10 Ocak 2016

Yeni bir anayasaya doğru

Kürt sorununun çözümü kaçınılmaz bir biçimde yenianayasadan geçiyor

2016 yılında yeni anayasa konusu Türkiye’nin siyasal gündeminin başına oturdu. 1982 anayasasının sakıncaları, yeni bir  anayasaya duyulan gereksinme yanında bugün yeni bir anayasanın önemini ve aciliyetini arttıran başka nedenler var. Türkiye, Güneydoğu’da büyük bir iç çatışmanın içine girmiş bulunmakta.  Şiddetin dozu arttıkça ve süresi uzadıkça Kürt sorununa barışçı bir çözüm bulmaktan uzaklaşıyoruz. O nedenle, derhal çatışmanın durdurulması ve sorunun bir görüşme sürecine sokulması önem taşıyor. Kürt sorununun çözümü ise kaçınılmaz bir biçimde yeni bir anayasadan geçiyor. 

Öte yandan toplumdaki kutuplaşmanın vardığı nokta son derece tehlikeli. Toplumun bir yarısı öbür yarısını kendine karşı bir tehdit olarak görüyor ve  kendini savunmak için her türlü yöntemi haklı buluyor.

Bütün bu nedenlerle Türkiye’nin yeni bir birlikte yaşama projesine gereksinmesi var. Barışmayı, uzlaşmayı gerçekleştirmek zorundayız. Bunun sağlanacağı zemin ise yeni bir anayasa.

Yeni anayasanın yapılma yöntemi, anayasanın kendisi kadar önemli.  Ancak katılımcı, toplumun her kesiminin içinde olduğu bir yöntemle ile demokratik bir anayasa yapılabilir, bir toplumsal uzlaşma sağlanabilir.

Yöntemle ilgili olarak önceki Anayasa Uzlaşma Komisyonu deneyiminden çıkarılacak dersler var. Anayasa yazım sürecinin aktörleri Meclis’de grubu bulunan dört siyasal partiydi. Gerçi, yazım aşamasına geçmeden önce, toplumun hemen her kesiminin görüşleri alınmıştı. Yazım aşamasına geçildiğinde,  Uzlaşma Komisyonu’nun elinde önemli bir veri deposu vardı. Ne var ki, bu veri deposu komisyondaki görüşmelere aktarılamadı.  Görüşmelere sadece dört siyasal partinin görüşleri egemen oldu. Siyasal partiler uzlaşamayınca görüşmeler çıkmaza girdi.

Yeni bir anayasa sürecinde bu kez sürecin aktörleri sadece dört siyasal parti olmamalı. Sivil toplumun da sürece katılmasını sağlayacak bir yöntem bulunmalı. Herşeyden önce sürecin saydam olması gerekir.  Örneğin, görüşmeler bir televizyon kanalından yayınlanabilir ve görüşülmekte olan her madde ile ilgili sivil toplum kuruluşlarının görüş bildirmeleri sağlanabilir. Sivil topluma, meslek kuruluşlarına, platformlara aktif bir rol verilecekse, görüşmelere katılacak STK’larda aranacak ölçütler önceden saptanmalı. Başka bir deyişle, bu STK’lar o konuyla ilgili gerçek, bağımsız STK’lar olmalı. Hükümet tarafından kurulan STK’larla süreç yozlaştırılmamalı.

Toplumsal uzlaşı sağlama amacına yönelik bir anayasa için her partinin eşit sayıda milletvekili ile temsil edildiği Uzlaşma Komisyonu yapısını sürdürmek doğru olacak.  Ancak aynı tıkanıklıklara yol açmamak için çalışma yöntemlerinde reform yapılması gerekli. Bu amaçla,  görüşme ve karar yeter sayısı olmak üzere iki türlü  yeter sayının geçerli olması düşünülebilir. Uzlaşma Komisyonu eskiden olduğu gibi, her partiden üç milletvekilinden yani 12 milletvekilinden oluşacaksa, bir önerinin gündeme alınmasi için en az 6 milletvekilinin, kabul edilmesi için 9 (3/2) milletvekilinin onayı aranabilir. Böylelikle eski Uzlaşma Komisyonu’ndaki görüş birliği (12/12) koşulunun ortaya çıkardığı tıkanıklıklar önlenmiş olur.

