Türkiye’de eğitim konusunu, eğitimin temel bileşenleri arasında yer alan öğretmen, finansman, okul yönetimi, eğitim ortamı, öğrenciler, sınav sistemi gibi çeşitli yönlerden ele almak mümkündür. Ama öncelikle üzerinde durulması gereken, temel yapısal sorunlardır. Bunların başında kuşkusuz eşitsizlik ve düşük nitelik sorunları gelmektedir. Birincisi, eğitim sistemi eşitsizlikleri azaltarak fırsat eşitliğini yaygınlaştırmak bir yana toplumsal eşitsizlikleri daha da artırmakta ve içinden çıkılması zor hale getirmektedir. İkincisi, eğitimde düşük nitelik sorunu Türkiye’nin zenginlik ve refahın kaynağı haline gelen vasıflı işgücü yetiştirme konusunda çok yetersiz kalmasına yol açmaktadır.
Eşitsizlik
Eşitsizlik bireyin hangi ailede ve nerede dünyaya geldiği, anne-babanın eğitim ve gelir durumu, cinsiyeti gibi koşullara bağlıdır. Uzmanlar Türkiye’de yoksulluğun en önemli kaynağını annenin eğitimsiz olmasıyla açıklamaktadır. Eğitimi olmayan yoksul bir annenin çocuğu büyük olasılıkla hayat boyu yoksul kalmaktadır. Türkiye’de çocukların dörtte biri yoksul, yarıdan fazlası dezavantajlı konumdadır. Aile bütçesi ve devletin eğitim desteği bu çocukların eğitim ihtiyaçlarını karşılamaktan çok uzaktır. Türkiye’de doğumdan gelen eşitsizliklerin etkisini azaltan güçlü bir sosyal devlet anlayışı mevcut değildir. Sonuçta çocuklar eğitime eşit koşullarda başlayamamakta, çoğu geriden gelmektedir.
Okul öncesi
Çocukların bilişsel, duygusal ve fiziksel öğrenme yetisinin en yüksek olduğu dönem okul öncesidir. Okul öncesi eğitim alan çocuklar daha uzun süre okulda kalmakta ve çalışma yaşamında daha başarılı olmaktadır. Okul öncesi için önceden koyulan tam okullaşma hedefi 4+4+4 sisteminin getirilmesi ile yavaşlamış, yüzde ellilerde kalmıştır. Okul öncesi eğitime erişemeyenlerin çoğunluğu dezavantajlı çocuklardır. Bu dezavantajlı çocuklar henüz ilk basamakta temel bir yapısal eşitsizlik sorunu ile karşı karşıya kalmaktadır.
İlk ve ortaöğretim
İlk ve ortaöğretimde eşitsizlikler üç ana kaynaktan beslenmektedir: İkili eğitim, özel eğitim ve okul türü farklılıkları.
İkili öğretimde çocuklar bir yanda daha zayıf eğitim almakta diğer yanda sosyal ve fiziksel aktivitelerden mahrum kalmaktadır. İkili eğitim, dezavantajlı çocukların çoğunluğu oluşturduğu yoksul semtlerde ve kırsal bölgelerde daha yoğun olarak uygulanmaktadır.
Devlet tarafından teşvik edilen ve desteklenen özel okullara (yüzde 12,8) devlet öğrenci başına yılda 2.860-4.000 lira arasında yardım yapmaktadır. Özel okulların Türkiye’nin gelişmiş bölgelerinde, büyük kentlerde ve varlıklı semtlerde toplanmış olması eğitimde eşitsizliğin açık bir kanıtıdır. AKP hükümetleri imam hatip okullarını kollamaktadır. Ancak bu okulların dışında kalan devlet okullarında onarım, bakım, temizlik, beslenme gibi temel ihtiyaçlar dahi yeterince karşılanamamaktadır.
Üçüncüsü ve en önemlisi okul türleri arasındaki farklılık ve eşitsizliktir. Varlıklı aileler çocuklarını prestijli gördükleri akademik nitelikli okullara (fen liseleri, sosyal bilimler liseleri, köklü Anadolu liseleri vb.) göndermektedir. Bu okullarda öğrenci başarısı, öğretmen donanımı, okul güvenliği daha yüksektir. Sosyal ve sportif faaliyet olanakları daha zengindir. Öğrenciler okulu daha fazla sevmekte ve kendilerini okula daha fazla ait hissetmektedir.
