17 Nisan 2016

Yeni James Bond'un yanına oturunca

O sarı ibikli siyah tellal koskoca sokağı çınlatınca kulağımda...

ŞEHİR TELLALI

New York - Londra - Roma 

 

 

Salonda bir kabarma oldu. Program başlamış, ben sokağın tam başında, gözümün önünde heyyüla gibi duran binayı görmemekte ısrar edip, aramaya devam ettiğim için beş dakika gecikmiştim. Yana eğik, üzeri yıllanmış bej rengi döşeme halısıyla kaplı tahta merdivenleri çıkarken sağda solda sıralanan tablolar, büstler, yağmurlu gri gökyüzü, binanın sağanlığında kristal camlı pırıl pırıl limonluk kubbesi sayesinde zaman tüneli iki yüzyıl geri çekti yelkovanı akrebi. Duvarlarda açık kalan yerler, kapı söveleri kütüphane. Antika kitaplarla dolu. Odanın yüksek tavanına uzanan, çerçevesi gümüş işlemeli, kitaplar kadar antika dev aynanın altında, İngiltere’nin Shakespeare’den sonra en büyük şairi Lord Byron’ın hatıralarının yakıldığı şömine. Tabanı ve tavanı eğri, her an çöküverecekmiş gibi eğreti duran odada, muhtemelen vaktiyle Byron’ın oturduğu sandalyelerden birini gösterdi kapıda ayakta duran orta yaşlı centilmen. Gösterilen sandalyenin yanındakinde oturan genç adam hafifçe oturduğu yerden kalkarak kimsenin fark etmeyeceği kadar soylu bir selamla beni yanına çağırdı. Yeni akmaya başlayan gösteriye odaklanmış dikkati dağıtmamak amacıyla, hızla, önce konuşmacının önünden, sonra masanın etrafındaki dört oyuncunun arkasından dolaşıp o sandalyeye yerleştiğimde iş işten geçmişti. Bütün gözlerin üzerime ve de yanımdaki genç adamın bana yönelik mimiklerine odaklandığını hissettim. O zaman bir an gözüme çarpan yakışıklı geniş anlın, ayna kadar pırıltılı saçların sahibinin kim olduğunu salonda benim dışımda herkesin bildiğini anladım. Hiç istifimi bozmadan başımı gösterinin açılışını yapmakta olan konuşmacıya çevirdim. O da kesilmeye başlayan konuşmasını toparladı. Salon nefes verdi ve program bir az önceki akışına geri döndü. Karşıya bakarken gözüm ister istemez, salonda bu herkesin nefesini kesen geniş alınlı yakışıklının diğer ölçülerini almaya başladı. Çok uzun boylu değildi. İnce ve zarifti. Sol ayak bileğini, benim yanıma rastgelen dizinin üzerine yerleştirmişti. Siyah süet makosenleri yeni, kendine güvenli. Elinde bir kağıt, o da birazdan Frankenstein’ın yaratıldığı geceyi canlandırmaya hazırlanan aktörlerin arasına katılmaya hazır gibi. Arasıra satırlarını ezberlercesine elindeki kağıda bakarken, konuşmacının ifadelerine yüzünde benimle paylaştığı mimiklerle katılıyor. Gözleri son derece keskin, gülümseyen gözler. Profilinden bana birini hatırlatıyor hakikaten. Kafam bu profili daha önce gördüğüm yeri harıl harıl aramakla meşgul. Oyuncular yazarı Mary Shelley’nin Frankenstein’ı anlatan dehşet dolu satırlarını, güzelin zıttı korkunç bir yaratığı canlandırmakta. Aynı anda, Lord Byron’ın yayıncısı John Murray’e ait antika binanın üzerinde olduğu Albemarle sokağında cıvıl cıvıl cıvıldayan sarı ibikli siyah bir kuş da hararet ve pür telaş halde. Neredeyse oyuncuların sesini bastıracak kadar bağırarak bana bir şeyler anlatmaya çalışıyor.

Tabii ya nihayet anladım! Yanımdaki genç yakışıklının profili ornitolog James Bond’un profili! 1989’da 89 yaşında ölen Bond’a ne kadar benziyor. Hayattayken karşılaşmak asla nasip olmadığı için kalbimin atışları hızlandı. Bu bilmeceyi çözmek üzere oyunu seyretmeyi bırakıp yanımdaki genç adamı seyretmeye daldım. Hem “Bin Gözle Sevdik Birbirimizi” hem de yıllar önce “Bir Türk Casusunun Mektupları”nı yazarken üzerinde epey zaman harcadığım James Bond profilini tabii gayet iyi hatırlıyorum.

