"Çok iyi hatırlıyorum; biz, 10 kuruş için yedi ay grevle karşı karşıya kaldık. Fabrikalar işgal edildi. İşçilerin bir bölümü çalışmak istedi. Bir bölümü de çalışmadı. 1970'li yıllarda buna benzer sıkıntıları hep yaşadık. Bir 10 kuruş nedeniyle grevle karşı karşıya kalmıştık, ama 25 yıllık çalışanlarımızla hiçbir sorunumuz olmamıştır. Her zaman veren olduk. Çalışanlarımızın haklarına ve hukuklarına saygı gösterdik. Söz konusu yedi aylık grev büyük bir deneyimdir. O gün bugün sorunlarımızı anlaşarak, uyuşarak çözme gereğine inandık. Kâmil Bey de babam da hep anlaşmadan, uzlaşmadan yanadırlar. Derler ki: 'Gereken ne ise onu yapın. Bir ortak yol bulun ve uzlaşın!' Bizim kurum politikamız budur. Rekabet hele yıkıcı rekabet, hepsine ben sahip olayım, karşımdakini silip süpüreyim, yok edeyim… türünden bir düşüncemiz yoktur. Biz o vahşi kapitalizmden her zaman uzak durmuşuzdur."
Tuncay Özilhan, babası İzzet Özilhan'ın hayatını anlatan İzzet Özilhan: Bir Hayat Hikayesi kitabında böyle söylüyor. Özilhan ailesinin, işçilere 10 kuruşluk zam yapmamak için yedi aylık grevi göze almaları ile "vahşi kapitalizmden uzak durmuş" olmaları arasında sanki biraz çelişki varmış gibi geliyor ama öyle diyorlarsa öyledir. Yine de 10 kuruşluk zam için yedi aylık grevi göze alan İlhan ailesinin, Migros işçilerinin dört liralık (rakamla 4 TL) zam talebi için dünyayı yakacaklarını düşünmemek biraz saflık…
Migros'un deposunda çalışan işçilerin 4 TL'lik zam talebinin kabul edilmemesi üzerine başlayan eylemlerde 257 işçi işten çıkartıldı. Tuncay Özilhan'ın evinin önünde yapılan eylem ise işçilerin kelepçelenerek gözaltına alınması ile sonuçlandı. Son durumda, Migros işçilerinin gözaltına alınmasının kamuoyunda tepki çekmesi üzerine, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Vedat Bilgin, işçilerin şikayetleri ile ilgili soruşturma başlattıklarını duyurdu. Bakalım Migros'ta mutlu son olacak mı ancak yukarıdaki fotoğraf, dönemin simgesi olarak hafızamıza kazındı.
Tek çare darbe
Özilhan'ın kâbus yılları ilan ettiği 70'li yıllar, işçiler için de cennet olmasa da bugünle kıyaslandığında yine de bir nebze nefes alınan yıllardı. Netekim, 12 Eylül 1980 askeri darbesinin lideri Kenan Evren, 16 Ocak 1981'de, Adana'da yaptığı bir konuşmada, sefil alt sınıfın darbeci bir generalden nasıl daha yüksek ücret alabildiğine hayıflanıp, durumu şöyle anlatıyordu:
"İstanbul'da bir otelde, otelin ismini vermeyeceğim, çalışan metrdotelin maaşı, aldığı ücret 100 bin lira. Eline geçen 57 bin lira. Benim elime geçen 40 bin lira. Sayın vatandaşlarım, bu adalet değildir. Bir otelde, diğer bir otelde çalışan şef garsonun eline geçen net 47 bin lira, diğer bir garsonun o otelde eline geçen net para 36 bin lira. Başka bir otelde 35 bin lira. Başka bir otelde 30 bin lira, bunlar eline geçen net paralar. Ayrıca, bahşişler buna dahil değil. Ondan sonra, tutuyorlar bunları yapanlar, karşımıza geçip sosyal adaletten bahsediyorlar. Bu mu sosyal adalet?"
Burada DİSK ve DİSK'e bağlı sendikaların hedef alındığını söylemeye gerek yok sanırım.