Eğitim kademeleri arasındaki geçişi belirleyen ve son günlerde gündemden düşmeyen sınav (TEOG) ve yeni önerilen yerleştirme sistemleri eğitimde eşitsizliği daha da derinleştirmektedir.
Dezavantajlı çocuklar genellikle düşük prestijli okullara yerleştirilmektedir. Bu okullar ağırlıkla çok programlı okullar, meslek okulları ve alt yapıları daha iyi olsa da imam hatip okullarıdır. Bu okullarda okuyan dezavantajlı çocuklar eğitimin ileriki aşamalarında diğerleri kadar başarılı olamamaktadır. Öğrenciler hastalık, şiddet ve güvenlik gibi sorunlarla daha fazla karşılaşmaktadır. Okullarda kütüphane, atölye, laboratuvar, araç gereç, malzeme, spor salonu donanımı daha zayıftır.
Mesleklerinde ilerleyemeyeceklerini düşünen dezavantajlı çocuklar okulda aktif ve etkili olmanın yararına inanmamaktadır. Okula ilgi duymamakta, kendilerini okula ait hissetmemektedir. Nitekim bu okullarda devam, sınıf tekrarı, erken ayrılma gibi erişim sorunları en yüksek düzeydedir. Devamsızlık mesleki ve teknik ortaöğretimde yüzde 40, imam hatip okullarında yüzde 31’dir.
Açıkça görüldüğü gibi eğitim süreci toplumsal eşitsizliklere yeni boyutlar eklenmesine yol açmaktadır. Çocuğun geleceği ve toplumdaki statüsü de bu eşitsiz eğitim yapısı tarafından şekillenmektedir.
Düşük nitelik
Eğitimde nitelik zayıflığı, öncelikle eğitime ayrılan kaynakların kısıtlı olması ile ilgilidir. Günümüzde tüm ülkelerde bilgi ekonomisine geçişi hızlandırmak için eğitime daha fazla kaynak ayrılmaktadır. Bu nedenle eğitimde başarı geçmişe değil, diğer ülkelere bakarak ölçülmelidir. Nitekim AKP iktidarının büyük başarı olarak gösterdiği okullaşma oranı artışları dahi Güney Kore ve Estonya bir yana, Çin, Brezilya ve Arjantin gibi benzer ülkelerin bile gerisinde kalmaktadır.
İkincisi, MEB’e ayrılan bütçe 2017’de artmamış, 2018 yılında toplam bütçeden eğitime ayrılan pay yüzde 13,1’den yüzde 12,1’e düşmüştür. Zaten çok düşük olan MEB yatırım bütçesi 2017 yılında yüzde 8,51’den bu yıl yüzde 8,36’ya gerilemiştir. Daha da önemlisi milli gelirin ancak yüzde 3’ünü eğitime ayıran Türkiye, bütçede eğitim payı itibarıyla dünyada 132. sıradadır.
Müfredat sorunu
Düşük nitelik sorunu maddi kısıtların yanı sıra eğitimin içeriğinden de kaynaklanmaktadır. Eğitim müfredatı erdemli, vasıflı ve gelişmiş ülkelerdeki yaşıtları ile aynı düzeyde donanıma sahip yurttaşlar yetiştirmeyi hedeflemelidir. AKP’nin müfredat anlayışı bu hedeflerle ne ölçüde uyumludur?
Önce öğrencinin düşünce yetisini ele alalım. Yüksek düşünce yetisine sahip bir öğrencide şu özellikler aranmaktadır: Doğru ve güvenilir bilgiye ulaşabilme; bilgiyi işleyebilme; yeni fikirler üretebilme; grup çalışması yapabilme; kendini sözlü ve yazılı olarak iyi ifade edebilme; teknolojiyi iyi kullanabilme. Düşünce yetisi gelişmiş bir öğrenci, bir veriyi yorumlarken önemli ile önemsizi ayırt edebilmeli; farklı seçenekleri değerlendirebilmeli; yaptığı seçimi gerekçelendirebilmelidir. Kısacası eleştirel düşünebilmeli, sorun çözebilmeli ve bilgiyi sentezleyebilmelidir.
Oysa on beş yıllık AKP iktidarının sonunda, uluslararası ölçümler öğrencilerimizin üst düzey düşünme süreçlerinde ciddi sorunlar yaşadığını göstermektedir. Öğrencilerimiz hangi faktörün belirleyici olduğunu saptama, farklı bilgileri karşılaştırma ve sonuç çıkartabilme becerileri konusunda yetersiz kalmaktadır. Olguları ve fikirleri ezberleyerek aktarabilmekte ama kullanmakta zorluk çekmektedir.
