Ama “yüzü güzel olanın huyu ve fikirleri de güzel olmalı” mantığından hareketle o kadar güzel bir adamın öyle çirkin fikir ve eylemlerinin olmuş olması bayağı bir şaşkınlık yarattı. Bu beklenti gerçekte Delon’un sinemada iş bulabilmesinin başlıca nedeni bile olabilir: Güzelliği nedeniyle kendisinden herhangi bir yaramazlık beklenmeyen bir karakterin filmde hinlikler yaparak izleyiciyi şaşırtabilmesi (kendisinin bazen “Alan Delioğlan” olarak anıldığını da hatırlıyorum).
Delon doğrudan siyasete girmeye heves etmemiş ama de Gaulle hayranı imiş ve seçimlerde d’Estaing, Barre, Sarkozy gibi sağcı adayları desteklediğini topluma duyurmuş ve, tahminim, okumuş etmiş birçok insandan daha etkili olmuştur.
Merak ettim, sanatlardan gelip siyasete giren, yöneticilik görevlerine seçilenlerin bir listesi var mıdır diye bakındım ve Wikipedia’da aktörlükten siyasete girenlerin uzunca bir listesini buldum. Yazarlıktan, şarkıcılıktan, hatta kriket oyunculuğundan (Pakistanlı Imran Khan) siyasete girip yükselenler de olmuş ama sinema ve televizyon oyunculuğu açık ara önden gidiyor (bunların arasında en yükseğe çıkanı da iki dönem ABD başkanlığı yapan Ronald Reagan oldu). Delon örneğinde olduğu gibi doğrudan siyasete girmeseler de, bu ünlü oyuncuların ilgili ilgisiz birçok konunun yanısıra siyasi eğilim ve görüşleri de ciddiye alınabiliyor ve yönlendirici olabiliyor.
Bunun başlıca nedeninin sinema, televizyon ve sosyal medyanın kitlelere kolayca erişebilmesi ve oyuncuların çok sayıda insan tarafından görülüp tanınması olduğu açık. Ancak, çok kişi tarafından çok sık izlenen her oyuncunun eşit biçimde popülerleştiği, benimsendiği ve bazen de siyasetçiliğe uygun görüldüğü söylenemez. Yani, ünlü oyuncuların hemen her konudaki fikirlerinin neden ciddiye alındığından önce, kanımca, sinema ve televizyon özelinde ne nitelikteki oyuncuların ünlüleştiğine bakmak gerekir.
Ün salabilmenin birinci şartı oyuncunun ünlüleşme ve metalaşma potansiyelinin yüksek olması, ikincisi de başrollerde oynaması denebilir. Bu potansiyele sahip olmayan oyuncular zaten başrollerde pek görülmüyor. Söz konusu potansiyelin temelini de büyük ölçüde görünüm oluşturuyor: Filmlerde başrol verilen oyuncuların çok büyük çoğunluğunun kadın olanları toplumun “güzel”, erkek olanları da “yakışıklı” bulduğu fiziksel yapıya sahip oluyor. Bu büyük çoğunluğa dahil olmayanları da güzel sayılmayan ama “farklı” tipte oyuncular oluşturuyor. Bu görünümdeki insanlara sokakta yürürken pek sık rastlamıyoruz — rastlayacak olursak da işte “film yıldızı gibi” diyoruz.
Ve, kralın çıplak olmadığına her türlü yemini etmeye çok hevesli olduğumuzdan mıdır nedir, bayağı gerçekçi olduğu iddia edilen filmlerde bile başrolleri neden bu güzel ve yakışıklı insanların oynadığını sorgulamıyoruz: “Bu insanlar hem güzel, hem de yetenekli ve eğitimli nadidelikte oldukları için mi o konumdalar? Yoksa yalnızca “tipleri” nedeniyle mi o iş onlara verilmiş?” gibi sorular sormuyoruz. Görünümlerinin bir yığın endüstriye malzeme olduğunu gördüğümüz bu insanları filmde izlemeye gittiğimizde oyunculuklarını izlemeye gittiğimizi düşünüyor ve söylüyoruz, görünüm faktörünü pek konu edinmiyoruz. “Çok iyi bir oyuncu” nitelendirmesi birçok durumda “çok çekici bir kadın”ın örtmecesi olarak kullanılıyor. Filmlerde çekim (shot) sürelerinin şimdilerde ortalama 2.5 saniyeye kadar düşmüş olduğu, kameranın arkasında bir alay insanın durduğu, sahnenin tam bu insanların istediği biçimde oynanıncaya kadar tekrar tekrar çekilebildiği gibi şeyler aklımıza gelmiyor. (Yani, iki saat boyunca izleyiciyle yüz yüze rol yapan tiyatro oyuncularından söz etmiyoruz burada.)
