15 Şubat 2025
Bir insan için “doğru kişi kimdir?” diye bir soruya yanıt vermek -kendi adıma söylüyorum- her zaman çok zordur. Çünkü aşkta doğru seçimi yapmak diye bir şey söz konusu değildir. Aşkın neye benzediğini bu yazıda anlatmak ve bir polemiğe saplanıp kalmak istemiyorum. Doğru kişiyi bulmak için bir yol olduğunu da kabullenmiyorum. Önerilenlerin ve madde madde anlatımların gereğini yerine getirerek, planlı şekilde “birini bulmak”ın aşk ile ilgisinin olabileceği düşüncesine kapılmak, aşk üzerine yazıp çizen filozoflara, ünlü yazarlara ve her şeyden önce mitolojiye ihanet olur ki; anlatılan bütün aşk öykülerinin bir anlamı olmaz.
Aşk; bir kaza gibidir ve doğru kişiyi aramanın, insanı harap ve bitap düşüreceğini tahmin etmek zor değildir. İnsanlar, romantik bir ilişkinin farklı belirleyicilerine ihtiyaç duyarlar. İlgi, şefkat, özen vb. İlişki uzmanı değilim ama insan olarak kabaca bildiğimiz şeyler bunlar.
Bu arada kalp cerrahı olarak öğrendiğim hastalıklardan biri de; aşkın travmasının kalp üzerine etkilerinin, -çok nadir görülen bir durum olsa da- etkisinin yıkıcı olabileceğidir. Biliyoruz ki aşk her ne kadar “kalp” veya “kalpçik”lerle sembolize edilse de, aslında bütünüyle olayın, beyin denilen merkezi organın ortalığı karıştırmasıyla yaşandığıdır. Aşık olunduğunda beyinde bir sürü karmaşık kimyasalların da devrede olduğu “canım, cicim” dönemi vardır. Bu dönem, eğer, ani ayrılık, terk edilme veya aldatmayla sonuçlanırsa -en az taraflardan birinde- yaşanacak travmatik aşk öyküsünün ceremesini kalp çekmeye başlayacaktır.
Sevgililer Günü'nde akıl almaz tüketim çılgınlığı yaşanıyor olsa da, buna karşı gelmenin ekonomi politiğini şaşaalı söylemlerle anti kapitalist olmadan da izah etmeye çalışanlar olabilir; ve bu makuldür… Hele hele her şey bu kadar pahalıyken, bir de Sevgililer Günü'nde çiçekçilerin ve hediye dükkanlarının, gün yaklaştıkça, fiyatları yukarı çekme abartısına nefes yetiştirmek imkan dahilinde olmayabilir. Sevgililer Günü'nde bu çetrefilli dünya düzeninde “şehirlere bombalar yağardı her gece, biz durmadan sevişirdik” diyen Ahmet Kaya romantizmini hatırlayan var mı ki bunu sorgulayalım?
Aşk, insanda oluşturduğu hormonal değişiklikler nedeniyle heyecan ve bağlanmayı tetikleyen, ayrıca “mutluluk” veren mediatörlerin ve hormonların salgılanmasını sağlar. Aşkta yaşanan travma sonucu, bu kimyasalların aniden kesilmesiyle aşırı stres ve kaybetme korkusu, katekolamin denilen bir grup hormonların açığa çıkmasına neden olur. Bu hormonlar, kalp damarlarını ve mikro damarları büzerek kan dolaşımı bozar. Böylece kalp kası yeterince oksijenlenmiş kan alamadığından iyi kasılamaz ve kasılma kusuru meydana gelir. Bu duruma özel olarak “Takotsubo sendromu” veya “kırık kalp sendromu” deniyor. Ancak bu sendrom yalnızca “aşk acısı” nedeniyle meydana gelmiyor... Diğer bir çok duygusal ve fiziksel streslerde de karşımıza çıkabiliyor... Sevgililer Günü'nde aşk ile ilgili komponentini ele almaya çalışıyorum.