Müfredatla ilgili ikinci önemli konu değerler ve davranış biçimleridir. Çağımızda öne çıkan değerler arasında insan hakları, barış, hoşgörü, cinsiyet eşitliği, farklılıklara ve çevreye saygı gelmektedir. Eğitim, özgürce tartışabilen; otoriteleri sorgulayabilen; dünyaya açık; farklı insanlarla birlikte çalışabilen aktif yurttaşlar yetiştirmelidir.
AKP iktidarı ise tam tersine tutucu, otoriter ve ataerkil değerleri öne çıkaran bir müfredat oluşturmuştur. Tek din ve tek doğru ekseni üzerine oturtulan din eğitimi tarafsız, nesnel, çoğulcu nitelikte değildir. Ahlaki eğitim bazı değerlerin ezberlenmesi ya da anlamlarının öğrenilmesi ile sınırlı tutulmuştur. Eğitim sistemi AKP’nin liderine ve ideolojisine boyun eğen, ama farklı insanlara saygılı, onlarla birlikte çalışan değil, onlara boyun eğdirmeye çalışan insanlar yetiştirmeyi hedeflemektedir.
Temel eğitim
Bilgi ekonomisinde teknolojiler, vasıflar ve meslekler hızla değişmektedir. Bu nedenle genç kuşakların yeni meslekler edinebilmek için hızlı öğrenme yeteneğine sahip olmaları gerekmektedir. Erken yaşlarda henüz bir temel eğitim formasyonu kazanmadan meslek alanlarına yönlendirilen öğrenciler sonunda vasıfsız işgücüne dönüşmektedir.
Yeni sanayiler ve gelişen sektörler artık dar anlamda uzmanlaşmış kimseler yerine eleştirel düşünebilen, sorun çözme yetisi gelişmiş, yaratıcı ve iletişim becerilerine sahip elemanlar talep etmektedir. Yani dar uzmanlık vasıfları değil, dönüştürülebilir beceriler aranmakta ve bu nedenle mesleki eğitim artık ileri yaşlara bırakılmaktadır. Dördüncü sanayi devriminde (4.0) kaybolan istihdamın yüzde 80’i düzeyinde yeni istihdam yaratılacaktır. Bunlar daha yüksek vasıf gerektiren yeni işler olacaktır. Yeni istihdam koşulları dönüştürülebilir beceriler gerektirirken Türkiye’de 4+4+4 sistemi ile müfredat ayrıştırılmış, meslek eğitimi ikinci dört yıllık kademenin içine kadar çekilmiştir. Bu durumda Türkiye değil vasıfsız işgücü yetiştiren, işsizler ordusunu büyüten bir ülke olacaktır. Bu eğilimi başta PISA skorları olmak üzere eğitimin çıktılarını ölçen nesnel değerlendirmeler açıkça ortaya koymaktadır.
PISA’da düşüş
PISA, fen, matematik ve okuma alanlarında eğitimde başarıyı ölçmektedir. Türkiye 2015 yılında 72 ülke arasında matematikte 49, okumada 50 ve fende 52. sırada yer almıştır. Üstelik 2012 ile 2015 arasında 25-50 puan arasında değişen kayıplar olmuş, PISA skorları AKP öncesi dönemin altına düşmüştür.
PISA, öğrencileri en başarılıdan en başarısıza doğru altı grupta toplamaktadır. Birinci kademede hiç öğrencimiz yoktur. İkinci kademede ise yok denecek kadar azdır. Dünyayı ve teknolojiyi dönüştüren yaratıcı ve yenilikçi işgücünün çoğunlukla bu iki kesimde yer alan öğrenciler arasından çıkacağı düşünülmektedir. Açıkça görüldüğü gibi eğitim sistemimiz bu kesimde yer alacak işgücü yetiştirme konusunda başarısız kalmaktadır. Dahası Türkiye üçüncü basamakta da gerilemektedir. En alt iki kesimde yer alan öğrencilerimizin oranı ise yüzde 43’e ulaşmaktadır. Bu durumda olan öğrencilerin toplumsal hayata aktif katılım göstermek için ihtiyaç duyulan temel becerilerden yoksun olduğu kabul edilmektedir. Söz konusu öğrencilerin ezici çoğunluğu dezavantajlı okullarda okuyan öğrencilerdir.