Yazar İan Fleming’in oniki romanına kahraman olduktan sonra, 1962’de “Dr No” filmiyle, İskoçyalı aktör Sean Connery’nin sinemada ölümsüzleştirdiği İngiliz casusu James Bond adını aslen Amerikalı bir ornitologdan alır. Yani kuşları gözlemleyerek nadir türleri inceleyen ve yeni türleri tanımlayan doğa bilimcisidir. Philadelphia’da doğup, İngiliterede Cambridge üniversitesinden mezun olmuştur. Karayip adalarında Kuzey Amerika kuşlarını gözlemiştir. Ve “Batı Hint Adaları Kuşları” adlı bir kitap yazmıştır. Amazon nehrinde yaptığı incelemeler sayesinde bölgede yaşayan 300 kuş türünün 294’ünü kayda geçirmiştir. Karayip adaları kuşları hakkında 100’den fazla kitap ve makale yazmıştır.

Aslen gazeteci ve İngiliz deniz kuvvetleri istihbarat görevlisi olan İan Fleming de amatör ve meraklı bir kuş gözlemcisidir. James Bond’u kuşlarla ilgili kitaplarından öğrenmiş ve onunla görüşmek için Jamaica’ya gitmiştir. “Hiç kimsenin dikkatini çekmeyecek bir tip, son derece alalade bir isim” sıfatlarına nedense hayranı olduğu James Bond’u yakıştırmıştır. Böylece dünyaca ünlü casus karakterine olmak isteyip de olmadığı bu doğa adamının ismini vermiştir. James Bond’dan ismini kullanma izni istediğinde, Bond bu durumun onu rahatsız etmeyeceğini Fleming’e ifade etmiştir. Fleming, muhtelen kelebek gözleyicisi Rus asıllı Amerikalı yazar Vladimir Nabokov’a da hayran olduğu için Nabokov’un kelebek şiirinden esinlenerek Bond’a bir değiş tokuş teklif etmiştir. Romanlarında James Bond ismini kullanmasına karşılık, James Bond’a günün birinde keşfettiği yeni “çirkin, ve sevimsiz bir kuşa” onun adını vermesini teklif eder. Belki Fleming, kendi adını flamingoya benzetmiştir. Günün birinde bir kuş türüne isim vererek bilinmek istemiş. Ama kader onu James Bond adlı casusuyla meşhur edecektir. James Bond ise Karayipler’de incelediği üçyüz kuş arasında Fleming adını yakıştıracağı bir kuş türüne maalesef rastlayamayacaktır.      

James Bond, özellikle Sean Connery’nin canlandırdığı James Bond, şüphesiz 60’lı yılların estetiği ile büyüyen benim kuşağım üzerinde erkek tipinde büyük etki sahibi. Adını bütün casus kitaplarının “anası” Bir Türk Casusunun Mektupları’dan alan ilk romanım bir yana eşimin adında da bu etkiyi görmemenin imkanı yok.

Evet, tabii hatırladım, İan Fleming’in kendi eliyle çizdiği, ornitolog James Bond’un profilini. Londra’da Albermarle sokağında Frankenstein’ın yaratıldığı günün anısına yapılan gösteriyi izleyen salondakiler, yanımdaki yakışıklıya hayranlıkla bakıp, kulaktan kulaktağa “yeni James Bond, yeni James Bond” diye fısıldaşırken etrafımda. O sarı ibikli siyah tellal koskoca sokağı çınlatınca kulağımda.

www.sebnemsenyener.com

Yazarın Diğer Yazıları

Geçmişte yaşanmayana özlem

Hâlâ Portekizce’den bir türlü başka hiç bir dile tam çevrilemeyen, “saudade"...

Geleceğin hatıratı

"Gazeteler iflas etti, hükümetin propagandacılarıyla dolduruldu, muhabirlik tamamen manen ve malen çökertildi, her şey reklama indirgendi"

Bir intiharın anatomisi: Yollar, köprüler, barajlar, metrolar

Garcia, Peru’da hem büyüyen ekonominin hem de çöken ekonominin mimarı.  Bir zamanlar Peru’nun JFK’si (Kennedy’si) umudu iken sonu tarihe Odebrecht kurbanı lakabıyla yazılan adam. 

"
"