararı iptal edildi. Aynı yıl, Karataş'ın yürüttüğü soruşturmalar neticesinde görevinden alınan ya da görev yerleri değiştirilen TRT personeli de Danıştay'a yaptıkları başvuruların sonuçlarını alarak görevlerine döner. Hey gidi TRT!

Yazarın Diğer Yazıları

Otomobil uçar gider

1960’larda dede Turan Feyzioğlu’nun makam aracı en az yirmi yaşındaki Chevrolet SW iken, 2000’lerde torun Metin Feyzioğlu’nunki sıfır yaşında Volkswagen 2.0 TDI idi. Türkiye’nin makam aracı itibarı tam çözülmüşken nereden çıktı bu tasarruf tartışmaları

Dağlılar’dan Yaylacılar’a

Muhalefet zor, parti içi muhalefet daha zor, lidere karşı çıkmak ise çok çok zor ve de bir kişinin ne kadar keskin muhalefet yaptığı bir ölçü değil… Örneğin; bir bakanlık kaptı mı, partisinin en önde savunucusu olabilir!

Diyarbakır ilçe, Van belde olsun

Bir yerde seçim mi kaybettin, eskiden olsa illiğini elinden alır, rütbesini ilçeliğe indirirdin! Neyse ki Türkiye büyük bir gelişme kaydetti de sadece seçilenin mazbatasını vermeyerek iş hallediliyor. Peki fatura kime kesilecek? Onun da kolayı var: Sarol Formülü!