PISA skorları çok çarpıcı bir başka gerçeği ortaya koymaktadır. Öğrencilerimiz, fen öğrenme isteği, fen öğrenmekten aldıkları zevk ve fen ile ilgili faaliyetlere katılım bakımından dünyada ilk onda yer almaktadır. Böyle olmakla birlikte MEB, fen alanında ve genel olarak PISA’da başarı gösteren fen, sosyal bilimler ve Anadolu liselerinin değil, düşük başarı gösteren meslek okullarının ve imam hatiplerin sayılarını artırmaktadır. Siyasi iktidar, öğrencileri fen eğitiminin geri planda kaldığı okullara gitmek zorunda bırakmaktadır.
Vasıflı işgücü?
Eğitimdeki düşük nitelik sorunu ekonomide yaratıcılık, yenilikçilik ve teknolojik gelişme sorunlarıyla doğrudan ilgilidir. 2016 yılında Türkiye’ye verilen toplam patent sayısı 1878 iken aynı yıl IBM’in aldığı patent sayısı 8888, Samsung’un aldığı patent sayısı ise 5518’dir. İhracatta imalat sanayi yüksek teknoloji ürünlerinin payı yüzde üçlerde gezinmekte, yüzde dört seviyesine dahi ulaşamamaktadır.
Türkiye’de bugün işgücünün yarısı zaten vasıfsızdır. Hâlihazırda ortaöğretim çağındaki çocukların yüzde 17’si tamamen okul dışında kalmakta, yüzde 18’i ancak açık öğretime devam etmektedir. Okula devam eden öğrencilerin çoğu ise nitelikli eğitim alamamaktadır. Buradan da anlaşılacağı gibi eşitsizlik ve düşük nitelik Türkiye’nin gelişmesini ve ilerlemesini sağlayacak vasıflı işgücü yetiştirilmesi imkânını büyük ölçüde ortadan kaldırmaktadır.
Üstelik dördüncü sanayi devrimi yeni alanlarda ve daha yüksek vasıflı işgücü talep ettikçe, vasıfsız işgücü oranı daha da yukarılara doğru çıkacaktır.
Türkiye rekabet gücü itibarıyla dünyada 73. sırada bulunmaktadır. AKP iktidarında on iki basamak geri gitmiştir. Gerilemenin başlıca nedenlerinden biri eğitim sisteminin yetersizliğidir. Dünya Ekonomik Forumu Rekabet Raporu’na göre 140 ülke arasında Türkiye eğitim kalitesi genel sıralamasında 95, matematik ve bilimde 103. sıradadır. Bu eğitim sistemi ile Türkiye’nin vasıflı işgücü yetiştirmesi, teknoloji üretmesi, katma değeri yüksek üretim yapması mümkün değildir.
Kaybeden Türkiye
Eğitimde sorunların ağırlaşmasının başlıca nedeni AKP iktidarının eğitime bakışı ve uyguladığı eğitim politikalarıdır. Kuşkusuz her siyasi iktidar eğitime kendi değerlerini yansıtmak ister. Ama sorun bu düşünce ve değerlerin çağın değişme ve gelişme doğrultusu ile uyumlu olup olmadığıdır. Türkiye’de eğitim sisteminin temel sorunu AKP iktidarının, çoğu durumda bir kişinin isteklerine bağlı olarak ve tepeden inmeci bir anlayışla sisteme dayattığı, çağımızın temel dinamikleriyle bağdaşmayan zihniyet, değer ve uygulamalarıdır. Eğitimin oy devşirmeye yönelik, kısa dönemli parti çıkarlarına alet edilmesidir. Örneğin, Diyanet İşleri Başkanlığı ve din eğitimine ayrılan bütçe eğitim yatırımlarına ayrılan bütçenin tam bir buçuk katıdır. Buna rağmen veliler çocuklarını AKP’nin yönlendirdiği okullara göndermek istememektedir.
Üstelik AKP, eğitim sisteminin altını üstüne getiren tüm dayatmalarına rağmen siyasal olarak istediği sonucu da elde edememektedir. Partinin genç oy tabanı sürekli aşınmaktadır.
Bu konuda daha ayrıntılı verilere erişmek için başvurulabilecek önemli bir kaynak Eğitim Reformu Girişimi’nin yıllık raporlarıdır.