ŞEHİR TELLALI
Newyork-Londra-Roma
|
Sesine çabucak alıştırdı beni. Seherde köşe başındaki kiraz ağacına saklanıp gün doğacak haberiyle öttüğünde. Rüyaların efendisi Hermes’in Apollo’ya verdiği kaplumbağa kabuğu üç telli çenki bile kıskandıracak bir müzikle. Derin uykularda kalmaya ne sebeble olursa olsun niyet eden kim, ne varsa gönüllü, yüzü gülerek çıkıyordu onun nefesiyle yıkanan sokağa. Ağaç yapraklarını dökünce görürüm umuduyla aradım onu dalların üzerinde. Minik renksiz gri gövdesini inatla sakladı gözümden. Zülfün kemendinde mi dedim? Mümkün olmadı merak. Öğleden sonra pür telaş ve saatinden hep önce arka bahçede. Panjurun üzerine yerleşip şakıyıp durdu bu sefer de gün batacak diye. Akşam sokak kararır kararmaz heyecan dolu bir ısrar, amansız feryatlar içinde gözü kara yana yakıla düştü sevgilisinin peşine. Bülbül bu. Alışması zor değil. Bir kere şakıdı mı aşkının şarkısını, nadir ona teslim olmayacak yürek. Sesi en kaliteli, gövdesinin renksizliğine tezat en renkli, insana nasip olmayan üstün sanatların ustası o. Ritmi keskin, temiz, tam. Ne kısa ne uzun ne karışık ne de basit. Ne abartılı, ne de alçakgönüllü. Küçücük cüssesinden yüksek, alçak, zengin notalarıyla çaldığı, bazen ambulans sirenini, hatta asvaltı delip duran dev matkapların gürültüsünü dahi bastırır gürlüğüyle. Hem de hiç abartmadığı halde sanki alaladeymişçesine yankılanır. Bana öyle geldi ki benimkinin sesi siyah, notaları mavi. Vakitsiz ama huzur dolu neşesi ve de hüzün kıyılarında pırıldıyor nefesi.
Bir güle takılmış şüphesiz. Daha açmamış gonca. Eş seçmiş onu kendine. Şiirler döktürüyor dengine. Kışın ortasındayız ya o bahardan çalıyor. Cıvıl cıvıl, yeni bir aşk anlatıyor. Taze, mis kokulu. Sabırsız bir de. Bir an önce olsun diye neredeyse tehdit edercesine olgunluk vaadi dolu. İpek halılar serecek altına. İlham perilerinin dağından şaraplar, tanrıçalardan şifalı sular, görülmemiş güzellikte çiçekler, çoban şarkıları ve aşklar uğruna nice kahramanlıklar dilinde. Türküler, maniler değil sadece operalar, senfoniler, masallar dökülüyor peşpeşe. Karanlığa oturmuş. Kendi kendine. Tatlı mı tatlı sesler çıkarıp aşkını kutluyor, Kimi zaman ayık, kimi zaman sarhoş, başı boş. Sedası hoş. Keyif dolu. Garip. Buruyor, kımıldatıyor bir şeyleri ama neyi, nereyi, neden bilemeden.
Günü çoşturdu geceyi susturdu. Bu kadar efelikten sonra anlamadım hiç ne oldu. Onu ağıtlara boğuyor diye belki, müziğini hoyrat bulan şairin mısralarına kızıp da mı acaba, tadını tez yitiren orta malı meyva değilim ben diye düşünüp de dilini tutmaya mı kalktı? Sesi kesildi birden bire. Şimdi penceremde endişe. Bir de ben ve de kalbini kaptırdığı bülbülüne hasret, beti benzi sararmış, nefessiz, hayal meyal ayakta şu cılız gül. Bekliyoruz, bir an önce gelsin diye.
www.sebnemsenyener.com