Öncelikle görünümlerin pazarlandığı endüstriler olsalar da, söz konusu oyuncuların film, televizyon ve reklamcılık çevresinde biçimlenmiş belirli bir meslekleri var. Dükkanını sokak arası yerine işlek bir caddede açmak, o yoldan müşteri sayısını arttırıp daha çok kazanmak isteyen bir çantacıdan farklı değiller. Ama çantacı bunu başardığında pek kimse “Bu adam ticaretten ve çantadan iyi anladığına göre benim arabayı da tamir edebilir” demiyor. Çok iyi ve ünlü bir futbolcunun, şarkıcının ya da işte çok ünlü bir aktörün araba tamirinden iyi anlayacağını düşünen de olmuyor ama uzmanlık ve somut kanıtlar gerektirmeyen, kibarca “soyut” diyebileceğimiz işleri, örneğin siyaseti iyi becereceğini düşünen çok sayıda insan olabiliyor.
Sözlüklerde “düz mantık” kavramının İngilizce karşılığının “simple logic” veya “plain logic” olduğu yazar ve bu pek yerinde değildir. Bu İngilizce terimle iki şeyin en basit biçimde ilintilendirilmesi kastedilir: “Kalem bıraktığım yerde değil, evde benden başka bir kişi daha olduğuna göre, demek ki o almış” gibi. “Düz mantık” yerine “hatalı mantık” (false reasoning) yukarda anlatmaya çalıştığım tuhaflığı adlandırmakta biraz daha uygun olabilir ama onda da hatalı da olsa bir mantık iddiası var: Örneğin, “Babam kıllı, kedi tüylü, demek ki babam kedi” ya da “Trump zengin biri, başkan olursa beni de zengin eder” denklemlerinde en azından iki yanın paylaştığı kıl/tüy ve para ögeleri var.
Benim burada konu edindiğim “Bu aktör çok ünlü, Covid-19 aşısı karşıtlığında haklı olmalı” gibi bir “mantıksızlığı” betimleyen en doğru terim sanırım İngilizceye Latinceden girmiş olan “non sequitur” sözcüğü (ortaya atılan argümanla varılan sonucun hiçbir ilgisinin olmaması). Bunun Türkçedeki en iyi karşılığı da kanımca argoda kullandığımız “kel alaka” (Fransızca “ne” anlamındaki “quel” ile Arapça “alaka” birleşimi).
Özellikle sosyal medyanın dünyayı sarıp sarmalamasıyla birlikte “ün” kavramı yepyeni boyutlar edindi. Ünlü film yıldızları tabii ki hala var, hala siyaset başta olmak üzere birçok konuda “akil insan” tavrında fikir iletmeye devam ediyorlar, yeni dijital teknolojiler sayesinde daha sık görünebiliyorlar ve hala göz ve kulak verenleri çok.
Film yıldızlarının ünlenmesini ister görünümleriyle açıklayalım, ister hünerleriyle, sonuçta somut bir nedene bağlayabiliyoruz. Buna karşılık, yeni sosyal medya ünlülerinin ünlenme nedenlerini anlayıp açıklayabilmek hiç kolay değil: Bunların epeycesi için bir süredir “ünlü olduğu için ünlü” sözü kullanılıyor. Bununla kayda değer bir başarısı, görünümü, yeteneği olmadan, ya kendini ve bazen mahremini ısrarla görünür kıldığı ya da ünlü biriyle bağlantısı olduğu için ünlenen kişiler kastediliyor. “Takipçi sayısı çok olan ünlüdür, olmayan değildir” gibi bir genel kanaate küresel ölçekte ulaşmış durumdayız.
Youtube fenomeni MrBeast bir oturuşta 10.000'e kadar sayarken
Ünlü hayranlığı konusuna çalışan epeyce bir sosyal psikolog ve sosyolog var. Film yıldızı hayranlarının kendilerini onlarla özdeşleştirmesinden ya da onlarla yakın ilişki kurmuş olduğunu hayal etmesinden öteden beri söz edilir. “Parasosyal ilişki” olarak anılan bu bağlanma biçimi filmlerin yalnızca sinemalarda, başka insanlarla birlikte izlenebildiği dönemlerde pek bir sorun olarak görülmemiş. Ama hareketli görüntülerin önce evlerdeki televizyon ekranlarına, ardından masaüstü, dizüstü derken ceplere girivermesiyle insanların izledikleri kişileri hayatlarının bir parçası gibi görmesine, yakınlık duymasına, özellikle sosyal medyada (yüz binlerce takipçiyle birlikte) izlediği “fenomenlerle” “birebir” ilişki kurduğunu sanmasına yol açıyor.
Ve bu parasosyal ilişki furyasının artık bayağı ciddiye alınması gereken, yaygın bir psikolojik soruna dönüştüğünden, bir çare bulunması gerektiğinden artık çok söz ediliyor. Ünlü bir futbolcu ya da milyon takipçisi olan bir fenomen olsaydım bu sorunun nasıl çözülebileceğini burada hemen anlatıverirdim ama öyle biri olmadığım için aklım ve bilgim o konuda yetersiz kalıyor.