Darbenin ilk bir yılında bütün grevlerin yasaklanıp, ne kadar muhalif varsa toplanıp hapishanelere doldurulmasıyla sıra tabii ki işçi haklarının budanmasına geldi. Daha TARİŞ olaylarının acısını böğründe hisseden darbe yöneticileri budama işlerine Kamu İktisadi Teşebbüsleri'nin (KİT) yönetiminde yer alan işçileri temizleyerek başladılar işlerine. Ele alınan ilk KİT ÇAY-KUR oldu.
Eski Deniz Kuvvetleri generali Bülend Ulusu başkanlığında kurulan hükümetin hazırladığı ve Danışma Meclisi'ne görüşülmek üzere gönderdiği Çay Kurumu Kanunu, 12 Eylül'den başlayıp bugüne uzanan işçi düşmanı yapılanmanın en iyi örneklerinden. Danışma Meclisi'ndeki görüşmelerde kurum yönetimindeki işçi temsilcisinin çıkartılıp, üretici temsilcisinin de Ziraat Odaları tarafından seçilerek yönetimin güçlendirilebileceği görüşünü en canhıraş biçimde savunan Kâzım Öztürk olur. 12 Eylül 1980 askeri darbesi sürecinde Danışma Meclisi'ne Millî Güvenlik Konseyince üye seçilen Öztürk, Danışma Meclisi Başkanlık Divanı İdare Amiri olarak da görev yapar. Hazırlanan kanun tasarısının "e" bendi Öztürk'ün içine dert olmuştur:
"Kanunun tümü üzerindeki konuşmamda arz ettiğim gibi, bu bir prensip, bir ilke meselesidir. Geçmişte örneklerini yaygın biçimde gördüğümüz hükümetlerin değişmesi halinde, hükümet, genel müdürü, genel müdür iki yardımcısını değiştiriyor, ama yedi kişiden oluşan yönetim kurulunda (bir tanesi üretici temsilcisi, biri işçi temsilcisi, diğer ikisi de bakanlık temsilcileri). Bu iki temsilciyi değiştirme imkânı bulunmayınca, dört kişi üç kişinin kararlarına aykırı kararlar alabiliyor. Böylece KİT arabası yerinde saymaktadır. (...)"
Danışma Meclisi'ndeki tüm tartışmalara ve beş üyenin şerhine rağmen, işçi ve üretici temsilcileri e bendinde kalır. Şimdi sıra cuntacı paşalardadır.
Onlar bir kesmiş, biz iki keselim!
En kaba komedi türündeki Milli Güvenlik Konseyi ÇAY-KUR görüşmesinde, işçi ve üretici temsilcisinin yönetim kurulunda olmasıyla ilgili konuşmalara bir göz atalım:
"Evren: Yönetim Kurulu üye sayısı 9'dan 7'ye indirildi, dediniz; bu iki tanesi nereden çıkarıldı?
Kurmay Albay Cumhur Evcil: Sayın Başkanım, eski kanunda 9 idi. Bu 2 kişi, Çay Üreticileri Yardımlaşma Kooperatiflerinin kuracakları Kooperatifler Birliğinin kendi aralarından seçecekleri 2 üye idi; bu kaldırılmış, hükümet teklifinde de öyle gelmişti. Bir de ayrıca Türkiye Ziraat Odaları Birliğinin seçtiği üye var idi; bu üye de işçi temsilcisi ile değiştirilmiştir.
Evren: Kim seçecek o işçi temsilcisini? Bu sendika mı seçecek?
Orhan Yüzbaşıoğlu: (Gümrük ve Tekel Bakanlığı Temsilcisi): Evet Sayın Başkanım, iş yerindeki sendika seçecek.
Evren: Orada çalışan işçiler sendikalı mıdır?
Yüzbaşıoğlu: Evet.
Evren: Şimdiye kadar yoktu. Niye onu çıkardık bunu koyduk?
Yüzbaşıoğlu: Yoktu, Sayın Başkanım. Bu şöyle: 440 sayılı Kanun işçi çalıştıran KİT'lerde işçi temsilcisinin de yönetime katılabileceğini hükme bağlamış olduğundan, böyle bir yola giderek bunu koyduk.
