09 Ekim 2020

Artık gitsin şu hamamböceği!

Yıllardır bu boyutta tepki sergilenmemiş bir ülkede halk günün birinde nasıl olur da böyle görkemli ve demokratik protesto hareketlerine girişir?

Bazen Beyaz Rusya olarak andığımız Belarus halkı bugüne kadar demokrasiden pek nasibini alamamış bir ülkedir. Bu yoksunluk, Sovyetler Birliği'nin bir cumhuriyet olduğu zaman da, Lukaşenko'nun başkan olmayı sürdüğü 26 yıllık bağımsızlık süresince de geçerliydi.

Belarus'un bağımsızlığından bu yana yapılmış olan bazı başkan seçimlerinde açıklanan sonuçlara karşı kısa süreli tepkiler kaydedilmişti ama bu yılki seçimlerde Lukaşenko'nun halkın yüzde 80'inin oyunu aldığı ilan edildiğinde kıyamet koptu ve polisin şiddetine, yaygın tevkiflere ve işkencelere rağmen kalabalıklar, Lukaşenko'nun istifa etmesi, yerini seçimlerin asıl galibi olan Sergey Tikhanovski'ye bırakması isteğini haykırarak sokaklara döküldü.

Lukaşenko, durumu tehditlerle bastırmaya, akılla bağdaşmayan açıklamalarla geçiştirmeye çalışıyor: Mesela, son zamanlarda Anayasa'yı değiştirip -kadınların, mesela Svetlana Tikhanovski'nin aday olmalarını engelleyebileceği düşüncesiyle- askerlik hizmetini yapmayı cumhurbaşkanı olmanın koşulları arasına katmaya niyetli olduğunu açıkladı.

Gösterilerde halk, "Artık bas git hamamböceği" diye bağırıyor. Neden? Ülkenin ekonomisi kötü durumdadır da ondan. 

Son 10 yıl içinde ülkenin yıllık ekonomik büyümesi her sene yüzde 1 oranında gerilemiştir. (Rudy, K:State Capitalism in Belarus: Behind economic anemia)

Bu kötüleşmenin başka göstergeleri de var.

Seçimden bu yana halk, bankalara koşmuş, paralarını çekip dolar ve diğer dayanaklı birimlere çevirmeye girişmiştir.

Yıllardır bu boyutta tepki sergilenmemiş bir ülkede halk günün birinde nasıl olur da böyle görkemli ve demokratik protesto hareketlerine girişir?

Evrensel bir gerçek, Belarus halkı için de geçerli galiba: Bu ülkenin halkı da yönetimin düzensizlikleri, haksız kazançlar ve rüşvet konusundaki duyumlara değil ekonomiye, ekonominin kendi cebine kadar uzanan yararına bakıyor, ekonomi iyi gittikçe baştakilere oy vermeyi sürdürüyor.

Ekonomi bozulduğunda ise yönetimden şikayet etmeye başlıyor, zamanla yönetimi değiştirme yolunu tutuyor. Ekonomik çöküşte baştakinin günahı olmasa bile ona artık yol görünüyor!

Peki kırılma noktası nedir ? Kişi başına düşen milli gelirin, işsizliğin ya da başka bir ekonomik göstergenin evrensel olarak saptanmış bir kırılma noktası var mıdır? Bu henüz saptanmadı ama bulunsa çok iyi olur.

Her bölgenin, her ülkenin halkının tepki eşiği farklar gösterdiğinden kırılma noktası olarak ekonomik göstergelerden çok sosyal belirteçlere bakılmalıdır: Kabataslak şöyle bir formül önerilebilir: Bir yerin halkının yüzde sekseni, ekonomik durumdan çok ciddi boyutlarda şikayet ettiğinde iktidar sallanmaya başlar!

"Kırılma noktası, galiba halkın yüzde sekseninin, halinden ciddi boyutlarda şikayetçi olmasıdır."

Ciddi anket yapan kuruluşlar, doğru sorular sorarak bu konuda yüzde seksene varıldığını ya da yaklaşıldığını saptayabilir. Bu da hepimize yarar!

Yazarın Diğer Yazıları

AKP, CHP'nin gerisinde kaldı; başka bir şey olmadı mı?

İktidarın ikinci plana düşmesi çok önemlidir ama iktidarın dayanağı olan, her fırsatta vurguladığı düşünce ve inanç tarzının etkisini yitirmesi çok daha önemlidir ve kalıcıdır

AKP artık birinci parti değil! Sonra ne olur?

Otoriter bir rejimden demokrasiye geçiş ne zaman sona erer? Bu sorunun cevabını vermek öyle kolay değil; demokrasiye yöneliş ile demokrasinin pekişmesi arasında fark var. Demokrasinin, bir kez varıldığında, sonsuza dek duvarlarındaki muhallebileri yalayacağımız bir cennet olmadığını da unutmamız gerekir; demokrasi daha çok Tokat'ın bazı yörelerinde oynanan omuz halayına benzer, alttakilerin omuzlarına basmış, keyifle oynayan kimseleri taşıyanlar yorulduklarında sona erer

İçen de, üreten de, sunan da mı lanetlik?

Düşüncelerimizin değiştirilmesi için yapılacak girişimlerde başlıca iki yol kullanılabilir: Bilimsel gerekçelerle desteklenen tartışmaya dayalı ikna yolu ya da önyargılar, semboller ve imgeler kullanılarak düşünceyi sınırlayan bir yaklaşım tercih edilebilir. Kişinin davranışını etkilemek için düşünceyi sınırlayan yöntemler değil, bilimsel gerçeklere dayalı ve müzakere ile sürdürülen demokratik bir ikna yolu yeğlenmelidir