İstanbul Ekonomi Araştırma'nın yaptığı bir çalışmaya göre, "halkın yüzde 69,2'si Koronavirüs salgınının yaratmış olduğu ekonomik etkileri azaltmak adına da olsa, IMF'den borç alınmasına karşı çıkıyor". Eh, pek de haksız sayılmazlar, özellikle 1970'lerden bu yana alınan her kredinin geri dönüşü sosyal devletten bir adım daha uzaklaşılması, vatandaşın biraz daha fakirleşmesi yani kuzu kuzu "acı reçete"deki ilaçların içilmesi oldu. Ancak ilginç olan, tüm faturanın IMF'ye kesilirken alınan kredilerin, -tabii ondan önce Hazine'deki paraların- nerelere gittiğinin hiç sorgulanmaması.
Her mahallede olmasa da milyonerler oldu
IMF kuruluş yasasının dördüncü maddesi gereği, üye ülkelerin mali yapısını ve finansal politikalarını yıllık olarak değerlendirir ve bir rapor hazırlar. Bu raporu hazırlamak için, başta hükümet ve merkez bankası yetkilileri olmak üzere, milletvekilleri, iş dünyası temsilcileri, sendikalar ve sivil toplum temsilcileriyle görüşür. İşler yolunda giderken bu görüşmeler ve raporlar pek kimsenin umurunda olmaz ama hazine tamtakır, döviz rezervleri de negatife düştüğünde kızılca kıyamet kopar. Artık "acı reçete" vakti gelmiştir. Türkiye'nin IMF ile bir dargın bir barışık ilişki tarihi 47'de başlasa da çatışmalı süreç Demokrat Parti'nin ilk döneminin ikinci yarısında ilk işaretlerini verir.
Demokrat Parti "Her mahallede bir milyoner," vaadiyle ezici bir çoğunlukla iktidara geldiğinde, Türkiye'nin 450 milyon doların üzerinde döviz rezervi ve altını, buna karşılık da 100 milyon dolar dolayında bir dış borcu vardır. Ancak 1954 yılına gelirken her mahallede olmasa da geleceğin milyonerleri yavaş yavaş belli olmaya başlar; popülist politikalarla döviz rezervlerinde ciddi bir azalma olur ve dış borç arayışları da hızlanır.
1952'de Maliye Müfettişliği'nden Hazine Genel Müdür Yardımcılığı görevine getirilen ve 27 Mayıs askeri darbesinden sonra Maliye Bakanı olan, IMF ile de ilk kredi anlaşmasını da imzalayan Kemal Kurdaş, bu dönemi şöyle anlatıyor: "O dönemde zengin adam politikacıya hulul edip ithalat yapan adamdı. Çünkü resmi kur olan 2,80 liradan ithal ettiğiniz malı piyasa 10'a satıyor, zengin oluyordunuz. Menderes döneminin en karakteristik vasfı, ithalat talebinin yüksekliği ve ithalat yapma şansına eren ithalatçıların hoop diye zengin olmalarıdır. Mesela, memleketin tanınmış tüccarları, odalar birliği başkanları falan, Menderes'e gelirler ve Menderes'ten önemli miktarda döviz tahsisi alırlardı. Mesela bir tanesi şöyleydi: Bir şirket, Zonguldak kömür madenlerinde kullanmak için Finlandiya'dan direk getirecekti. Şirketin sahibi, ihaleyi aldıktan sonra Menderes'e gitmiş, 'Şu ihaleyi aldım, bana şu kadar milyon dolar tahsis edin, ithal müsaadesi verin, döviz verin,' gibi isteklerde bulunmuş. İhale tutarına bakıldığında, direkler için çok çok yüksek fiyat koyduğu görülüyor: Bir dolarlık bir direk, 15 liraya geliyordu neredeyse. Yani, büyük kârı var. Kârın bir kısmını partiye bağışlamış. Sonra bu iş adamı hakkında, 'Asil adam, partimize çok düşkün bir adam. Desteklenmesi gerekiyor bu milletin istikbali için' gibi şeyler söylendi." Yani bugüne has değil, devlet garantili zenginlik!
Tek parti döneminin hantal, sevimsiz bürokrasisi ile Demokrat Parti'nin ergen şımarıklığının uyumsuzluğu bariz biçimde ortadayken Kurdaş, IMF'nin onuncu yıl toplantısını İstanbul'da yapmak gibi kulis çalışmasına başlar ve başarılı da olur. IMF heyetinin yıllık toplantısını İstanbul'da yapacağı haberi bugünkünden farklı olarak büyük bir başarı olarak günlerce gazetelerin birinci sayfasında yer alır.
Toplantı için yeni otel
IMF heyetinin eşleri ve sekretaryalarıyla birlikte katılacağı için organizasyon zorludur; gazetecilerle birlikte bine yakın insan gelecektir İstanbul'a. Öncelikle bu kadar insanın İstanbul'da kalacağı standartta otel yoktur. Hilton'un inşaatı bitmek üzeredir ama herkesi oraya yerleştirmek mümkün değildir. E, onca maliye bakanı, merkez bankası başkanına, "Gelin de Mülkiye yatakhanesinde kalın!" denemeyeceğine göre, alternatifler aranır. Kurdaş, o sırada Vehbi Koç'un otel yapma niyetinde olduğunu duyar ve hemen bir görüşme ayarlar. 1955 Ağustos'undan önce bitirmesi şartıyla, döviz de dahil bütün ihtiyaçlarını sağlanacağı garantisiyle Vehbi Koç'la anlaşma yapılır ve Divan Otel'in inşaatı başlar. Kurdaş, "O kalitede bir inşaat çok zordu, çünkü her şey dışarıdan geliyordu. Vehbi Bey bize liste veriyor, biz o listeyi usulen nafıaya gönderiyoruz, gerçekçi mi bu liste diye. Hakikaten zamanında bitirdik oteli ve böylece Hilton ve Divan gibi iki otel oldu elimizde," diye anlatıyor o dönemi. Neyse ki müşteri garantisi verilmemiş o dönem!