Oramiral Nejat Tümer: Efendim, bu konuda yaptığımız incelemede görüyoruz ki, zaten Danışma Meclisi Malî İşler Komisyonunun beş üyesi bu konuda karşı oy kullanarak, bu işçi temsilcisinin katılmasına karşı çıkmışlar. Diğer uygulamalarda da görüyoruz ki, bu 440 sayılı Kanunun böyle «olabilir» demesiyle, yönetime katılmış olan birçok işçi temsilcileri sonra büyük problemler yaratmakta ve müessesenin çalışmasına çok ters etkilerde bulunmaktadırlar. Bunlar vakıa ile malum. Şimdi, bu kadar karşı oy olmasına rağmen ve diğer sayılan altı üyenin hemen hemen hepsinin kararname ile atanan kimseler olmasına rağmen, kanun içeriğinde bunların yine aynı yoldan görevleri değiştirilebileceği ifade edildiği halde, işçi temsilcisi burada nasıl değişecek? Eğer bu temsilciler yönetim kurulunda bir hizmetin aksamasına neden oluyorsa, onun yerine nasıl yenisi gelecek? Bunlar hiç belirtilmemiş.
Binaenaleyh, sermayesi 10 milyara çıkmış bir müessesede hakikaten bir işçi temsilcisinin bulunmasına hiç lüzum yok. Binaenaleyh, ben tamamen karşıt oylara uyarak maddenin (e) fıkrasındaki işçi temsilcisinin çıkarılmasını arz ve teklif ederim efendim.
Evren: Evet, ne diyorsunuz?
Orgeneral Nurettin Ersin: Evet, doğru.
b (Millî Güvenlik Konseyi Genel Sekreteri) — Buna rağmen, Danışma Meclisi kabul etmiş efendim.
Evren: Danışma Meclisinin Genel Kurulunda kabul edilmiş.
Üruğ: Hem Hükümet tasarısında da var; muhalefete rağmen, Danışma Meclisli kabul etmiş. Binaenaleyh, bizim komisyonumuz da her halde hem hükümete hem Danışma Meclisi'ne uyarak, «7 üye» olarak kabul etmiş. Gerçekte, Sayın Deniz Kuvvetleri Komutanımız haklıdır.
Evren: Efendim, hiç ilgisi yok; fabrika işçisi için yapılmıyor bu kanun. Bu, çay üreticileri için yapılan bir kanundur. Çay üreticilerinden bir temsilci olsa kabul ederim; ama ben bunu fabrikada çalışan bir işçi için yapmıyorum ki.
Orgeneral Tahsin Şahinkaya: Sonra bu öyle bir kurum ki, sermayesi tamamen Devlete ait ve 10 milyar liradır.
(…)
Tümer: Beş kişiden müteşekkil diyelim...
Evren: Hayır, yedi idi, 6 olur. Onu çıkarırsak, 6'ya iner. Beş kişiye indirecek olursak, kimi çıkaracaksınız?...
Tümer: Altı üye olsa, olmaz mı?
Evren: İşte o zaman çift oluyor, rey durumu oluyor. Hep tektir, 3, 5, 7 diye gider. Katılmayan olursa, o zaman çift olduğunda o zaman o geçerli olur; ama genel olarak hep tek üye olur.
(…)
Evren: Şimdi, Deniz Kuvvetleri Komutanımızın teklifi; bir genel müdür ve bir genel müdür yardımcısı olsun, ondan sonra işçi temsilcisi bir üye de çıksın ve beş üyeye insin, şeklindedir.
Bu teklif üzerinde söz almak isteyen var mı efendim?.. Yok. O takdirde bu teklifi oylarınıza sunuyorum efendim: Kabul edenler... Etmeyenler... Kabul edilmiştir."
İşçi temsilcilerinin KİT'lerin yönetim kurullarından çıkartılmasıyla sonuçlanan bu tatlı ve de koyu sohbetlerden bugünlere geldik. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, hafta başındaki kabine toplantısı sonrasında, temel gıdada KDV'nin yüzde 8'den yüzde 1'e indirildiğini söyledikten sonra, "Fedakârlığı sadece devletten beklemek ne gerçekçidir ne hakkaniyeti sığar ne de sürdürülebilirlik ilkesine uyar," demişti. Gerçi Erdoğan'ın bu sözle marketleri işaret ettiği söyleniyor ama söz konusu fedakârlık olduğunda iş dönüp dolaşıp çalışanlara geldiğine göre şüphelenmekte haksız sayılmayız. Karşıda 10 Kuruş için yedi aylık grevi göze alan bir blok var.