Uzlaşma sağlanamayan konularda Venedik Komisyonu’ndan yardım istenebilir. Venedik Komisyonu Avrupa Konseyi’nin anayasa ve demokrasi konularında üye devletlere yardım sağlamak için kurduğu bir kuruluş. Bu organın deneyim ve birikimden yararlanılmasının anayasanın “ulusal” bir anayasa olup olmaması ile ilgisi yok. Anayasayı yapacak olan toplum ve TBMM. Ancak Venedik Komisyonu’ndan görüş alınması tıkanıkların aşılmasına yardımcı olur ve anayasanın uluslararası standartlara uygun olmasını sağlar.

Bütün bu önerilerin amacı, yeni anayasanın yapım sürecinin bundan önce olduğu gibi dört parti temsilcisinin kapalı, karanlık bir odadaki çalışmalarıyla sınırlı tutulmaması, dışa açık bir süreçle anayasanın yazımının sağlanması.

Eski Uzlaşma Komisyonu’nda yapılan yanlışlardan biri de şuydu: Dört parti arasındaki protokolde sözü edilmesine karşın, yazım aşamasına geçmeden önce bir ilkeler bildirisi yapılmadı.  Böyle olunca, temel ilkelere ilişkin tartışmalar yazım aşamasına bırakıldı. Bu da yazım aşamasının çıkmaza girmesine neden oldu. Oysa daha önce bir temel ilkeler bildirisi üzerinde anlaşma sağlansaydı, yazım aşaması daha kolay geçebilirdi. Nasıl ki Güney Afrika’da anayasa yapım sürecinde önce bir ilkeler bildirisi yapılmıştı.

Yeni anayasa görüşmelerinin önündeki en önemli engelin bu kez de AKP’nin başkanlık önerisi olacağa benziyor. AKP sorunu söyle bir çerçeveye oturtmak istiyor: “Cumhurbaşkanı’nın halk tarafından seçilmesiyle parlamenter sistem ortadan kalkmıştır. Bunun yerine hangi sistemin konulacağını tartışabiliriz. AKP başkanlık sistemini, diğer partiler parlamenter sistemi öneriyorlar. Her iki öneri de eşit değerdedir.”  

Sorunun böyle sunulması gerçeğe uygun değil. Cumhurbaşkanı’nın halk tarafından seçilmesiyle, Türkiye’deki sistem değişmedi. Türkiye bugün hala parlamenter sistemle yönetilmekte. Parlamenter sistemin tüm kurumları ve kuralları geçerli. Cumhurbaşkanı’nın halk tarafından seçilmesi, yetki ve sorumluluklarında bir anayasal değişiklik getirmese de, parlamenter sistemde bir istisna. Şimdi yeni anayasa ile bu istisnanın düzeltilmesi gerekli.

Yeni anayasa yapım sürecinin başarısı, toplumda ve dört siyasal parti arasında, demokratik, özgürlükçü bir anayasa üzerinde amaç birliğinin bulunmasına bağlı. Bunun yanında demokrasinin tanımı üzerinde görüş birliğine varılmasına gereksinim var. Günümüzde katılımcılık, çoğulculuk ilkelerine yer vermeyen bir demokrasiden çağdaş bir demokrasi olarak söz etme olanağı yok.

Yeni bir anayasa yapımını, bir barış, uzlaşı ve demokrasi döneminin başlangıcı olarak görmek, topluma bu mesajı vermek ve buna uygun davranmak önemli. Ne var ki, Türkiye’nin içinde bulunduğu baskı rejimi, demokrasiden giderek uzaklaşması, yeni anayasanın özgürlük, demokrasi ve barışı gerçekleştireceği yolundaki umutlara yer bırakmıyor. 

Yazarın Diğer Yazıları

İnsan hakları gününüz kutlu olsun

İnsan haklarıyla demokrasi ve hukuk devleti arasında yakın bir bağlantı var. Türkiye, demokrasiden uzaklaştıkça, hukuk devleti rafa kaldırıldıkça, insan hakları ihlalleri de artıyor. Hukuk devleti güvencesinin olmaması insan haklarını da korumasız bırakıyor

Türkiye’nin demokratiksizleştirilmesi

Siyasal iktidarın demokrasiyle bağını kopararak giderek daha fazla otoriterleşme, daha fazla şiddete başvurma yolundaki yürüyüşü bu aşamada etkili bir toplumsal direnişle durdurulamazsa, Türkiye’nin demokratiksizleşmesinin geri dönülmesi olanaksız bir noktaya ulaşması kaçınılmaz olacak

Dışarıdan içeriye mektup

Bir suç olabilmesi için suçluya, suçu işleyen kişilere gereksinim vardı. Siz seçildiniz. Siz cezaevinde bizim adımıza, vekaleten yatıyorsunuz...

"
"