Takotsubo sendromu, sanki kalp damarlarında daralma veya kalp krizine benzeyen belirtilerle, kalbin sol karıncığının kanı pompalama kusuruyla ortaya çıkan bir kalp hastalığıdır. En çok kadınları etkiler ve sıklıkla duygusal veya fiziksel stresle başlar. Diğer bazı hastalıklar da bu durumun gelişmesi ihtimalini arttırabilir. Bu olaylar dizisi, genellikle geri dönüşlüdür. Ortaya çıkan bu ani durum hakkında çok şey söylenmekle birlikte, esas olarak kalp atardamarlarının stres hormonlarının etkisiyle büzüşmesi olduğu konusunda bazı teoriler var... Bu sürecin uzun olması, ayrıca bazı hayati risklere neden olabilir. Kalbin tam da bu fonksiyonlarının bozulduğu safhada tehlikeli ritim bozuklukları, akciğerlerde sıvı toplanması, pıhtı atması ve bazen de şok denilen durumların ortaya çıkması, yaşamsal risklere neden olabilir.
Sevgi, insanların birbirlerine şans verdikleri ve anlaşabildikleri bir zemin oluştururken, aşk bazen bunun tam tersini sunar… Aşk, mutluluk sanrısı veren bir ağudur… Neyse ki “aşk ve sevgi arasındaki fark başka bir yazı konusu olabilir” diye düşündüğümden hızlı geçiyorum. Biz yine aşk acısı çekenlerin “halet-i ruhiye”sine denk gelen ve bu nedenle muzdarip olanların kalbine yakından bakmaya devam edelim.
Goethe’nin Genç Werther’in Acıları adlı romanını çoğu insan okumuştur. Werther’in Lotte’a karşı hisleri öyle bir noktada trajediyle sonlanıyor ki Werther’in kalbi Takutsubo olmaya fırsat dahi bulamıyor ne yazık ki... (Werther’in bedensel bütünlüğünün trajedisine tanık oluyoruz.)
Stres, Takotsubo sendromunun başlıca tetikleyicisidir. Stresin bazı insanlarda neden bu tür bir etkisinin olduğunu ve bazılarında neden bu etkinin olmadığını bilmiyoruz henüz. Ama insanlar, bu durumun gelişip gelişmemesini, birinin diğerine karşı aşkın “şiddet ölçütü” olarak düşünme cehaleti göstermediler. Ve umarım ki bundan sonra da göstermezler.
Stresle her insan karşı karşıya kalabilir. Şimdi tam da bu noktada “stresi yönetmeyi bilmek” ve “stresle baş etmek için profesyonel destek almak” gibi bir öneride bulunmayacağım. Aşk acısı çekenlerin kendilerini ne oranda kontrol edebildikleri, bu stresi nasıl yöneteceklerini ve kendilerini hangi uzmana (psikolog veya psikiatrist) bırakacakları sorunsalı gündeme geliyor. “Eve ekmekle tuz götürmeyi bu havalarda unutmuş” Orhan Veli’nin ve bir çok şairin aşk acısının kalp üzerindeki etkileri olmasaydı bu şiirleri okuyamayabilirdik. O kuş çırpıntısını bir şekilde hissettikleri muhakkak... Ama anlıyor ve görüyorum ki duygusal bir travma sonrası anksiyete ve aşırı uykusuzluk nedeniyle kalbin buna gösterdiği ritimsel reaksiyon, -Takotsubo sendromu olmasa bile- önüne geçebileceğimiz bir şey değil. Çünkü aşk acısının yönetilmesi söz konusu olabilseydi, aşk diye bir delir durumdan söz edemezdik.
Şansımız varsa aşk acısı nedeniyle Takotsubo sendromu ile karşı karşıya kalmayız.
Dr. Sami Gürkahraman, Kalp ve Damar Cerrahisi Uzmanı
Dr. Canan Karatay, “bilimsel olmayan yöntemler” kullanmakla itham ediliyor. Tıpkı Dr Mehmet Öz’ün kendi alanı dışındaki konulara değinmesi gibi... “Bilimsel makale” diye sunduğu şeyler, basit ve iyi kurgulanmamış çalışmalardı. Küçük adımlarla başlayan bu fenomenolojik büyümenin ayak seslerini duyduğu halde gerektiğinde tartışmalarda bilimsel veriler doğrultusunda taraf olmayan sağlık otoritelerinin sorumluluğu yok mudur?
© Tüm hakları saklıdır.