İki yıl hazırlan, bir günde uçsun
IMF tarihinde muhtemelen birbirinden beter yüzlerce felaket vardır ancak 1955'te, onuncu yıl toplantısı belki de en unutulmazlarından biri olacaktır. Yabancı gazetecilerin de aralarında bulunduğu konuklar 5 Eylül'den itibaren İstanbul'a gelmeye başlar. Hazırlık Komite Başkanı Kemal Kurdaş, İstanbul Tali Komite Başkanı ise Meduh Aytür'dür. Konuklar ilk gün otellerine yerleştirilir, program verilir ellerine. Her şey tıkır tıkır işlemektedir.
Amerikan Hazine Bakanı John W. Snyder ve eşini Yeşilköy Havaalanı'nda Kemal Kurdaş karşılıyor.
Sekretarya için birkaç gemi kiralanıp Galata rıhtımına bağlanmıştır. 6 Eylül'de, toplantının başlamasından bir gün önce konukların çoğu son hazırlıklar için kendilerine ayrılan kamaralarda harıl harıl çalışmaktadır. Akşama doğru işlerini tamamlayıp dışarı çıktıklarında ellerinde sopalarıyla dükkanların camlarını indiren bir kalabalıkla karşılaşırlar. IMF görevlileri 6-7 Eylül pogromunun içinde kalmışlardır. O sırada Aytür, Yeşilköy'den aldığı Fransa Başbakan'ı Pierre Mendès-France'ı Galata'ya yeni getirmiştir. Daha arabadan inmeden çevrelerini saran kalabalık arabanın üzerine çıkınca Aytür çareyi gaza basmakta bulur; değerli konuğunu bir motor bularak Üsküdar'a kaçırır.
7 Eylül'de İstanbul Üniversitesi'nde yapılacak olan yıllık toplantı için bir araya gelen davetliler, ısrarla toplantının iptalini isteseler de Kurdaş'ın ikna çalışmaları sonuç verir ve toplantı yapılır.
1955’de "gizli" olmayan IMF toplantısı İstanbul Üniversitesi’nde yapıldı.
6-7 Eylül'de İstanbul, iki uluslararası toplantıya daha ev sahipliği yapar: Milletlerarası Kriminal Polis Komisyonu -Interpol'ün atası- 24. Genel Kurulu ve UNESCO Beynelmilel Hukuki İlimler Cemiyeti Kongresi.
İki yıllık hazırlıktan sonra ve onlarca görüşmeden sonra ne mi olur? Toplantıdan yaklaşık bir yıl sonra Türkiye, IMF ile ilk stand-by anlaşması için anlaşır. Ancak, daha anlaşma yeni sağlanmışken anlaşmanın devalüasyonu da içerdiği anlaşılınca ortalık birbirine girer ve stand-by iptal edilir.
6 Eylül 1955'te önce öğle haberlerinde radyoda, Selanik'te bir bomba patladığı haberi verildi. İstanbul Ekspres akşam baskısında "Atamızın evi bomba ile hasara uğradı" manşeti attığında 6-7 Eylül pogromu da başlamış oldu. Resmi rakamlara göre, üç kişi öldü, 30 kişi yaralandı ve 60 kadın tecavüze uğradı ancak gerçek rakamlar bilinmiyor. Olaylarda, 4 bin 214 ev, 1.004 işyeri, 73 kilise, bir sinagog, iki manastır, 26 okul ile aralarında fabrika, otel, bar gibi yerlerin bulunduğu 5 bin 317 mekân tahrip edildi.
Borç bitmişti ama…
1960'lardan itibaren tüm hükümetlerin kendi sorumluluklarını bir kenara bırakıp devletin ekonomik çöküşünün, sosyal devletin ruhuna Fatiha okunmasının nedeni olarak gösterdiği IMF yine gündemimizde. Gerçi Cumhurbaşkanı Erdoğan, "IMF'ye son taksiti ödeyip borç defterini kapattık… IMF bizden borç istedi, verin dedim!" dedi ama milletin ağzı torba değil ki büzesin, yine bir IMF dönemi açılacak diyenlerin sayısı gittikçe artıyor.
Avrupa Birliği'nin Türkiye ile ilişkilerinin de incelendiği aralık ayı liderler zirvesinde konu yine gündeme geldi. Alman Sosyal Demokrat Avrupa Parlamenteri İsmail Ertuğ, "İktidarın ne kadar zor bir durumda olduğunu, ekonomik olarak çöküşün eşiğinde olunduğunu, gizli gizli IMF ile görüşmeler yapıldığını biliyoruz," diyordu.
Sadece iktidar mı, muhalefet de "gizli gizli" görüşüyordu, şu habis kurumla! Geçtiğimiz yıl eylül ayında, IMF heyeti gözlem görevini yerini getirmek üzere geldiği Ankara'da, hükümet yetkilileri, sivil toplum örgütleri ve parlamenterler ile bir araya geldi. Heyet, CHP ve İyi Parti temsilcileriyle Hilton'da görüşünce kızılca kıyamet koptu. AKP, "CHP tabii ki görüşme yapabilir ama neden bunu otel odalarında gizli kapaklı yapıyor," demişti. "Otel odası" tabii biraz şüphe uyandırıyor!